İslâmiyet, insâniyet âlemine huzur ve sükûn teminine ve fertler ve cemâatler arasında "muhabbet, şefkat, merhamet" esaslarının tesbîtine son derece harîs olduğu içindir ki, müslümanlara sâdece zekât farîzalarını icbâr ile iktifâ etmiyor. Muhtelif sûretlerde tecellî ederek başka isimlerle anıldığı halde gâye ve mâhiyetleri bir olan çeşitli yardımlaşmaların hepsine teşvîk ediyor.
Âlem-i beşeriyet için en müthiş hüsrân ve mahrûmiyet ocakları kesilen ihtiras, tamâh, buhl gibi çok fenâ huylara alışmaktan İslâmiyet şiddetle nefret eder. Semâhate, kereme, şefkate doğru teşvîk eder. Ve buna sadaka, hak, zekât, birr ü ihsân, sıla, mâun gibi türlü türlü isimler verir. Çünkü isimlerin ve tarzların değişmesiyle buhle mâil olan nefisler biraz daha kolay râzı edilir. İhsâna varmayan sıkı eller biraz daha çabuk açılır.
Sonra İslâmiyet birr ü ihsânın sarf cihetini yalnız fukarâ ile bîçârelere hasretmiyor, çok şumûllü, çok umûmî tutuyor.
Evet fukarâ ile bîçârelere ihsânı nasıl teşvîk ediyorsa yetîmlere, dullara, yolda kalmışlara, kölelere, câriyelere bezl-i muāvenet (yardım) etmeyi de öylece emrediyor.
Kezâlik anaya, babaya, akrabâya, uzaktaki, yakındaki komşulara, yol arkadaşına iyiliği -velev ki muhtâç olmasınlar- şiddetle emrediyor. Maksat insanlar arasındaki muhabbet, merhamet râbıtalarını kuvvetlendirmek, ruhları birbirine ısındırmak sûretiyle yabancılığın ortadan kalkması, münâferet ve ihtilâf hislerinin kalblere yol bulmamasıdır.
Şüphe yoktur ki birr ü ihsân, rıfk ile muāmele muzır temâyülleri, fenâ fikirleri defedecek en büyük kuvvetlerdir.
Delil isteyenler varsa âdâb-ı İslâmiye ile yükselmiş asırlardaki müslümanların arasında hükümrân olan o muhabbeti, o sükûn ve selâmeti hatırlayabilirler.
Müslümanlar nereye gitmişlerse bu sükûn ve selâmeti götürmüşler ve yerli halka muhabbetin, yardımlaşmanın eşsiz örneğini göstermişlerdir.
Hangi bir kavim ki İslâm'ın gölgesi altında bulunsun da hukûk ve imtiyâzların kâffesinden istifâde edemesin? Bu görülmemiştir! O hukûk, o imtiyâzât ki sırf onları korkutmamak için müslümanlar, başka milletlerin rahat ve huzûrunu kemiren, memleketlerinde sükûndan, itmînândan eser bırakmayan kin, hased mücâdelelerinden istirkâb, husûmet muhârebelerinden en uzak bir ümmet olarak yaşadılar.
Hem İslâm'da; sıla-i rahîm yalnız müslümanlara mahsûs değil ki. Peygamber Efendimiz (sav) ehl-i kitâb ile müşrikîne de iyilik yapılmasını terğîb buyurdular.
Kastalânî, Sûre-i Mümtehine'deki:
"Allah, din uğrunda sizinle vuruşmayan, sizi diyârınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmayı ve insâf ile muâmele etmeyi yasak etmez. Çünkü Allah insâf edenleri sever." (Mümtehine, 8.) meâlindeki âyetin tefsîrinde şöyle söylüyor:
"Bu âyet mü'minlere muhâsama ve mukâtelede bulunmayan gayr-i müslimlere iyilik olunması için ruhsattır."
Sonra müşrik vâlide ile müşrik kardeşlere ve başkalarına iyilik edilmesi hakkında birçok hadîs-i şerîf vardır.
Ehl-i kitap olan yahûdilerle, nasrânîlere gelince:
İslâmiyet bunların ihtiyarlarına, ācizlerine erzak ve atâyı bezlederdi.
Şimdi bu mevzûa dâir Kur'ân'da, sünende vârid olan âyât ve ehâdîsi nakletmek münâsib olacak.
Sûre-i Râd'da:
"O kimseler ki, Allâh'ın ahdini yerine getirirler ve mîsâkı nakzetmezler, o kimseler ki, Allâh'ın verilmesini emrettiğini verirler, Hâlik'larından çekinirler, hesap gününden korkarlar. O kimseler ki mâbûdlarının rızâsını istedikleri için nefislerine sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerini merzûk ettiğimiz nîmetlerden gizli, âşikâr infâkta bulunurlar ve seyyiâta hasenât ile karşı gelirler... İşte dünyânın ākıbeti bunlar içindir." (Ra'd, 20-22.)
"O kimseler ki; Allâh'ın ahdini kabûl ettikten sonra nakzederler. Allâh'ın verilmesini emrettiğini keserler, yeryüzünde fitne çıkarırlar, işte lânet de bunlar içindir, cehennem de bunlar içindir." (Ra'd, 25.)
Sûre-i Nûr'da:
"İçinizde fazîletli ve varlıklı olanlar akrabâlarına ve yoksullara, Allah uğrunda hicret edenlere bir şey vermemeğe yemîn etmesinler (ihsân etmede kusur etmesinler), afvetsinler, vazgeçsinler... Ya sizler Allâh'ın yarlığamasını istemez misiniz? Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir." (Nûr, 22.)
Sûre-i Bakara'da:
"Hani biz Allah'tan başkasına tapmayacakları ve analarına, babalarına, akrabâlarına, yetîmlere, bîçârelere iyilikte bulunacakları hakkında Benî İsrâîl'den mîsâk almıştık." (Bakara, 83.)
Sûre-i İsrâ'da:
"Kendisinden başkasına tapmamanızı ve analarınıza, babalarınıza iyilik etmenizi Rabbin sana sûret-i kat'iyyede emrediyor, şâyed gerek yalnız birine, gerek ikisine birden senin eline kaldıkları sırada ihtiyarlık çökerse sakın usanıp da kendilerine "Üf!" bile deme. Yüzlerine bağırma, yumuşak sözler söyle, sonra onlara şefkatinden kanatlarını yerlere kadar indir ve karşılarında öyle dur! Ve "Yâ Rabbi! Onlar beni küçük yaşımda iken nasıl merhametle büyüttülerse sen de şimdi onlara karşı rahîm ol." diye duâ et." (İsrâ, 23-24)
"Akrabâlarına, bîçârelere, yolda kalmışlara, sende hakları olan iyiliği edâ et ve malını isrâf ile dağıtma!.." (İsrâ, 26.)
Sûre-i Bakara'da:
"Neyi ve kime infâk edeceklerini sana soruyorlar, onlara de ki: Hayıra dâir ne infâk ederseniz ananıza, babanıza, akrabânıza, yetîmlere, bîçârelere, yolda kalmışlara verin. Hayır nâmıyla ne işlerseniz Allah onu bilir." (Bakara, 215.)
Sûre-i Nisâ'da:
"Allâh'a kulluk edin ve O'na bir şey şerîk koşmayın ve ananıza, babanıza ve akrabânıza ve yetîmlere ve bîçârelere ve akrabânız olan komşulara ve akrabânız olmayan komşulara ve yol arkadaşlarınıza ve yolda kalmışlara ve rakabesine mâlik bulunduğunuza iyilik edin! (Nisâ, 36.)
Temmuz 2024, sayfa no: 40-41
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak