Ara

Şemâil ve Fezâili

Şemâil ve Fezâili

Şemâil ve Fezâili

Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (ks)

Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in arzuları hilâfına bir hareket olup da mütessir olduklarında Hz. Ebû Bekir gelecek olursa derhal tebessüm eder, teessür ve iğbirârı zâil olurdu. Hz. Ebû Bekir, isâbet-i re’yi, muâmelâtındaki doğruluğu, tecrübe genişliği, nefsine hâkimiyeti, hayırhâhlığı ve samîmiyeti ile mârûf idi. Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in fazl-u kemâlâtından en çok istifâde eden şüphesiz Ebû Bekir -radıyallâhu anh- idi. İlim ve irfan, fesâhat, belâğat, edeb ve sevgi ile mümtâz idi. Arapların en kıymetli sözleri onun hâfızasında menkuş idi ve nâtıkası kuvvetli idi. Arap kabâilinin târih ve ilim ensâbına vukûfu mükemmel idi. Hz. Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, İslâmiyet’e vukuf nokta-i nazarından da şüphesiz ashâb-ı güzînin en âlimi idi. Çünkü onun kadar Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e mülâzemet eden yoktu. Hazarda ve seferde her yerde bidâyette, ortada ve nihâyette her zaman onunla en çok ülfet eden ve şeref-i sohbetinden müstefîd olan o idi. Bir gün Ebû Bekir -radıyallâhu anh-: “Âkıbette felâh bulmak ne sizin arzularınıza, ne de ehl-i kitâbın arzularına bakar. Fenâlık eden cezâsını bulur ve kendisine Allah’dan başka ne bir dost bulabilir ne de bir yardımcı.”1 meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Ve Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e bunun mânâsını sordu. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- cevâben: - “İnsan bir hastalığa uğramaz mı? Bir takım sadmelere, eziyetlere, mihnetlere dûçâr olmaz mı?” buyurdu. Hz. Ebû Bekir de: - Evet, dedi. - “İşte bütün bunlar da bizim kendi seyyiâtımızın eseridir. Biz o seyyiâtı bu şekilde çekiyoruz.” buyurdu. Bir defa da şu âyet-i kerîme okunuyordu: “Ey îman edenler! Siz kendinize bakınız. Siz hidâyet yolunu tutar iseniz, dalâlete düşenlerden size bir zarar gelmez.”2 Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu âyeti tilâvet ettikten sonra şu sözleri söyledi: - Bir millet dalâlet-âmiz harekette bulunanları doğru yola irşâd etmezse Allâh’ın azâbı yalnız dalâletzedelere münhasır kalmaz, bütün o kavme şâmil olur." O halde bu âyet-i kerîmeden başkalarının ıslâhına ehemmiyet verilmemesi mânâsı çıkarılmamalıdır. Çünkü dalâlete dûçâr olanların getirecekleri zararın def’i, onların irşâdiyle mümkün olur. Bunlar irşâd olunmazsa onların dalâletleri umûmî bir felâket getirmiş olur. Hz. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- mütevâzı, fakat vakûr, sahî ve âlî-cenâb idi. Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuştur ki: - “Dünyada hiç bir kimsenin malı benim için Ebû Bekir’in malı kadar fâideli olmamıştır.” Müslüman köleleri, efendilerinin zulmünden kurtarmak için pahalı bedel mukâbilinde alarak âzâd eylemiştir. Hz. Ömer -radıyallâhu anh- der ki: - Medîne’nin kenarında ihtiyar ve a’mâ bir kadın vardı. Her gün ona uğrayarak ihtiyâcını tesviye etmek isterdim. Fakat ne zaman gitsem benden evvel birinin uğrayıp, ona lâzım olan her şeyi yapmış olduğunu görürdüm. Bir gün merâk ettim. Acaba her gün bu sevâbı işleyen kimdir dedim ve çok erkenden bu kadına uğradım. Bir de ne göreyim bu sevâbı kazanmakta olan zât Hz. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- imiş.” Hz. Ebû Bekir radıyallâhu anh-’ın mühim fazîletlerinden biri de “diyânetperverliği”dir. Hz. Ebû Bekir’in âile hayâtı son derece temiz ve nezih idi. Hz. Ebû Bekir’in evi her zaman misâfirlere açık idi. “Ashâb-ı Suffa” her gün oraya giderler ve ikrâm olunurlardı. Son derece sâde yaşar, maîşetini ticâretle temin ederdi. Nitekim -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in irtihâli senesi içinde Busrâ’ya kadar gitmiş ve mallarını satmıştır. Medîne etrâfında Hayber’de, Bahreyn’de arâzisi vardı. 1 Nisâ, 123. 2 Mâide, 105.  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak