Ara

Medeniyetin Âhengi

Medeniyetin Âhengi

Mânâ söze âmâde, söz ise dile müheyyâdır. Uçmak kanatlara, insan nefese muhtaçtır. Adâlet hakkı, hatır ise gönlü arar. Daha nice buna benzer misâller, hep bir intizâmın îcâbıdır. Çünkü Cenâb-ı Hakk, dünyâyı ve dahi kâinâtı bir âhenk ve denge üzere var etmiştir. Göz, nizam ve intizâmını isterken; akıl ilmek ilmek örülen ilmin desenlerinde görünmeyi arzular. Her şey ve herkes bir ölçü üzere Cenâb-ı Allah tarafından yaratıldığı için, bütün yaratılanlar fıtratı gereği künhünün ölçüsüne ulaşmayı gâye edinir.

İnsan, ölçüye en münâsip varlıktır. Bu münâsipliğin kâmil dereceye yükselebilmesi için hayâtın vezinleri İslâm ile tamam edilmiştir. İslâm, insana ve hayâta insicam katan değerler mecmuudur. Hâliyle tam bir düzen ve intizâmın sağlanabilmesinin ana şartı İslâm’dır. Bu söz, başka yerlerde bir düzenin olmadığından ziyâde, İslâm dışı düzenlerin sürdürülebilir olmadığı ve nihâyete eremeyeceğini ifâde eder. Yâni îmân etmemiş kişiler âhengin merkezinde yer alamaz, belki kenarında ve köşesinde bulunabilir. Îmânın temel desenlerinin neşvünemâ etmesi ve serpilmesi, ölçünün sâde ve güvenilir sınırlarında mümkündür. Zîrâ takvâ ehlinin gamzesi, ölçüdür. 

Ölçü, rastlantıların yolunda ve denk gelişlerin muhitlerinde yer almaz. Çünkü ölçünün hüviyeti meçhûl değil mâlûmdur. Bu sebeple mevcut bulunduğu karakteri şahsiyetli hâle getirir. Şahsiyet sâhibi kimseler, susarken ya da konuşurken, icrâ ederken veya sâkin kalırken ölçünün kapsama alanında olduğundan uçlara meyletmez. Sözün nâmusunu bilir ve muhafaza eder. Söz, bu kimselerin ağzında müsterih olarak vücut bulur. Yaygaranın ve çaçaronluğun girdâbına kapılmadan mânâyı teneffüs eder. Eylem aşamasına geçtiğinde de yine bütün cehdini ehemmiyeti hâiz hususlara yöneltir. Hâliyle Allah (cc) işini en güzel bir şekilde yapanları sevdiğinden dolayı, ölçü o kimseleri müessir kılar. Bu etkileyici husûsiyet, her alanda medeniyetin tomurcuklarını yeşertmeye azmeder. Yeşeren tomurcuklar cemiyetin kalbinde medeniyet yemişlerine dönüşür. 

Medeniyet, âhengin mihmandarlığında mütevekkil bir biçimde yol alırken varacağı yerden kat'î sûrette bir şüpheye ve umutsuzluğa düşmez. Medeniyetin hamurunda yabânîlik olmadığı için dâimâ beşâretin hânesini ihyâ eder. Yabânîlik ise îmânın ve tevekkülün remizlerini barındırmaz. Âhenk, yabânîlikten sıyrılmış bir şekilde kendi âhengini dahi Türk ve İslâm lafzında ve mânâsında bulmuştur. Kendini bulması akabinde, Türk-İslâm medeniyetinin temel izahlarından ve zeminlerinden biri hâline gelmiştir. Çünkü âhenk, tozlu düşüncelere selâm çakmadan muhâtabının gözlerine ve yüreğine odaklanmıştır. Bu sebeple medeniyetin nezdinde bulunduğumuz konumun neresi olduğunu bilebilmek için âhenkle ne derece hemhâl olduğumuza bakmamız iktizâ eder. 

Çehrelerin solgun hâli sevilmediği gibi hayâta dâir merhalelerin uyumsuzluğu da sevilmez. Hayat, zarif liflerle dokunduğu vakit, ruh tesellîsini demleyerek teslîmiyetini kayımlaştırır. Burada hoş bir dâire oluşur. Yâni selâm ifâdesinin barındırdığı anlamların inkişâfıyla mütekâmil bir atmosfer ortaya çıkar. Bu atmosferin zavallısı ve bîçâresi yoktur, bilakis diğergâmı ve paylaşımcısı vardır. Çünkü âhengin verdiği zarâfet insandaki kuvve-i mâneviyeyi güçlendirerek temâyüz etmesini sağlar. Mâneviyat ise hayâtın cümle unsurlarını ihyâ çerçevesinde nağmeleriyle dâimî olana yöneltir. Dâim olanın fermânını perdeleyen ve istilâ eden her şey âhenk yerine hengâmeyi beslediğinden, o toplumun necâtı tesâdüflere kalır. 

Tesâdüf, Türk-İslâm medeniyetinin sözünü kesen ölçüsüzlüklerden biridir. İntizâmın rûhunu bunaltan ve kader mefhumunun ümüğünü sıkan meczup bir peyk görümündedir. Bu sebeple medeniyetimiz, tesâdüften ziyâde tevâfuk ile yola revân olmayı uygun görmüştür. Uygun olan mâkûl olandır, tabiatıyla mâkûl olan her şeyin ilmî altyapısı mevcuttur. Bütün âhenkler ilimle intibâh eder ve ilimle olgunlaşır. Âhengin hâlelerinin her bir noktasında hem muhtâriyet hem de irtibat bulunur. Bu irtibat, çiçek ile yemiş, otacı ile şifâ ve nîmet ile şükür gibi lâzım-melzum hükmündedir. Netîce itibâriyle Cenâb-ı Hüdâ’nın kâinattaki düzen ve ölçü nişânelerini ecdâd-ı izâmımız, medeniyet başlığı altında bir araya getirmiş ve hayâta aksettirmiştir.

Kâinat bir ölçü üzere var edilmişse kâinâtın bir parçası olan dünyâ ve dünyânın her bir unsurunun bir nizam mahrekinde yol alması gerekir. Bu sebeple Türk-İslâm medeniyeti nizâm-ı âleme meftundur. Âlem, nizâmına kavuşursa, hayat denilen mefhumun anlatacağı hikâyeler daha anlaşılır olacaktır. Anlaşılmak önemlidir ve her nefsin istediği bir husûsiyettir. Çünkü anlaşılmanın gözleri güzel rüyâlara, anlaşılmamak ise kâbuslara meyillidir. Bu sebeple anlaşmanın ve anlaşılmanın âhenk ile bağları çok sıkıdır. Anlaşanların beden ölçüleri birebir uymasa da zihin ve fikir zemîninde ortak mutâbakata varırlar. Mutâbakatın temelinde de yine âhengin nişâneleri vardır. Uyumun endîşesiz hisleri gönül mutâbakatı ile yücelir. Yücelik ve ululuk mevzûu ise yine îman-âhenk orantısında tezâhür eder. Herkesin yücesi kime veya kimlere, neye yâhut nelere îmân ettiğiyle alâkalıdır. Her îlân edilen yüce, hakîkatte öyle olmayabilir. Fakat yüceliği kendi cevherinin îcâbı olan ve birilerinin yüceltmesine ihtiyâcı olmayan tek bir yüce var ki, onu yüceltenlerin îmânı ve fıtratı münâsip olana âşinâdır. Bu gerçek uyumun melodileriyle yücelik nâmına bütün merakları cevaplar ve her cevap yeni bir yüceliğin merâkına kapı aralar.

Kadîm geleneğimizde âhengin mahrem ve ifşâ dengesini de belirtmekte fayda bulunmaktadır. Âhenk, mahremin hassâsiyetine hâlel getirmemek üzere konumlanmıştır. Taş yerinde ağırdır misâlinden mülhem konumunu kaybeden her ölçü mahremi ifşâya sürükler. Medeniyet şifrelerinde münâsiplik rûhunu görmemek imkânsızdır. Nefesleri beste hâline getiren bu rûhun, taşları ulvî mekânlar hâline getirmesine de şaşmamak gerekir. Mekân, inşâ ahlâkıyla insana tesir ederken insan ise içinde bulunduğu etkileriyle zamânı saâdete tebdîl eder. Bunlar hep ölçünün üslûba, üslûbun âhenge sadâkatinden ileri gelir. 

Dünyânın bir denge üzere yürüdüğünü bilen her nefis, müphemliğin bulutlarını bertarâf etmek üzere canhıraş çalışmalıdır. Bu gayreti, hükmetmek ya da egemen olmak için değil durgunluğun acı yüzünü aşırılığın şımarıklığına denk getirmek için kullanmalıdır. Çünkü elimizden alınan âhengin ve intizâmın yansımaları batan güneş gibi son ışıklarıyla karanlığa saplanıyor. Saplantı, bağnaz ve kesif düşüncelerden beslendiği için âhenge ve dengeye muhaliftir. Müslümanların neleri saplantı hâline getirdiğinin resmi tuhaf bir portrenin anatomisinden farksızdır. Hâlbuki bizim medeniyetimizin izlerinden biri de başkalarından ve başkalarının işlediklerinden farkımızın olmasıdır. Biz dediğimiz şey, burada vekâletin tedirginliğinden asâletin eminliğine zarif kavisler çizen gelenektir.

Bizi sun'î ve dolambaçlı hallerden sıyıran, söz ve davranışların orantılarını gökkuşağı kadar güzel eyleyen, minârenin alemindeki mefkûreyi, kuşların yuvasıyla birleştirebilen âhenk ve muvazene, uzun süredir semtlerimizden başka yerlere göç etmiş gözüküyor. Âile münâsebetlerindeki intizamsızlıktan mı, yoksa îmar kargaşasının hırsından mı söz edelim? İnsanın anlam aramayışını mı, ya da anlamın Müslümanları terk etmesini mi konuşalım? Hangi yana bakarsak bakalım âhenksizliğin sarsıntılarıyla dağınık bir halde gözüküyoruz. Ticâretimiz ahlâkî dengesizlikle harama bulaşmışken, mâneviyatımız modernizmin kavramlarıyla kan ter içinde boğuluyor. Sözlerimiz ağır ve katı hâliyle, yürekleri tartışmaya ve düğümlere sevk ediyor. Mekânlarımız boğucu ve alelâde manzarasıyla herhangi bir boyuta kapı aralamıyor. Hâlbuki kadim geleneğimiz boyutların âhengiyle tecessüm etmiştir.

İslâm medeniyetinin kaç kalbi vardır bilemem, lâkin âhengin ve ölçünün medeniyetimizin kalbi olduğuna emînim. Binâenaleyh, medeniyete inananların âhenk ve ölçüyü yâren eylemesi şarttır. Kazanırken veya harcarken, gülerken yâhut ağlarken hep muvâzene üzere yürümeyi şiâr edinmek gerekir. Çünkü akıl ve îman, ölçü ile tezyîn edildiğinde nitelik kazanır. Usûl, üslup, zarâfet ve âhengin imtizâcıyla yeniden başlamak ya da yaralarımızı iyileştirip yola devâm etmek boynumuzun borcudur. Çünkü âhengin bir yüzü de vebâle hamallık etmemektir.

Nisan 2023, sayfa no: 52-53-54

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak