Ara

İlmin Fezâili

İlmin Fezâili

İlk iki “Oku” emri, Kur’ân değil, kırâat denilen fiile yaklaşmak için heceleme kabîlinden bir ihzâr ve teklîf idi. Üçüncü tazyikten sonra olan (Oku!) Cenâb-ı Hakk’ın emriyle, adı ile başlamıştır.

Oku emri ilk nüzûlünde hem tekvînî bir mâhiyette Hazret-i Peygamber -sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem- Efendimiz’i okumaz, ümmî iken kudret-i İlâhî okur kılmıştır.

Bir tefsîre nazaran ilk âyetlerin meâli: “Oku! Rabbının adıyla, Allah İsm-i Celîl’i ile başlayarak oku. İşte yaratmak denilen fiilin sâhibi olup kâinâtı yaratan ve seni yaratıp yetiştiren ve her işine mâlik bulunan Rabbin seni kudretiyle bir anda okur yaptı. Okunacak bir Kur’ân, bir Kitâb indirmeye başladı. Böyle ta’lîm olunduğu gibi O Rabbinin ismi ile başlayarak oku!”

 

Pıhtılaşmış, katılaşmış kandan bir insan halk eden ve halk etmek kudret ve kuvvetinin sâhibi olan Rabbin hiç okumamış olanı da böyle okutur. Kalem ile yazıyı öğreten ve o vâsıta ile ilim belleten de O’dur. Yoksa bir kan pıhtısından yaratılmış olan insanlar ne kalem bilirdi ne de yazı...

O, yâni Kâdir-i Mutlak insana öyle bilmediği şeyleri öğretti ki, insanda olmayan istîdâd ve melekeleri yaratarak, deliller ikame ederek, vehbî olarak da öğretti, kesbî olarak da öğretti. İşte öyle ekrem olan Rabbin, sen hiç okumamış iken mahz-ı kereminden sana ledünnî bir ilim vererek böyle bir (Oku!) emriyle seni kaleme muhtâç etmeden okutur. Bilmediğin şeyleri bilgileri de bildirdi. Onun için sen de O'nun ismiyle bu Kur’ân'ı oku.

Mârifet-i ilâhiyye’yi doğrudan doğruya tefekkür ve mutâleada delîl aklîdir. Kırâat ve kitâbette ise kulak (işitme) ile delâlet-i sem’iyye vardır. Bu sûretle Kur’ân-ı Kerîm aklî ve sem’î delilleri cem etmiştir ki, oku, oku diyerek kırâatin ve kitâbetin, ilmin tâlîminin (öğrenilmesinin) insan için en büyük lutuf ve kerem-i Rabbânî cümlesinden olduğunu ihtâr eylemesi şâyân-ı dikkattir.

Peygamberimiz, Nebî-i Ekrem ve Ümmî-i Muhterem -sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yazıya ihtiyâcı olmadığı iş’âr olunmakla berâber, kalem ile ta’lîmin de büyük bir ikrâm-ı Rabbânî olduğu beyân buyurulmuş ve bu sûretle ümmetini okuyup yazmağa da teşvîk ve terğîb eylemiştir.

İslâm nazarında ilm ü irfânın ne kadar yüksek olduğu bu âyet-i kerîmelerden çok güzel anlaşılmaktadır.

İslâm dîninin dünyâya ilk hitâbı; “oku” hitâb-ı celîlidir.

Bu vahy-i İlâhî nâzil olunca Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- korkudan yüreği titreyerek Hatîce Bint-i Hüveylid'in yanına varıp (beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz) buyurdu. Korku zâil oluncaya kadar vücûd-i mübârekini sarıp örttüler.

İşte o zaman Allah Teâlâ Hazretleri: “Ey libâsına bürünmüş olan Nebî-i Zîşân! Kalk yatağından, kemâl-i ehemmiyetle kullarımı azâbla korkut.” (Müddessir, 1-2) âyet-i kerîmelerini inzâl buyurdu.

İmâm-ı Bûsirî -rahimehullâh-’ın Kasîde-i Bürde’sinden:

Nazmen:

Hilkat ü sîretinde üstün her peygambere,

İlm ü keremine tek nebî yaklaşamadı.

Bilcümle peygamberân ondan iltimâs diler,

Ummânından bir avuç, bârânından yudumu.

Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri cümlemizi şefâat-i uzmâsına mazhar buyura.

“Dinde şekk eden şol kimseler ki, vahdâniyet-i İlâhiyye’ye delâlet eden âyât-ı celîlede mücâdele ederler. Lâkin bu mücâdeleleri kendilerine vahy ile veya ilhâm ile gelmiş kavî bir hüccet ile değildir. İşte Cenâb-ı Hakk’a karşı mücâdele eden kimselerin helâkleri Allâhu Teâlâ indinde ve Allâh’a îmân eden mü’minler indinde pek güzel oldu. Böylece Allâhu Teâlâ nâsı zararlandıran her zâlimin ve halk üzerine tekebbür ve iftihâr eden her mütekebbirin kalbini mühürler.” (Mü’min, 35.)

 

Fahr-i Râzî’nin beyânı vechile:

Delilsiz olarak yapılan mücâdele bâtıl olduğu gibi, sâhibinin de helâkine sebep olmuş olur. Ve hakkı isbât için delîle istinâd ederek edilen mücâdelenin de hak olduğuna bu âyet-i celîle delâlet eder.

Küfr üzerine ısrâr eden kimsenin kalbi şekâvetle me’lûf olduğundan taş gibi sertleşir. Binâen-aleyh, hak kelâmı kabûl etmemekte ağzı kapalı ve mühürlü bir sandık gibi içine bir şey giremez. Ve hak üzerine delâlet eden delilleri kabûl etmez.

Gene Fahr-i Râzî’nin beyânı vechile:

Kalbi mütekebbir ve zulm ile muttasıf olan kimsede merhamet ve şefkat olmayacağından bu iki sıfat onların haksız olarak mücâdelelerine ve azâba müstahak olmalarına sebep olacağına bu âyet-i celîle delâlet eder.

Kibri ve zulmü kendisine âdet edinen kimsede saâdet olmaz. Çünkü saâdete sebep iki şeydir:

Birincisi, Hâlik Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin emirlerine tâzîm etmek.

İkincisi, Allâhü Zü’l-Celâl Hazretlerinin yarattığı bilcümle mahlûklarına, insanlara ve hayvanlara şefkat ve merhamet eylemektir.

Bu iki haslet-i hasene yâni Allâh’ın emrine tâzîm ve Allâh’ın mahlûkâtına şefkat mühim bir düsturdur. Ve vesîle-i saâdettir.

Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (ks) Musâhabe 1 kitâbından alınmıştır.

  Temmuz 2020, sayfa no: 32-33

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak