Ara

Kur’ân Öğrenmek -3-

Kur’ân Öğrenmek -3-

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’dan Rasûlullah (sav) Efendimizin şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur:

"Hiç bir peygamber yoktur ki, ona bir mûcize verilip de o mûcizelere îmân ile o peygamberi tasdîk etmiş olmasınlar. Benim de büyük ve açık mûcizem Kur’ân’dır ki böyle bir kitap hiç bir peygambere verilmemiştir. Bu cihetle ben peygamberlerin en çok ümmetlisi olacağım. Bana bir Kur’ân mûcizesi verildi ki bu Kur’ân kimseyi sihir gibi zan, vehim ve hayâle düşürmez." (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 11/261)

Mûsâ -aleyhisselâm-’a verilen asâ mûcizesi:

Mûsâ -aleyhisselâm-’ın asâsı derhal uzun ve azgın yılana inkılâb eder, sâhirin sihirlerini iptâl ederdi. Diğer peygamberlerin mûcizeleri onların hayâtı zamanında yaşamış. Onlar munkarız olunca mûcizeleri de o zamâna münhasır olmuş yāni munkarız olmuş, geçmiş peygamberlerin mûcizelerini görmek o zamanda yaşayanlara münhasır kalmıştır. Halbuki hâtemu’n-nebiyyîn -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretlerinin Kur’ân mûcizesi kıyâmete kadar bâkîdir.

Zamân-ı saâdette belâğat meşhur idi. (İsâ -aleyhisselâm- zamânında tabâbet, Mûsâ -aleyhisselâm- zamânında sihir meşhûr olduğu gibi.)

Asr-ı saâdette dahî meşhur şâirlerin şiirleri, kasîdeleri senenin muayyen gününde Sûk-ı Ukâz’da teşhîr edilir, birinciliği kazanan şiirler atlas kumaşlar üzerine yazılarak Kâbe’nin duvarına asılırdı. Bu sûretle Kâbe duvarına meşhur olarak yedi şiir asılmıştı. Buna muallekāt-ı seb’a denir idi. İmru’l-Kays’ın şiiri Kâbe duvarında en başta asılır idi. Fakat Kur’ân-ı azîmü’ş-şânın fesâhat ve belâğatı Kâbe duvarındaki asılı olan şiirleri çürüttüğünden kendi elleriyle Kâbe duvarından indirmişlerdir.

Cenâb-ı Hakk -azze ve celle- Kur’ân-ı Hakîm’inde fermânıyla şâirleri, edibleri müsâbakaya dâvet etti:

“Ey muârızlar! Kur’ân gibi bir söz getiriniz!

Kur’ân’ın kısa bir sûresi gibi bir sûre getiriniz!

Kısa bir âyet kadar bir âyet olsun getiriniz!” (Bakara 23, İsrâ 88, Tûr 34) buyurdu. 

Müseylimetü’l-Kezzâb sahte nübüvvet iddiāsında bulunmak küstahlığına cüret etmişti. Hâşâ Kur’ân’a nazîre olarak Sûre-i Kāria’ya nazire kasd edip:

“Fil nedir? Fil ne bildirdi sana ki, fil nedir? Bir hurmalığından ipe benzer kuyruğu vardır. Bir uzun hortumu vardır. Tahkîkan bu bizim Rabbimizin halkından azdır...” sözleriyle sanki Kur’ân’a nazire söylemiş oldu. Kezâ bir sözünde; “Ey kurbağa, nice bir ötersin? Yukarın suda, aşağın balçık içindedir. Ne suyu bulandırabilirsin ne içen kimseyi men edebilirsin.” diyordu.

İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyete göre:

Rasûlullah (sav) zamânında Müseylimetül-Kezzâb Medîne’ye geldi ve: “Eğer Muhammed (sav) kendisinden sonra beni yerine halîfe kılarsa kendisine uyarım!” dedi. Kendisi Benî Hanîfe Kabîlesi'nden olup berâberinde kavminden kalabalık bir cemâat da gelmişti. Rasûlullah (sav) Müseylime’nin yanına gitti. Berâberinde hatîb-i Rasûlullah Sabit bin Kays da vardı. Rasûlullâh’ın elinde hurma dalından bir değnek bulunuyordu. Kavminin içinde oturan Müseylime’nin karşısında durdu. Onunla İslâm hakkında görüştü. Müseylime nübüvvet pâyesinden kendisine bir hisse verilmesini istedi.

Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- cevâben: 

- Değil nübüvvetten bir pay, (elindeki hurma dalına işâretle) şu dal parçasını benden istesen onu bile sana vermem. Sen de Cenâb-ı Allâh’ın hakkındaki hüküm ve takdîrini tecâvüz edemezsin! Eğer sen bana ve Cenâb-ı Hakk’a muhalefet eder isen Kādir-i Mutlak hazretleri seni muhakkak helâk eder. Ve sanırım ki sen, sende gördüğüm eşkâle, alâmete göre rüyamda bana gösterilen kişisin. İşte bu zât (Hatîb, Sabit bin Kays’a işâret ederek) cevap verecektir, buyurdu. Sonra Müseylime’nin yanından ayrıldı. (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 10/410)

Müseylimetü’l-Kezzâb, nübüvvet iddiasında bulunup kendi zu’munca keenne bir kuyunun suyunu çoğaltmak murâd ederek kuyunun içine tükürdü, derhal o kuyunun içindeki su dahî kurudu. Bir kimsenin ağrıyan gözüne tükürdü derhal gözü kör oldu. Bu sûretle daha dünyâda iken Cenâb-ı Allah -azze ve celle- yüzünü kara eyledi.

Müseylimetü’l-Kezzâb evvelce Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e bir mektup göndermişti. Arzı yarı yarıya bölüşmelerini tavsiye etmişti. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- cevapta arzın Cenâb-ı Allâh’a âit olduğunu, onu kime dilerse ona bahşedeceğini beyân buyurmuştu.

Müseylime, Hazret-i Ebû Bekiri’s-Sıddîk’ın zamânında nübüvvet dâvâsında bulunarak isyân etmişti. Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh- Müseylime’yi mübârezeye dâvet etmişti. Korktuğundan dâvete icâbet edememiş, sahte peygamber olduğunu taraftarları anlamıştı.

Duvarlı bir bahçeye ilticâ etmiştir. Ebû Dücâne -radıyallâhu anh-; “Beni duvardan içeri atın.” deyince onu fedâî olarak duvardan içeri attılar. Ayağı kırıldığı halde mürtedlerle çarpışarak bahçenin kapısını açmağa muvaffak oldu. Nihâyet kendisi rütbe-i şahâdete nâil olarak rûh-u pür-fütûhu makām-ı â'lâya kavuştu.

Vahşî dahî Hazret-i Hamza’yı -radıyallâhu anh- şehîd ettiği harbe ile Müseylimetü’l-Kezzâb’ı katletti. Bu vak'ada yirmi binden ziyâde kişi katlolunmuştur. Ashabdan nice kibâr-ı ricâl ve 70 kadar hâfız da şehîd olmuştur.

Temmuz 2022, sayfa no: 32-33

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak