Ara

Medeniyetin Akıl Terbiyesi: Mâkûl ve Müsbet Zihin

Medeniyetin Akıl Terbiyesi: Mâkûl ve Müsbet Zihin

Medeniyetlerin kendilerine has damgaları vardır. Her damga bir anlamı ifâde eder ve bunların cereyanları birleşerek müessesevî karakter oluşturur. Bazı kültür ve uygarlıklar yalnızca bir millete, bir coğrafyaya ve bir döneme mahsustur. Lâkin İslâm medeniyeti cümle zamanların, mekânların ve insanların eczânesidir. 

İnsanlık târihinin girift kıvrımlarında neşvünemâ bulan kutlu bir hazîne vardır ki ne yalnız Doğu’ya ne de yalnız Batı’ya āittir. O hazîne, gönül ile âlicenaplığın, aşk ile sezginin, ilim ile edebin terkip olunduğu Türk-İslâm medeniyetidir. Bu medeniyet, îmar ve ihyâ ile birlikte; insanı, insanlık mefkûresi içinde yoğurmuş ve insanlığa verdiği ehemmiyet vesîlesiyle kendini bütün zamanlarda ve mekânlarda ebedîleştirmiştir.

Türk-İslâm medeniyeti, bir iç âhenktir. Aklın nûrunu kalbin huzûruyla buluşturan selâmet mevsimidir. Bize, neyi yapacağımızla berâber, niçin yapacağımızı da letâfetle fısıldar. Bu sebepledir ki şehirlerimizde, taştan evvel mânâ yükselir. Câmilerin kubbeleri hem gökyüzüne, hem insanın rûhuna açılır. Medreseler, bilginin yanında, kelâmın sırrını da genişletir. Kervansaraylar, konaklamanın ötesinde, hayır ve merhametin duraklarına da mihmandarlık eder. Bu bakımdan dışarıdan mîmârî eser gibi gözüken nice mekânlar, esâsen rûha estetik ve mânâya olgunluk katan mahfillerdir. Bunu görebilmek ise aklıselîm ile düşünmekten geçer. Yāni basîret… 

Dünyâya mâkûl olma fikrini, orta yolun itidâlini, müsbet düşünce ile olgun amelin izdivâcını bir hilâl gibi sunan medeniyetimiz, hem çağını iyileştiren hem de çağların ötesine dâir teklifleri olan bir fikir otağıdır. Zîrâ mâkûl olmak, hem zamâna hükmetmek hem de zamânın fevkinde kalmaktır. Yāni biteviye kendini mesûl hissetmektir. Çünkü mesûl olan, mâkûl kalır; mâkûl kalan da, istikāmet üzere sâbit olur. 

Medeniyet, elbette uzun birikimlerin sonucudur. Ama bu birikim, basit bir yığılma değil, derinlemesine bir yoğrulmadır. Türk-İslâm irfânı, bu yoğrulmayı akıl ile mîmârî, mârifet ile mûsikî, hüner ile mutfak arasında sağlam bir köprü kurarak başarmıştır. Bu muvaffakiyet, vicdânî mütâlaa ve muhâsebe ile kāimdir. Fîlvâki, İslâm medeniyeti, vicdânın bizâtihî kendisidir; bu vicdân, insanın içinde maddeleşen karanlık arzuları mânâ ile billurlaştıran gönül eksenidir. Tabiatıyla Müslümanlar, vicdânın sesiyle yükselen bir medeniyetin mîrasçılarıdır. Lâkin unutkanlık ve gaflet, onları kendi tahtında nâip, öz yurdunda mültecî etmiştir. 

Bugün yeniden medeniyeti konuşmak, hakîkati müdâfaa etmekle eşdeğerdir. Fakat merkezden civâra savrulduğumuz için ufkumuz daralmış ve zihnimiz tahrip olmuştur. Her tahrîbât meziyetlerimizi körleştirmiş, hayırhah gayretlerimizi gözden düşürmüştür. Geçmişte ölçülü ve vakar sâhibi olmak bizi yükseltmişken bugün ne kadar menfî işler varsa, hemen hepsinde haddi aşmış vaziyetteyiz. İctimâî ilişkilerimizde müsâmaha kaybolmuş, sağduyu ise can çekişmektedir. Görüyoruz ki son üç asırda bilgisizlikten sarhoş, asâletten bîhaberiz. İşte Türk-İslâm medeniyeti, dirilten ve yenileyen mâhiyetiyle bir can simidi gibi yanı başımızda durmaktadır. Hâliyle ona sarılmak şarttır ve dahî farzdır.

Bizim fikir dünyâmız evvelâ insanı, daha sonra şehirleri inşâ etmekle mârûftur. İnsanı ihmâl eden bütün düzenler, çökmeye mahkûmdur. Türk-İslâm irfânı bunu ziyâdesiyle fehmeden müesses nizamdır. Çünkü kendini bilgiye hükmetmeye değil, bilgeliğe vakfetmeye adamıştır. Yāni bilgiyi anlamla terbiye eden bir gelenektir. Dâimâ sorgular, ama saldırmaz; düşünür, ama yıkmaz; anlar, ama peşin hüküm vermez.

İnsanı yaşatmak ve insanlığı en yüksek hakîkatle buluşturmak için mâkûliyetin rehberliğine, müsbetliğin erdemine, olgunluğun fazîletine ihtiyaç vardır. Medeniyetimiz bu ihtiyâcı şu yedi başlıkta ikāme etmiştir:

  1. İtidâl ve Denge: Müsbet düşünen insan uçlara savrulmaz; ne aşırılığın uçurumlarına sürüklenir ne de gevşekliğin sığlığına düşer. İtidâl onun fıtrî mayasıdır. Ne ifrâtı yâren eyler, ne tefrît ile dostluk kurar. Bu denge hâli, şahsın iç huzûrunu ictimâî barışla buluşturur. Türk-İslâm medeniyeti, bu ölçü sâyesinde “kesret içinde vahdet” anlayışını bir hayat nizâmı ve kāide-i esas kılmıştır.Zîrâ dengeyi kaybeden, hem yolunu hem kendini şaşırır...
  1. Sabır ve Metânet: Mâkûl düşünen kişi, musîbet ve meşakkat karşısında dirâyetlidir. Her hâdiseye bir imtihân-ı ilâhî nazarıyla bakar. Sabır onun istikāmetidir. Haçlıların hırçın fırtınasına göğüs germek, Moğol istilâsına karşı durmak ve İstiklâl Harbi’ne sebat göstermek; hep bu sabır ve metânetin eseridir. Sabır, vakte serilen samîmiyet secdesidir; metânet ise teslîmiyetin sînelerde konuşmasıdır. Gerçek şu ki, milletleri ayakta tutan en güçlü âmil, sabır ve metânettir. 
  1. Teemmül ve Hikmet: Müsbet düşünce yüzeyde kalmaz; derinlere nüfûz eder, kökleri araştırır. Acele hüküm vermez, fikrini olgunlaştırır. Türk-İslâm düşüncesi, bu teemmül feyziyle hem Gazâlî gibi bir muhakeme ustasını, hem Yûnus gibi bir irfan pîrini yetiştirmiştir. Daha nice şahsiyetleriyle hakîkatin bin bir penceresini aralamıştır. 
  1. Şefkat ve Merhamet: Olumlu düşünen kişi hemen yargılamaz, önce anlamaya çalışır. Kalbiyle bakar. Karşısındakini düşman değil, bir muhâtap olarak görür. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü, bu anlayışın meyvesidir. Medeniyetimizin, nebâtat, hayvânat ve eşyâya dahi gösterdiği ihtimam, hep bu şefkat iklîminden doğmuştur. Şefkat, kalbin aklıdır; merhamet ise aklın vicdânla uzlaştığı noktadır. 
  1. Muhâsebe ve Islâh: Mâkûl insan, her dâim kendini sorgular. Kendini düzeltmeden başkasını düzeltmeye kalkmaz. Hatâlarından ders alır. Eleştirinin mülâyim pınarlarına açıktır ve nefis muhâsebesine ziyâdesiyle önem verir. Bu tavır, toplumda ahlâkın ve adâletin sürekli diri kalmasını temin eder.
  1. Tevâzu ve Edeb: Müsbet düşünen kimse, bilginin ve mevkiin yaldızıyla kibirlenmez; edeb ve nezâket sancaklarını elden bırakmaz. Sözleri dâimâ yumuşak bir meltem, tavır ve hareketleri vakûr bir hilâl misâlidir. Her dâim “ben” değil “biz” anlayışını ilke edinir. Böylesi toplumda, asker de, derviş de, sultan da hep aynı edeb ocağında pişer. Tabiatıyla mevkiler cevher değil arazdır. 
  1. Umut ve İnşâ: Umut ve esenlik, zihnî olgunluğun ve kavî îmânın eseridir. Bir milletin evlatlarına bırakacağı en güzel mîras, ümittir. Çünkü umûdun himmeti, cihanşümûl bir gölgeliktir. İnsan, umûdun sırrını hâiz olursa, kuvvetini hiç kimse alt edemez. Zîrâ yiğitlik umûdun hizmetine memurdur. Umut yâren eylenirse, buhranlar bile yeni bir dirilişin ve haşmetli bir intibâhın müjdecisi olur.

Son hülâsa

Mâkûl ve müsbet düşünen insan, hem kendini hem de çevresini güzelleştiren mûnis bir bahçıvan gibidir. Bu çerçevede yukarıda kısaca izah ettiğimiz yedi vasıf, Türk-İslâm medeniyetinin hem insan yetiştirme düstûru, hem de cemiyet inşâsının esaslı ilkesidir. Bu cihetle görülmektedir ki medeniyetimiz, insanı anlamın merkezine yerleştiren bir hakîkat tasavvurudur; bu tasavvur, ancak mûtedil bir zihnin telakkîsiyle mümkündür. Zîrâ akıl ile mâkûlün hâkim olmadığı bir toplumda, bilgi sâdece teknikleşir; ahlâk ise, hesap cetvelinden öteye gidemez. Buna mukābil bizim geleneğimiz, teknik, hesap ve nicelikle birlikte, keyfiyet ve nitelik terbiyesidir. 

İnsanın inandığı ve yaşadığı şey ne ise, husûle getirdiği medeniyet de odur. Bu nedenle Türk-İslâm düşüncesi, aklı ilhamla, ahlâkı adâletle, bilgiyi irfanla buluşturmuş; ilmi sâdece bilene değil, husûsen yaşayana lâyık görmüştür. Bu bakış açısı İslâm toplumlarını her çağda yeniden diriltmiştir. Peki, son üç asırdır neden dirilemiyoruz? Çünkü kendi aklını kendi medeniyet tasavvuruna göre terbiye etmeyen bir zihniyet, başkasının târihi içinde kirâcı olmaya mahkûmdur.

Ölçülü olmak ve sükûnetle düşünmek, kavrama idrâkinin tezāhürüdür. İnsan, nasıl düşünürse öyle yaşar; nasıl yaşarsa öyle bir dünyâ kurar. Biz ki geçmişte soğukkanlı ve dengeli bir hayat nizâmıyla zamânın rûhunu ihyâ etmişiz. Zaman târihi yazarken, târih ise Türklük şuuruyla medeniyete dönüşmüştür. Bu sebeple, vakitlerin yeniden medeniyet aşkıyla örülmesi için, Türk aklına ziyâdesiyle ihtiyaç vardır. Zîrâ Türk aklı târih boyunca menfîleri müsbete, marazları ise mâkûle tebdîl eden intizam hâlesidir.

Temmuz 2025, sayfa no: 28-29-30-31

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak