Ara

İlmin Fezâili

İlmin Fezâili

İlmin Fezâili
Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (ks)

Allâhu Teâlâ Âdem Aleyhi’s-selâm’a esmânın küllîsini tâlîm etti. (Bakara, 31.)

“Meleklerin, “Hazret-i Âdem’i ve zürriyetini halk etmekteki hikmetin nedir?” diye suâl etmeleri üzerine Vâcib Teâlâ Hazretleri: Sizin bilmediğinizi Ben bilirim, buyurmuştur.” (Bakara, 30.)

Ve hilkat-i Âdem’deki hikmet, ilimle mümtâz olmasıyla meleklerden efdal olduğunu beyân buyurdu. Hazret-i Âdem’in kalbine ilhâm sûretiyle esmâyı tâlîm buyurdu.

Bu Âyet-i celîle, ilmin cümle fazîletlerden efdal olduğuna delâlet eder. Çünkü ilimden ziyâde bir şeref olmuş olsaydı, Vâcib Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Âdem aleyhi’s-selâm’ın fazîletini onunla isbât ederdi. Halbuki Hakk Teâlâ fazîletini ilim ile isbât etmiştir.

Şu halde ilimden ziyâde bir fazîlet ve meziyyet olmadığını bu âyetle beyân buyurmuştur.

İlmin fazîletine dâir müteaddid âyât-ı celîle ve ehâdîs-i şerîfe vardır.

Tefsir şerhinde Âmir-i Cühenî -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte:

“Kıyâmet gününde, tâlib-i ilmin mürekkebiyle şehîdin kanı huzûr-ı İlâhî’ye gelir, tâlib-i ilmin mürekkebi şehîd olan kimsenin kanı üzerine tafdîl olunur.” buyurulmuştur.

 “Allâh Teâlâ dilediği kimseye hikmet verir. Ve bir kimseye ki hikmet verilmiştir, muhakkakdır ki o kimseye çok hayr verilmiştir. Ve bunları düşünmez ve hissemend olmaz, ancak ehl-i lüb, âkil ve irfan sâhibleri tezekkür eder, mütenassıh olurlar.” (Bakara, 269.)

Bu âyet-i celîle, mü’minler için ilim tahsîline sa’y ü gayret etmeye ve insan için ilimden ziyâde hiçbir fazîlet olmadığına delâlet eder.

“Biz onu kendi indimizden bir ilimle ta’lîm ettik ki o ilim kitâb veya bir üstâzdan teallüm vâsıtasıyla değil, belki bizim ona bildirdiğimiz bâzı esrârdan bâzısının ledünniyyâtını bildirmekten ibârettir.” (Kehf, 65.)

“Habîbim! Sen, yâ Rabb ilmimi ziyâde et ve Kur’ân’ın nefis mâlûmâtını ihsân et.” (Tâhâ, 114.) Ziyâde ilim talebinden geri durma demektir.

Bu Âyet-i celîle insan için ilim öğrenmeye sa’y eylemesi ve Cenâb-ı Hakk’tan dâimî ilminin ziyâde olmasını taleb etmesi bir vazîfe-i vecîbe olduğuna vâzıhan delâlet eder.

Cenâb-ı Hakk Habîbine ilimde ziyâde talebini emir buyurmuştur. Fakat başka hiçbir şey için ziyâde talebini emir buyurmamıştır.

Abdullah İbn-i Mes’ûd Hazretleri’nin bu âyeti okudukta:

“Yâ Rabbî ilmimizi arttır, îmân-ı yakîn ihsân buyur.” diye duâ ettiği mervîdir.

“Yâ Ekrame’r-Rusül! Biz senin için göğsünü açıp boşaltmadık mı?” (İnşirah, 1.)

Yâni biz inzâl ettiğimiz âyetleri kabûle lâyık kalb-i nebevîni genişletmedik mi? Elbette genişlettik.

Ve bir mânâya göre:

“Biz senin kalbini sûret-i kat’iyyede şerh ettik.” demektir.

Rasûlüllah -sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem- ins ve cinne rasûl olunca onlara teblîğât ve mübâhasât ile meşgûl olmak için birçok ulûm ve hikmeti câmî olan âyât ve meziyyât-ı Kur’âniyye’ye kesb-i ittilâ için Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle Hazretleri sadr-ı nübüvveti açmış, mânen şerh etmiş, ulûm-ı rabbânîsini ihsân buyurmuştur.

 “Sizin cinsinizden size rasûl göndermekle nîmeti itmâm ettiğim gibi O Rasûl-i Muazzam sizin üzerinize vahdâniyetimize delâlet eden âyetlerimizi okur ve sizi günahlarınızdan tathîr eder. Ve size Kitâb’ı, o Kitâb’ın şâmil olduğu hikmeti ta’lîm eder. Ve sizin bilmediğiniz şeyleri size öğretir.” (Bakara, 151.)

Yâni ey ümmet-i Muhammed! Size nîmetimi itmâm için Rasûl gönderip vahdâniyyete ve hakkâniyyete delâlet eden âyetlerimizi okumak ve günahlarınızdan sizi tathîr etmek ve ahkâm-ı dünyeviyye ve uhreviyyeyi câmî olan Kur’ân’ı size ta’lîm etmek ve emr-i dînde daha bilmediğiniz birçok şeyleri ve sünnetimi size ta’lîm etmekle nîmetlerimizi itmâm ettik.

Vâcib Teâlâ Hazretleri bu âyet-i celîlede Rasûlü’nün mezâyâ-yı âliyelerini beyânla erbâb-ı inâdı insâfa dâvet etmiştir.

Çünki Rasûl ba’s olunduğu milletin içinde yetişmiş ve aynı örften bulunmuş olmakla Habîb’inin her hâli iffet, emânet, tînet-i tâhire ve daha nice meziyyetlerini bilmeleri teblîğ-i ahkâmda kolaylığa vesîle olacağı gibi, kavmi ve düşmanları nazarında dahî âlî mevkî sâhibi olduğunu takdîr edecekleri şübhesizdir.

“Eğer yeryüzünde olan ağaçlar kalem olmuş olsa ve denizin o kadar vüs’atiyle berâber yedi deniz daha uzasa, mürekkeb olsa ve bilumûm halk Cenâb-ı Allâh’ın acâibâtını yazmış olsalar, kelimât-ı İlâhiyye’nin mutazammın olduğu mânâyı tüketemezler ve Cenâb-ı Allâh’ın kelimâtı tükenmez. Zîrâ Allâhu Teâlâ mülkünde herkese gâlibdir ve cümle ef-’âli hikmetten hâlî değildir.” (Lokman, 27.)

Hâzin Tefsîri’nde beyân olunduğu üzre bu âyet-i celîle; Yahûdiler veyâ kefere-i Kureyş’in “Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in getirdiği Kur’ân tükenir” demeleri üzerine nâzil olmuştur.

Veyâhud:

İsrâ sûresi 85. âyeti nâzil olunca, “Sen enbiyâya verilen ilmin az olduğunu söylüyorsun. Halbuki Tevrât’ta her şeyin ilmi mevcûttur, yâni senin sözün Tevrât âyetine münâfîdir” denince, Rasûlüllah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“Tevratta zikrolunan ilim, Cenâb-ı Allâh’ın ilmidir. Çünkü Cenâb-ı Allâh’ın ilmi tükenmez. Amma Kur’ân’da nâzil olan bu âyet, kulların ilmine müteallıktır. Zirâ Cenâb-ı Allâh’ın ilmine nisbetle kulların ilmi elbette azdır” buyurması üzerine bu Âyet-i Celîle’nin nâzil olduğu mervîdir.

Buhârî’de de tafsîl olunduğu vechile:

“Mûsâ ve Hızır aleyhime’s-selâm, yürüyerek sâhil-i bahra geldiler. Gemici Hızır’ı tanıdı, Mûsâ aleyhi’s-selâm’ı ve Hızır aleyhi’s-selâm’ı gemiciler navlunsuz gemiye aldılar. O sırada bir serçe geminin kenarına konup denizden bir veya iki yudum su aldı. Hızır aleyhi’s-selâm dedi ki:

- Yâ Mûsâ! Benim ilmim ile senin ilmin Cenâb-ı Allâh’ın ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar bile eksiltmez.

Ocak 2020, sayfa no: 32-33

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak