Ey Sâlih Mürîd! Senin rızkını Allah Teâlâ üzerine almış ve buna kefîl olmuşken, ezelde takdîr edilmiş rızkın için çalışıp çabalaman ve senden istenen amel ve ibâdetlerde tembellik ve gevşeklik göstermen, kalp gözünün körlüğüne delâlet eder. (Hikem-i Atâiyye, 5. Hikmet)
Cenâb-ı Allâh’ın tüm canlılara yemesi, içmesi ve hayâtını idâme etmesi amacıyla faydalanması için verdiği her şeye rızık denir. İnsan, melek, cin, hayvan ve bitki, her bir varlığın rızkı vardır. Allah Teâlâ, her canlının rızkına kefîldir; nerede olurlarsa olsunlar rızıkları onlara yetişir. Nitekim Âyet-i Kerîme'de buyurulur: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allâh’a āit olmasın. Her birinin (dünyâda) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emâneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.” (Hûd, 6.)
Günümüz dünyâsında insanoğlunu, İslâm'ın huzur veren emirlerini yaşamaktan alıkoyan en büyük engel ise hiç şüphesiz ki rızık endîşesi ve fakirlik korkusunun kalpleri sarmış olmasıdır. Efendimiz (sav)'in târif ettiği bir psikolojik hastalık olarak, biliyoruz ki şeytan insanı en çok yoksul kalmakla korkutur. Türlü vesveselerle rızık endîşesine düşürdüğü insanı durmadan dünyâ için çalıştırır. Oysa yine bilinen, fakat çoğunlukla idrâk edilmeyen bir gerçek de; “Cenâb-ı Allâh’ın rızıklara kefîl olmasıdır!” biliniyor olmasına rağmen, derinlemesine idrâk edilememiş bir gerçektir bu…
Âile fertlerine namazı emret, kendin de bunda kararlı ol. Senden rızık istemiyoruz; asıl biz seni rızıklandırıyoruz. Mutlu gelecek, günahlardan sakınanların olacaktır. (Tâ-Hâ, 132.)
et-Tenvîr Fî İskâti’t-Tedbîr isimli kitapta âyet hakkında şöyle denmiştir: “Âyette kastedilen mânâ: 'Bana hizmet et. Biz senin için rızkı ayırıyoruz!' şeklindedir.” Rivâyete göre, Efendimiz (sav), âilesine bir zarar dokunduğu zaman, onlara namaz kılmalarını emreder ve bu âyeti okurdu. Vehb ibn Münebbih ise şöyle buyurur: “Namaz gibi başka bir şeyle Allah'tan ihtiyaçlar istenmemiştir. Önceki ümmetlerden büyük sıkıntılar namazla giderilirdi. Onlardan birine bir sıkıntı geldi mi sığınağı namaz olurdu.” Yahyâ b. Muaz hazretleri; “Âbidlerin, Allah tarafından giydirilmiş elbiseleri vardır. O elbiseler, namaz ve oruçtur!” buyurur. Şâir de bu husûsu özet mahiyetinde ne güzel söyler:
Kâmil insanın nurdan başka yiyeceği yoktur
Canları o nurdan başka bir şeyle beslenmez
O nurdan bir parça yediğin zaman
Tandır ekmeğinin başına toprak serpersin
Allah Dostları belki sâdece bunu idrâk etmek ve îmanlarını kuvvetlendirmek için tevekkül ederek, yanlarına hiçbir azık almadan; parasız, susuz ve yiyeceksiz olarak yollara düşmüşler, ıssız bucaksız çöllere açılmışlardır. Bu yolculuklara çıktıklarında yaratılan her şeyden yüz çevirmişler; Allah’tan başkasına güvenmekten kaçınmak adına, Hakk’ın rızıklara kefîl olduğunu bilmek, nefislerine bunu idrâk ettirmek için ihtiyaçlarını mahlûkattan istemekten utanmışlardır. Kalpleri kemiren rızık endîşesinden kurtulmak adına, nefisleri ile anlamını ancak yaşayanın bileceği bir mücâdeleye girişmişlerdir.
Hikâye edildiğine göre, adamın biri Hâtimi Esam’a: “Nereden yersin, rızkını nereden temin ediyorsun?” diye sorunca, “Oysa göklerin ve yerin hazîneleri Allâh’ındır. Fakat münâfıklar bunu anlamazlar.” (Münâfikîn, 7.) âyetini okuyarak cevap verdi.
Ebu’l Abbas b. Mesruk (r.aleyh), bir gün hasta yatan ve Seyyidlerden Ebul Fadl'ın yanına gitti. Ebul Fadl denilen bu zât, aynı zamanda çoluk çocuk sâhibi idi ve belirli bir geliri yoktu. Ebul Abbas diyor ki: “Ziyâretinden kalkıp çıkmak istediğim zaman, kendi kendime şöyle dedim: 'Bu kişi nereden yiyor?' “Arkamdan şöyle bağırdı: “Yâ Ebül Abbas! Bu kötü töhmeti kalbinden at! Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın gizli olan nice lütufları vardır!”
Vehih b. Verr (r.aleyh)'e “Rızık için hiç endîşelendiğiniz oldu mu?” dediklerinde, “Bütün yerin kalay olduğunu görsem, göklerin de bakır olduğunu anlasam, rızkımdan endîşe etmem. Eğer endîşeye kapılırsam, Cenâb-ı Allâh’ın bütün mahlûkların rızkına kefîl olduğuna inanmamış olurum!” cevâbını verdi.
Hak Dostlarından bir kimsenin, kendisinden nasîhat isteyen birisine şu şekilde nasîhat ettiği söylenmiştir: “İnsanlar rızka bağlandıkları kadar, rızkı veren Cenâb-ı Hakk’a merbut (bağlantılı) olsalardı, meleklerin üstüne yükselirlerdi. Sen, ana karnında akılsız, fikirsiz, bir damlacık koyu su iken, Cenâb-ı Hak o halde iken bile seni unutmadı. Sana can, kābiliyet, akıl, tabiat, idrak, cemâl, nutuk, rey, fikir verdi. Elinin üzerine on parmak dizdi. Omuzuna iki kol yapıştırdı. Ey doyumsuz insan! Cenâb-ı Hak senin rızkını unutacak mı sanıyorsun? Asıl, sonlarını düşünmeleri ve güzel mânevî hallerinin değişmesinden korkmaları, sûfîlerin fazla korkmalarını gerektiren mevzulardandır.”
Kul için güvence altına alınıp garantilenen şey, kendisiyle dünyâda bulunmaya devâm edebildiği ve kendisi için meydana gelecek olan rızkıdır. Bu rızkın güvence altına alınmış olmasının mânâsı Allah (cc)'ın bu rızkı üstlenmiş olması, kulların da rızık endîşesini bırakmalarıdır. Kullardan rızık için çalışıp buna ihtimam göstermeleri istenmemiştir. Kuldan asıl istenen şey kendisiyle âhiret saâdetine ve Allah (cc)'a yakınlığa ulaşacağı itâat ve amelleridir. Bu amellerin kuldan istenmiş olmasının mânâsı ise rızkın, kulun o ameli kazanması, onun için çalışması, şartları, sebepleri ve vakitlerini gözetmesine bağlı olmasıdır. İşte böylece Allah (cc)'ın sünneti, kulları hakkında cereyân eder. Rasûlullah (sav) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Her kim, (kendini ağyardan koparıp) Allâh’a tahsîs ederse; Allah her ihtiyaç (rızkı) için ona kâfî gelir ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Her kim de (Allâh’ı bırakıp kendini) dünyâya tahsîs ederse, Allah onu (dünyânın elin)e terk eder.” (Taberânî, Evsat, Dâru’l-Harameyn, Kâhire 1995, h.no:3359, c. III, s. 346)
Hikmetin netîcesi kulları geçinme sebepleri husûsunda tembel davranmaya dâvet değildir. Bilakis, onları Hak Teâlâ’ya ibâdet etmeyi bırakıp da bütün vakitlerini geçim endîşesi ile hebâ etmekten alıkoymak, böylelikle de gafleti gidermektir. Şu halde sıkıntı çekmek, Allah (cc)'ın emirlerinde kusur etmeksizin geçinme sebepleri istemek basîret körlüğüne delâlet etmez, şerîate aykırı gelmez, tarîkata ters düşmez. Fakat belli olan rızıklarını elde edenlerin artık Hakk’ın kullarının kapısına varmaları gerekmez.
Bu hikmetin şerhinde şu ifâdeler geçmektedir: “Yüce Allah bir kulu yardımsız bırakmak isterse dışını dünyânın hizmetine, içini dünyânın muhabbetine verir. Kul durmadan bu biçimde hayâtını sürdüre sürdüre bir vakit gelir ki basîretinin nûru söner gider. O zaman basarın görüşü hükümran olduğundan kul ancak maddiyata hizmet eder, maddiyatı sever, ilgisi ilâhî emirlerden kopar. O zaman Yüce Allâh’ın, rızık gibi kendisine kefîl olduğu şeyler için var gücüyle çalışır da Yüce Allâh’ın kendisinden istediği namaz gibi görevlerde ihmâlkârlık eder. Bu hal devâm edince kul tamâmen maddiyata dalar, ibâdet gibi mânâ âleminde insanı yükselten özellikleri bir yana bırakır. Böyle böyle küfrü doğuran basîretin körlüğü meydana gelir.”
Kula gereken, bazı gāfil kimselerin maddî durumlarının parlaklığının bizi maddiyata özendirmemesidir. Nitekim madde yok olmaya mahkûmdur, ruhsuzdur, ölü hükmündedir. Ölü ile övünüp sevinmek akıl kârı mıdır? Kişi sevgisini Allâh’a, Resûlüne, Sâlih kullara ve onların muhabbetini insana kazandıran amel ve ibâdetlere vermeli ve kālini bunlardan başka her şeyden uzak tutmalıdır.
Ayak çek bezm-i âlemden ki âlem menzil-i gamdır
Ferâğat âleminden geçme ki âlem bu âlemdir
Cüneyd-i Bağdâdî (r.aleyh)'in yanına bir grup insan geldi. Kendisine, “Rızkımızı nerede arayalım?” diye sorduklarında “Onun nerede olduğunu biliyorsanız orada arayın” cevâbını verdi. Onlar, “Şu halde rızkı Allah'tan isteyelim.” dediler. Cüneyd-i Bağdâdî (r.aleyh): “Eğer O'nun sizi unuttuğunu düşünüyorsanız, Kendisine hatırlatın.” dedi. Gelenler, “O halde eve kapanıp, Allâh’a tevekkül edelim.” deyince, “Çalışmadan bir yere kapanıp Allah rızkı verecek mi vermeyecek mi diye denemek bir şüphedir.” dedi. Adamlar, “Öyleyse çâre nedir?” diye sordular, Hazret, “(Allâh’a itimât edip çalışmak ve artık) çâre aramayı terk etmektir!” dedi.
Rabbimiz! Bizleri haramlardan uzak eyle, dünyâ ve âhirette güzel sona ulaştır. Başkalarına el açtırma, alan değil veren el olmayı bizlere nasîp eyle. Senin emirlerine karşı gelmekten bizleri muhâfaza eyle. Bize doğru yolu göster. Bizleri darlıktan, bereketsizlikten, aldanmaktan, aldatmaktan, hak yemekten ve kul hakkına girmekten koru. Bizleri açlık, yokluk, kıtlık, kuraklık ve her türlü felâketten muhâfaza eyle. Bizlere kanâat etmeyi, gönlü zengin gözü tok olabilmeyi ve hayırda yarışmayı nasîp eyle. Ey Rabbimiz! Rızkımız gökte ise yere indir, yer altında ise yeryüzüne çıkar, uzakta ise yakınlaştır, zorsa kolaylaştır. Rızkımızı temiz ve helâlinden eyle ve rızkımıza erişebilmeyi bize kolaylaştır. Rızık endîşesine kapılıp, Rezzâk olanın rızāsını ihmâl eden gāfillerden kılma bizi. Amin…
Ekim 2024, sayfa no: 47-48-49
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak