Ara

Saatin Çehreleri

Saatin Çehreleri

Ruhlar, elest meclisi denilen uzun, geniş ve engin bir düzlükte toplandığında öğlen sonrası mıydı, yoksa seher vakti miydi? Kimse kimseye saatin kaç olduğunu sormuş muydu? Dünyâ, gezegenler, yıldızlar, felekler ve âlemlerin sâniyeleri nasıl işliyordu? Yedi yer, yedi gök ve yedi iklim, sürelerini hangi saatin dönencesine göre ayarlıyordu? Akıl, ilim ve fen, sâliselerin hızıyla mı ilerliyordu? Melekler yaratılıp ve sonra isimlerin öğretildiği insan halk edildiğinde, saatlerin akrebi kaçıncı sayının üzerindeydi? Yasak meyveye tevessül edilirken, gecenin kesif sessizliği fecre mi dönmüştü? Cennetten kovulurken nedâmet duyulduğunda ve hicap terleri döküldüğünde, güneş yerini akşama mı bırakıyordu? 

Demir üretilmezden, ateş bulunmazdan ve tekerlek keşfedilmezden evvel demiyorum, zîrâ dünyâ tasavvurunda bunların her biri ağaçlar ve kuşların varlığı kadar var idi. Büyük patlama dedikleri muazzamânın öncesi ve kıtaların mûtedilce birbirinden ayrıldığı iddiasının kaç saat sürdüğünü merâk ediyorum. Denizlerin, deryâların, med-cezirlerin ilk oluşumunu öğrenmeyi arzuluyorum. Buzulların her yanı kapladığı, sonra dünyânın ormanlarla çevrildiği zamanlara uzanmak istiyorum. Devirleri ihtimamsız bir şekilde cilâlı taş, tunç, demir, mîlad ve çağlara ayıran maksadı ve bu maksadın hangi saatin yelkovanına göre biçimlendiğini merâk ediyorum. 

Zaman Tanrısının Uğursuz Merâsimleri

Kişioğlu, zamânı saate hapsetmekle neyi murâd etmişti diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ya da vakitleri saatle daha mı bereketlendirip özgürleştirmeyi amaçlamıştı? Kim bilir belki saat ile yaşarsa arzda kalıcı olmayı aklından geçirmişti. Saat aynı zamanda mekânın tapusu mâhiyetinde algılanmış olabilirdi. Avâre ve niteliksiz vakitlerde yürümek yerine, muayyen lahzalar ile dâim ve sâbit kalmaya yeltenmişti. Zamânı dilimlere ayırmayı ihmâl etmeyen insan, nefesin kutsallığı yerine sesin etrâfında dönmeyi tercîh etti. Ses daha kolay ve tahakküm ediciydi. Zîrâ nefes kalbin, ses ise nefsin tilmiziydi. Bu sebeple saatlerin içine uykuları bölen ve rüyâları iki paralık eden sesleri yerleştirdi. Saatler zamanlara hükmederken, yeni bir ses ile bir üst merhaleye yükselmenin hazzını yaşadı. 

Saat, rûha yabancılaştıkça zamânı mekanikleştirmeye başladı. Horozların pabucu dama atıldı ve uykular planlamalara yenik düştü. İnsan, saate yerleştirdiği ses ile uykusundan uyanırken, gafletinin hareketsizliğine bir nefes aramadı. Evvelâ duvarlara, sonra meydanlara ve daha sonra kollara takılan saat ile insanın zaman tanrısı giderek büyüdü. Çeşit çeşit tasarımlarla zenginliğin alâmeti hâline gelen saatlere yerleştirilen guguk kuşları ise, ayrı bir itibar kattı. Fakat guguklu saatlerin de iki yüzü vardı, kimisi sohbetin en koyu vaktinde nezâketsizlik gösterirken, kimi zaman da gayr-ı hakīkī söylemleri uyarırcasına feryâd ediyordu. Nihâyetinde iki yüzü olan insanın tasarladığı guguk kuşunun da, iki yüzü vardı. Batının modern şehirlerinde mantar gibi yükselen saat kuleleri de, başka bir saat anlayışının tezāhürüydü. Yükseklik ve yücelik aşkı, artık saatlerle tecessüm buluyor ve garba öykünen cümle memleketlerde kendini gösteriyordu. 

İnsan kendi eliyle yaptığı zaman makinesiyle, kendini ve vaktini tüketmeye başladı. Hayâtını düzene koydu. Bu yeni zaman düzeni, sınıfsal merhalenin iktizāsını da zorunlu hâle getirdi. Sonra insanlığını da sınıf sınıf ayrıştırıp, onurunu değer kaybına uğrattı. Sayılarla kıymet numûneleri belirledi. Sayı, hayâtın sayısal dönüşümünü hızlandırırken, hız mefhumunun ardında kalmamak için, saati daha da kutsamaya ve akıllandırmaya karar verdi. Akıllanan saatler, sāhibine hükmetmeye ve saatin tarzıyla yeni bir insan modeli oluşturmaya başladı. İsmet Özel’in bāzı saatleri alaturka zamanlara ayarlı olsa da, alafranga saatler uzun müddettir, insanlık nizāmını alabora etmektedir. Bizler için ise daha sarsıntılı manzaralar tebârüz etti. Alt üst olan zamânımız, yalnızlaştı ve şiirin civârına yöneldi. Şiir medeniyetimiz, kıylükāl yığınlarında nefessiz kaldı, kayışları inceldi ve mahkûmiyet bataklığına saplandı. Fakat ölmedi… 

Kardelen Rûhuna Gem Vurulmaz

Dünyânın karanlığına doğan İslâm, yeni saat ve zaman anlayışıyla insana, īmâra, ilme ve ictimâiyâta dâir her husūsa Kur’ân’ın şavkını yansıttı. Geceyi gündüze, kara kışı bahâra ve āsīyi usluya tebdîl eyledi. Fertlerin rûhuna dokunan yeni zihniyetin hâleleriyle, çöllerde vahalar inşâ etti. Sâdece toprakların değil, gönüllerin fethi de sağlandı. Türkistan’dan Endülüs’e uzanan bir coğrafyada yağmacılığın, tahakkümün ve karmaşanın esâmesi kalmadı. Elbette ki bir takım hâdiseler vukū bulmuştur, lâkin umûmî manzara hep gökyüzünün mâviliği kadar berraktı. Ahlâk, ilim ve sanat kol kola verip yeni bir medeniyetin inşâına koyuldu. Dünyâ kendini tâzelemeye ve nevbahar heyecânının kucağına bıraktı. Kelâm-ı Kadîm ile mekanikleşen saatin ve zamânın kutsal mefhumlar olduğu dillendirildi. Asra yeminler edildi. Gecenin, gündüzün, kuşluğun ve fecrin ne denli ulu mānâlar içerdiği anlaşıldı. 

İlâhî terennümden beslenen kalplerin dünyâsında, saatin ayarları ilim ve ahlâkla kurgulanmıştı. Endülüs, Bağdat ve Horasan güzergâhında sâliseler Kur’ân-ı Kerîm’le, sâniyeler şer’ī ilimle ve dakīkalar fennî bilimlerle ītinâlı bir sûrette yol alırken, Cenâb-ı Hakk’ın şâheseri olan kişioğlu, hilkatine yaraşır şekilde, yeni eserler husūle getiriyordu. “Yaratan Rabbinin adıyla oku” diye atılan İslâm medeniyetinin temelleri, nizāmiye medreseleri ile başka bir safhaya yükseliyordu. İslâm ümmetinin bağrından yeni bir millet anlayışı inkişâf ediyor ve kıyâmete kadar uzanacak olan bu millet anlayışı, aynı zamanda ümmetin umûdu ve çimentosu hâline geliyordu. İslâm medeniyeti binâsının her yerinde var olan, fakat belirgin bir şekilde görünmeyen bu birleştirici güç, aziz ve asil Türk milletiydi. Türk milleti İslâm’ın mâkes bulduğu ganî gönlü ile Arabın dilinde ilim, Farsın şiirinde duygu, Kürdün sofrasında ekmek, Boşnak îmânında kuvvet oldu. Cümle İslâm milletleriyle birlik olup, rahmetin âğûşuna koşmayı becerdi. Günler, beş mānevî vaktin misâfirliğine takdîm edildi. Düzen kendine geldi, dünyâ nizāma kavuştu ve istismârın yıkıcı çehresi acunu terk etti. 

İslâm medeniyeti, Türk milletinin mefkûresiyle çınarlaşırken, ilmin eşikleri ahlâk nizāmıyla yücelere ulaştı. Fakat müşterek bağlarımız, garbın zaman tācizleriyle santim santim zayıflamaya başladı. Batı, bu sefer her bir husūsu ince ince hesaplamıştı. Her ne kadar vahşîlikleri ve sinsîlikleri zulmü bile hayrete düşürse de, kabûl edelim ki, son birkaç asırdır ilme ehemmiyet verdiler. İlim ile meşgūl olan fertlerin ve cemiyetlerin yüceldiği hakīkati, bu sefer batı üzerinde kendini tasdîk ettirmeye başladı. Türk-İslâm medeniyeti ilmin pınarlarından eskisi kadar faydalanamazken, üstüne bir de şuursuzluğun heyûlâsına kapılıp desîselerle vaktini hebâ etti. Bir zamanlar birlik ipiyle rahmete kavuşmuşken, şimdilerde ayrılık yılanıyla azâba düçâr oluyordu. Mihnet ve sıkıntıya māruz kaldıkça, tezat yumağında dermânı zayıflıyordu. Zaman, mekân ve insan algısında mesûliyetlerin ilkeleri ile nefislerin direktifleri söz düellosu yapsa da, tatbîk konusunda müşterek hareket ediyordu... 

Medreseler, mektepler, fakīhler, edipler, garpçılar, İslâmcılar ve türkçüler kurtuluş reçetesinin en ideali bizde diye tartışırken, evlâd-ı fâtihan topraklarındaki dindaşlarımız, gâvur postallarıyla çiğneniyordu. Mukaddes hicaz bölgesi, İngiliz muhipliğiyle enel hak dāvâsı güdenlere kurbân ediliyordu. Bilâd-ı Şam Fransızların ve Türkistan moskofun nâmahrem eline terkediliyordu. Saatin hiçbir unsuru bizden yana değildi. Zîrâ biz bunu hak edecek bir uyanış içinde olamıyorduk. Mahallî intibahlar ise, ekseriyete sirâyet edecek güce ulaşamıyordu. Bir zamanların âgâh milleti, bataklığa saplanmış gibi debelendikçe batıyordu. Buna rağmen içindeki kardelen ruh yeşerecekti ve dahi Çanakkale müdâfaası ile kendini göstermeye başladı. Büyük fedâkârlıkla yürütülen istiklâl harbi ise, İslâm coğrafyasının yeniden rehâsı için başka bir dönem için büyük umut oldu. Yeni Ülkemizin istiklâle kavuşmasıyla, Ahmet Haşim’in hayıflandığı Müslüman saati tam neşvünemâ edecek derken, saatlerimiz yeniden batının kasvetli vakitlerine ayarlandı. Lâkin kardelen rûhu inatçıydı. Zorbalıklara, yasaklara ve darbelere göğüs gererek mesûliyetini yitirmedi. Zayıfladı, ağladı ve kanadı, ama cehdinden tāviz vermedi. Bugün mîlâdî yirmi birinci asrın ilk çeyreği içerisinde bulunuyoruz. Kardelenlerin her yanda açtığını görüyorum. Saatlerin yeniden İstanbul’dan, Tebriz’den, Buhara’dan, Kahire’den ve Saraybosna’dan ayarlanacağı günlerin arefesindeyiz. İnanıyorum ki, maddî manzaranın titreyen ışıkları, umûdun şūlelerine gölge düşüremez. Gönüller, taammüden oluk oluk bir yere akmaya başlamıştır. Saatler selâmet sâniyeleriyle yol alırken, Kudüs ve Urumçi’nin hasreti sona yaklaşmıştır. Türk-İslâm kardelenleri elbette kendi sınırlarını belirleyecek ve medeniyetimizin göz kamaştırıcı dakīkaları ilmin ziyâlarıyla berraklaşacaktır. 

Esaslı Zamânın Menşei

İslâm medeniyetinin saatleri tevhîd menşeilidir ve ayarı Mekke’ye göre yapılır. Zîrâ Mekke cümle Müslümanların meşalesidir. Fakat bütün saatler İstanbul üzerinden kurgulanır. Çünkü İslâm medeniyetinin pâyitahtı İstanbul’dur. Bakü, Kabil, Dakka, Cezayir, Cakarta, Taşkent, Beyrut, İslamabad, Bişkek, Abuja, Kıbrıs ve daha nice İslâm beldeleri bir tesbîhin tâneleri ise, imâmesi İstanbul’dur. Tevhîde ayarlanmış saatlerin birliği sarsılmaz bir kuvvetin rûhuyla, İslâm’ın dilini konuşacak, inancını yaşayacak ve ilmini üretecektir. Anadolu gençlerinin içinde deli taylar durmadan yol almak istemektedir. Yeni bir seferin işâretleri pek yakında kendini izhâr edecektir. Gence’den Semerkand’a, Herat’tan Astana’ya uzanan coğrafya ise, ilk durak olacaktır. Bir zamanlar Hoca Ahmed Yesevî’nin erenleri akın akın Anadolu’ya gelirken, yeni ve esaslı saatin zamânında, Anadolu erenleri dünyânın dört bir yanına revân olacaktır. 

Akıl ve hikmet cevheri, yurduna avdet etmiştir. Binâenaleyh yeni bir zaman tasavvuru ve fazīletin özü ile mahâretimizin istīdâdını kuvvetlendirmeliyiz. Surda bir gedik açılmıştır ve bu sebeple, vakte yemîn eden ülkünün müntesipleri olarak, tüm saatlerimizi mâzīnin köklerinden istikbâlin mihengine ayarlamalıyız. Çünkü saatler evvelâ takvimlerin, sonrasında zamanların fethine kapı aralayacaktır.

Ocak 2022, sayfa no: 54-55-56-57

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak