Ara

Sabır

Sabır

Kur'ân-ı Kerîm, sabrı yetmiş küsûr yerde zikrediyor. Buna dâir de birçok ehâdîs-i nebeviyye vârid olmuştur ki içlerinden:

"Size en az verilen nîmetlerden biri yakîn, diğeri sabra azîmdir. Bunlardan ikisinden nasîbini alan kimse gecesini kıyâm, gündüzünü sıyâm ile geçirmediğinden dolayı müteessir olmasın." 

Peygamber Efendimiz (sav) sabrı bir rivâyete göre îmânın yarısı, bir rivâyete göre de "îmân" olmak üzere târif buyurmuşlardır.

Îsâ (as)'ın; "Hoşlanmadığınıza sabretmedikçe hoşlandığınızı ele geçiremezsiniz." buyurduğunu İmâm-ı Gazâlî Kitâbü'l-Erbaîn'de yazıyor. 

İmâm-ı Gazâlî de sabır hakkında şöyle söylüyor:

Sabır ihtiyâcı, bütün ahvâlde görülür. İnsan işine gelen şeyler için de sabra muhtaçtır, gelmeyenler için de... Meselâ sıhhat, selâmet, servet, ikbâl, mansıb gibi, kavim ve kabîlesi çok olmak gibi hoşa giden cihetlerde insan sabra çok muhtaçtır. Çünkü bu şerâit içinde kendisini zabt edemeyecek olursa azar. Nâz ü naîme gömülmekten, hevesât arkasında koşmaktan mebdeini de unutur meâdını da. Bu sebebdendir ki, "Belâya her mü'min sabredebilir, nîmete ise ancak sâdıklar sabreder." demişlerdir. Nîmet ve refah içindeki sabrın mânâsı bunların hiç birine güvenmemek, hepsinin emânet olduğunu bilmek, gaflete, nâz ü nîmete dalmamak, Cenâb-ı Allâh'ın lutfuna şükürden geri durmamaktır.

Sonra namaz, oruç, zekât gibi şerîat tekliflerine tahammül de sabır cümlesindendir. Çünkü ne kadar kolay olsa yine teklîf ve icbâr sûretindeki şeylerden nefis nefret eder.

Günahlara karşı durmak da sabır sayılır. Zîrâ nefsi fesat verici heveslerden alıkoymak, hele îtiyâd etmiş ise büyük cihâda muhtaçtır.

Evet insan böyle bir halde iki kuvvete karşı müdâfaaya mecburdur: Arzu ve îtiyâd.

*

Arzu ve îtiyâd:

Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Mücâhid; hevesâtına karşı cihâd açan, muhâcir de kötülüğü terk edip kaçandır." buyuruyor. 

İslâm; sabrın şu saydığımız aksâmına nasıl teşvîk ediyorsa, yârânın ölümü, hastalık, malın ziyânı, âzâ-yı bedenden birinin musîbete uğraması gibi felâketlere sabrı da aynıyla tavsiye ediyor.

Gazâlî diyor ki: "Belâya sabır makāmâtın en yükseğidir."

Hadîs-i Kudsî'de: "Kullarımdan bir kuluma bedeni yâhut malı, yâhut evlâdı yüzünden bir musîbet verirsem o da buna sabr-ı cemîl ile mukābelede bulunursa kıyâmet günü kendisi için mîzân dikmekten yâhut defter-i âmâlini açmaktan hayâ ederim." buyurulmuştur. (Deylemî)

Peygamberimiz (sav) Efendimiz buyurmuşlar: "Sabredin, genişliği beklemek ibâdettir. Eleminden şikâyet etmemek, musîbetini anmamak Allah zü'l-celâl'i tâzîmden ve O'nun hakkını bilmekten ileri gelir." 

Bir nevi sabır daha vardır ki o da başkalarının dilinden yâhut elinden gelecek ezâya tahammüldür. Yalnız dîn-i İslâm bu hususta Îsâ (as)'ın dîninin bugün tutulmayan mesleğini tutuyor. Ezâ gören adama o gördüğü tecâvüze mukābil ve lâyık olan cezâyı tatbîk hakkını veriyor. Hem bunu tabiî hukuk addediyor. Bununla berâber müslümanlık afv ile safh ile muāmele etmeyi, mücâzât hakkından vazgeçmeyi, hattâ kötülük edenlere iyilikte bulunmayı da tavsiye eder. Şu halde hakkını isteyen tamâmıyla haklıdır. Mücrimin tecziyesinden vaz geçen afvı seven adamdır, sabırlıdır. Kötülüğe iyilikle mukābelede bulunan ise kerîmdir, muhsindir.

*

Bu mevzûa dâir vârid olan âyet-i celîle meâlleri:

Sûre-i Şûrâ'da:

"Kötülüğün cezâsı onun aynı olan bir kötülüktür. Bununla berâber kim afveder, barışırsa Allah mutlakā ecrini verir." (Şûrâ, 40.)

Sûre-i Âl-i İmrân'da:

"Öfkesini yenenler, insanların suçunu bağışlayanlar da cennetliktir. Allah iyilik edenleri sever." (Âl-i İmrân, 134.)

Sûre-i Bakara'da:

"Afvetmeniz takvâya daha yakın bir harekettir. Aranızda lütuf ile muāmeleyi unutmayın. Şüphe yoktur ki Allah işlediklerinizi görüyor." (Bakara, 237.)

"Ey îmân edenler! Eşleriniz ve çocuklarınızdan size düşmanlık edenler olur, onlardan sakının. Fakat kendilerine afv ile, safh ile muāmele eder, kabahatlerini örter iseniz, bilmiş olun ki Allah da sizlere karşı Ğafûr'dur, Rahîm'dir. " (Teğâbûn, 14.)

Sûre-i Nûr'da:

"İçinizdeki fazîlet ve servet sâhipleri kendi akrabâlarına, öksüzlere, bîçârelere ve Allah yolunda hicret edenlere yardımda bulunmamak için yemîn etmesinler. Onların kabahatlerine afv ile, safh ile mukābelede bulunsunlar. Ya sizler Allâh'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir." (Nûr, 22.)

Kur'ân-ı Kerîm, sıkıntılı, hastalıklı zamanlarda, harb ve darbda sabır ve sebåt, sıdk, ittikā tavsiye ediyor. 

Asr Sûresi'nde:

"Bütün insanlar muhakkak sûrette hüsranda bulunduğu halde ancak îmân edenlerle, sâlih amelde bulunanların bir de birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin kurtulduğunu..." (Asr, 1-3.) bildiriyor.

Sabır ve sebâtı kat'î olarak te'kîd ile emreden âyet ve hadîsler sayılmaz denilecek kadar çoktur.

Haziran 2024, sayfa no: 40-41

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak