Ara

Kur'ân'ı Terkedenler

Kur'ân'ı Terkedenler

Kur'ân'ı okumağa hidâyet-i ilâhiyye erişmiş iken Kur'ân okumağı terk eden ve Kur'ân ile amel etmeyen kimsenin azâbı hakkında ve diğer bâzı mâsiyet işleyenler hakkında:

Semüre bin Cündeb -radıyallâhu anh- demiştir ki:

“Nebî -sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem- sabah namazını kılınca yüzünü bize döner:

- Bu gece sizden kim rüyâ gördü? diye sorardı.

Eğer birisi rüyâ görmüşse onu dinler ve tâbir ederdi.

Yine bir gün sordular, biz de; “Hayır, rüyâ gören yoktur.” dedik.

Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:

"Lâkin bu gece ben bir rüyâ gördüm: İki melek bana geldi. İki elimi tuttu. Beni düz bir fezâya çıkardılar. Orada bir kimse oturuyordu. Diğer bir adam da ayakta duruyordu. Elinde demirden çatal bir kanca vardı. Ayakta duran adam bu çatal kancayı oturan kimsenin ağzının sağ tarafına tâ kafasına kadar sokuyor, ağzının bu kısmını parçalıyordu. Sonra ağzının sol tarafına da böylece sokuyor o tarafını da parçalıyordu. O sıra ağzının sağ tarafı iyi olmuş bulunuyordu. Bu defa buraya dönüyor yine kancayı sokup parçalıyordu.

Meleklere ben:

- Bu adam kimdir ve bu hal nedir? dedim. Melekler:

- Hiç sorma, ileri geç, dediler. Birlikte ileri gittik. Arkası üstü yatmış bir adamın yanına geldik. Bunun başı ucunda da bir adam oturmuş elinde yumruk kadar bir taş. Bununla yatan adamın başını kırıyordu. Taşı başına her vurduğunda yuvarlanıp gidiyordu. O adam da taşı almaya arkasından koşuyordu. O dönüp gelmeden bunun başı iyi oluyor eski haline avdet ediyordu. O adam taşı alıp gelince yine başına vurup eziyordu.

Meleklere ben:

- Bu adam kimdir? diye sordum. Melekler de:

- Hiç sorma, ileri yürü, dediler. İleri gittik. Fırın gibi altı geniş, ağzı dar bir deliğe eriştik. Bu deliğin altında ateş yanıyordu. Ateş alevlenip yükseldikçe içindeki insanlar da alevler içinde yükseliyordu. Hattâ delikten çıkmağa yaklaşıyorlardı. Ateşin alevi sâkinleştikçe aşağıya dönüyorlardı. Burada çıplak erkekler ve çıplak kadınlar vardı. Bu iki meleğe ben:

- Bunlar kimdir? diye sordum. Melekler bana:

- Hiç sorma, ileri git. dediler. Yürüdük. Tâ ki, kandan bir ırmak içinde ayakta bir adam dikiliyordu. Bu ırmağın kenarında bir adam duruyordu. Önünde nar gibi yuvarlak taşlar bulunuyordu. Irmaktaki adam yüzerek sâhile doğru gelip çıkmak isteyince sâhildeki adam çenesine bir taş atıyor nehirdeki adamı eski yerine iâde ediyordu. Çıkmak için sâhile gelmeye teşebbüs ettikçe sâhildeki hemen çenesine bir taş fırlatıyor onu eski yerine çeviriyordu. Bu iki meleğe ben:

- Bu nedir? diye sordum. Melekler:

- Sorma ileri yürü, dediler. Birlikte yürüdük. Yeşil bir bahçeye vardık. Bu bahçede büyük bir ağaç vardı. Altında bir ihtiyar adamla birtakım çocuklar da bulunuyordu. Bu ağacın yakın bir tarafında birisi önünde ateş yakmakla meşgûldü. Melekler benimle bu ağaca çıktılar. Beni bir eve koydular ki ben bundan güzel bir ev görmedim. Burada ihtiyar, genç, birtakım erkekler kadınlar, çocuklar vardı. Sonra buradan daha güzel ve daha kıymetli bir eve koydular. Burada da ihtiyarlar ve gençler vardı.

Sonra meleklere:

- Beni bu gece iyi gezdirdiniz. Şimdi bana gördüğüm şeyleri bildiriniz. Melekler de:

- Evet anlatalım, dediler. Hani şu başı ağzı parçalandığını gördüğün adam yok mu, bu bir yalancı idi. Dünyâda dâimâ yalan söylerdi. Bunun neşrettiği yalan âfâkı tutardı. İşte bu yalancı kıyâmet gününe kadar bu sûretle azâb olunacaktır, dediler. Elinde demirden çatal kanca ile ağzının içine tâ kafasına kadar sokup kâh sağ, kâh sol tarafı parçalanan adamdır.

 

Hani şu başı ezildiğini gördüğün adam yok mu! Cenâb-ı Hak bunun Kur'ân öğrenmesini hidâyet etmiş de bu nîmetin kadrini bilmeyerek bütün gece uyku uyumuştu. Gündüz de Kur'ân ile amel etmemişti. Bu da kıyâmet gününe kadar böylece azâb edilecektir. Bu da yumruk kadar taş ile dâimâ başı ezilip parçalanan ve iyi olup tekrar parçalanan adamdır.

 

Hani delik içinde ateşte yanan çıplaklar yok mu! Bunlar da bir alay zinâ edenlerdir. Bunlar da ağzı dar altı geniş fırın gibi ateşte alevler içinde yanıp cesetleri havalanıp deliğin ağzına kadar yükselen zinâ eden çıplak erkek ve kadınlardır.

 

Kan nehrinde gördüğün de fâiz yiyen kimselerdir. Bunların çenesine nar gibi yuvarlak taşlar atılıp nehrin ortasına iâde edilen kimselerdir.

 

Ağacın dibindeki ihtiyar, İbrâhim Halîl -aleyhisselâm-'dır. İbrâhîm'in etrâfındaki çocuklar da insan evlâdlarıdır. O ateşi yakan da cehennemin bekçisi Mâlik'dir. Girdiğin birinci ev bütün mü'minlerin köşküdür. İkinci gördüğün muhteşem saray da şehidlerin sarayıdır. Ben Cibril'im, bu da kardeşim Mikâil'dir dediler. Sonra:

- Yâ Muhammed -sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem- başını yukarıya kaldır, dediler. Başımı kaldırdım. Ne göreyim? Yukarıda beyaz bayrak misâli bir bulut... Melekler:

- İşte burası senin makâmındır, dediler. Ben de:

- Bırakınız, şu makâmıma gideyim, dedim. Melekler:

- Hayır, daha senin tamamlamadığın bâkî ömrün vardır. Onu ne zaman tamamlar isen o zaman menziline gelirsin, dediler."

Nisan 2023, sayfa no: 34-35

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak