Ara

Kader Coğrafyadır

Kader Coğrafyadır

İnsan, kâinâtın kıblesidir. Çünkü bütün renkler, kokular, düğümler ve çözümler insana yönelir. Cümle unsurlar, aklın sāhibine nazar eder ve mevcûdiyetini bu nazarla kāim kılar. Muazzam hesap ve sırlarla donatılmış evren, sonsuzluğa açılan ufuklarıyla hazînelere mâliktir. Dünyâ, bu hazînelerden sâdece birisidir. Tabiatıyla bütünün bir parçası olan dünyâ da insana döner ve yolu insanlığın yörüngesinde seyreder. Dünyâ âlem içinde küçücük olsa da, kendi başına büyüklük arz eder. Bir noktasında güneşin kavurucu sıcaklığı diğer noktasında ayazın inkârsız titrekliği hüküm sürer. Bir yerinde göçebe anlayış, başka yerinde yerleşik kültürün nişâneleri akar. Her ayrıntı coğrafyanın ayrıntılarında farklı bir hayâta kapı aralar. Nihâyetinde hayat, coğrafyanın nefesleriyle soluklanır. 

Coğrafya, yaşam muhîtinde her ne kadar insanın kâhyası hükmünde olsa da, çeşit çeşit halleri ve cilveleriyle onu etkilemeye muvaffak olmuştur. Bu tesir, muhtelif yerlerde öylesine kudretli bir hal almıştır ki, bilginler böylesi bir güce kayıtsız kalamamıştır. Aristo’dan El-Cahiz’e, İbn Haldun’dan Durant’ta kadar birçok ecnebî ve İslâm âlimi mezkûr konuda görüşlerini beyân etmiştir. Zîrâ çevre, ihtiyaçlardan mesleklere, üretimden tüketime kadar birçok âmili kapsar. Her âmil ferdi ve içtimâî yapıyı ziyâdesiyle etkilediğinden, gerek bedensel gerekse zihinsel konuları bütün açıklığıyla kadere dönüştürür. Yâni “coğrafya kaderdir” tesbîtini zorunlu kılar. Bu saptamayı İbn Haldun yapmasaydı da başka bir Türk-İslâm bilgini yine söyleyecekti. Lafız böyle olur muydu bilemem, lâkin mânâ tam anlamıyla bunu içine alırdı. 

Mekân-insan ilişkisinin dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki boyutu vardır. Uhrevî boyutu hakîkatin anlaşılmasında aracı olarak kullanılır. Dikkat edilirse cennet ve cehennem târiflerinin muhtevâsı genellikle çevre ve tabiat unsurlarıyla izah edilir. Çünkü insanın algısı, yaşadığı coğrafya ve çevresi üzerinden şekillenir. Bundan dolayı çevrenin uhrevî yüzü somut unsurlarıyla sezgilerin kanallarında yol alır. Mekânın dünyevî tarafı ise oldukça geniştir. Kişinin karakterini, lisânını, serüvenini, idrâkini ilâ âhir.. doğrudan etkiler. Çünkü çevre faktörü fikrin imgelerinin izahlarına dokunur. Filvâki coğrafya, maddî açıdan müreffeh bir hayâtı veya kıt kanâat çilenin zemînini teşkîl eder. Bir tarafta emniyet içinde yaşamayı başka bir yerde ise tehlikenin yükünü çoğaltır.

İnsanoğlu mekânla şekillenirken, mevcut bulunduğu değerler sistemiyle mekânı yâni çevreyi de şekillendirir. Müzâhir olunan değerler Rahmânî ise etrafta çevre ahlâkı husûle gelir, şâyet uhrevî atmosferden uzak bir anlayışın peşinden gidiliyorsa tahrîpkâr manzara ortaya çıkar. Bu durum bāzıları için nihâyet iken bir başkası için bidâyet olabilir. Yâni öncekilerin ihyâsı veya tahrîbâtı sonrakiler için farklı bir çevre anlamına gelir. Bu durumda kimisi ahlâklı bir çevreye gözünü açarken kimisi ise harâbât ehlinin bilançosunun cezâsını yüklenir. Sonuç olarak her iki durumda da gelecek nesillerin medeniyet tasavvuru derinden etkilenir. 

Medeniyetlerin kader çizgisi coğrafyanın ve onun iklîminin dâiresinde şekillenir. Büyük acun içinde her toplum kendi muhîtini bir şekilde belirlemeye ve kendini oraya mukîm kılmaya çalışır. Fakat coğrafyalar milletler için ebedî olmayabilir. Çünkü çoğu toplumlar asırlarca karakterlerine münâsip yurdu arar. Bu duruma en iyi örneği Türk milleti üzerinden vermek mümkündür. Türkler, kadîm topraklarında husûle getirdikleri kültür numûnelerini yeterli görmemiş, ebedî yurt olarak yerleştikleri Anadolu coğrafyasında cihanşümûl kodlarla varlıklarını inşâ etmişlerdir. Anadolu iklîminin Türk fıtratına daha mâkûl ve makbûl olması dolayısıyla kaderleri burada kesişmiş ve mütemâdi bir yükseliş eğilimi göstermiştir. Bu yükseliş emsâlsiz meyveler sunarak dünyâ mîrâsına altın çağları hediye etmiştir. Tabii bu altın çağların tesisi sâdece coğrafya mefhumuyla izah edilmez. Lâkin gayretlerin büyük bir mîrâsa dönüşmesinde coğrafya ve çevre faktörü ziyâde rol oynamıştır.

Coğrafya, bāzı kültürlerin işleyen çarkları, bāzılarının ise kaçınılmaz alınyazısıdır. Daha açık ifâdeyle şöyle izah edelim. Üç farklı bölge düşününüz. Birincisi tarıma, ikincisi hayvancılığa ve üçüncüsü ticârete daha münâsip olsun. Birinci bölge ılıman, ikincisi karasal ve üçüncü bölge ise iki iklimi de ihtivâ eden özellikte bulunsun. Birinci coğrafya daha düz ve ovalardan oluşsun, ikincisi dağlık ve engebeli, üçüncüsü de yine karma bir özellikte olsun. Bu üç coğrafyanın insanını hangi çağda olursa olsun hayâl ettiğimizde kıyâfetten mutfağa, şiirden mûsikîye, âile yapısından içtimâî ahvâle kadar her şey kendine münhasır olacaktır. Evler farklı malzemelerden inşâ edilecek, öncelikler tamâmen ayrı bir sûrette cereyân edecek ve beklentilerin değer basamakları birbirine benzemeyecektir. Bu durum, tesbitlere, metotlara ve hükümlere doğrudan etki edecektir. Kimi toplum heybete kimisi tevâzua meftûn olacaktır. Kimi vicdânını kimi cüzdanını önceleyecektir. Kimi taşa, kimi toprağa ve kimi ise yapay malzemelere temâyül gösterecektir. Kimi mütevâzı yuvanın sıcaklığında huzur bulacak, kimisi budalaca riyânın girdâbında ezilecektir. Mezkûr hususlar çerçevesinde baktığımızda coğrafyanın insanı, âileyi, toplumu ve kültürü nasıl değiştirdiği bütün sarîhliğiyle görülmektedir.

Coğrafya öylesine güçlü ve müessirdir ki târihin seyrinin bile değişmesine sebep olabilir. Asya’ya sığmayanlar batıya yönelir, birçok topluluğu harekete geçirir ve kavimler göçü oluşturarak Roma’yı ikiye böler. Medîne’ye hicret edilir ve sonsuz nûrun yanmasına vesîle olur. Kızılelma hayâli İstanbul’u Türk ve İslâm yurdu kılar. Bunlar hep coğrafyanın kader imtiyâzıdır. Tabii kimine göre imtiyaz kimine göre tenzîldir. Sınıfların, zümrelerin, kültürlerin, dinlerin ilâ âhir.. coğrafyalar ile tekāmül ettiği veya tahrîbâta uğradığı tartışılmaz bir gerçektir. Firavunlar Asya’da yaşasaydı piramitleri, Çinliler Afrika’da yaşasaydı Çin Seddini inşâ edemezdi. Ya da bu cesâmette bir şey inşâ etmeye sebep olmazdı. Olacaksa da mîmârî olarak farklı şekiller tasarlanırdı.

Coğrafya ve berâberinde iklim, uygarlıkların ve medeniyetin aynı zamanda kasasıdır. Bu kasanın doluluğuna göre kültürler maddî hacmini belirler. Örneğin bir medeniyetin inkişâf ettiği yerde zelzele kol gezerse oranın mîmârîsi her an ölüm döşeğindedir. Mamâfîh insan kaynağı tehlikededir. Hüzünler kapıdadır. Ya da bir medeniyetin intibâh ettiği bir çevre zengin mādenlere ve bereketli arâzilere sāhipse, başka manzaralar tezāhür eder. Maddî açıdan câzibe merkezi olur. Sanat ve edebiyat sâir çevrelere nazaran farklılık arz eder. Bu tip coğrafyalar aynı zamanda savaşların ve barışların çekim merkezidir. Yâni değerli olana herkesin meylettiği bir gerçektir bu bölgeler. İmkânlar bāzan tekāmül ettirir, bāzan da yokluğa sebep teşkîl eder. Böylesine tenâkuz dolu ahvâlin medeniyete olan katkısı ise kültür numûnelerine doğrudan katkı yapar. Çünkü kültür numûneleri insana dâir her husustan beslenen bir damar yapısına sāhiptir.

Medeniyetleri derinden etkileyen coğrafya, remizleriyle okunmalıdır. Örneğin Ayasofya’nın İstanbul’da inşâ edilmesinin sebeplerinden en önemlisi mekândır. Filhakîka coğrafya-târih ilişkisi, mekân-insan ilişkisiyle irtibatlıdır. Yüce Mevlâ, İslâm-Türk medeniyetinin bildiğimiz evsafta vukû bulması için Talas Savaşını, Dandanakan Savaşını, Malazgirt ve Çanakkale Muharebelerini takdir buyurdu. Türk boylarının yüzünü batıya döndürdü. Âmirlerin ve âlimlerin kalbinde Anadolu’nun ateşini harladı. Şâyet ata yurdunda veya başka bir bölgede kader tâyin etseydi târih bugünkünden farklı işleyecekti. Yâni kader coğrafya olacak idi. Böyle olması da kaderi mevcut coğrafya ile buluşturdu. Görülmektedir ki çevre dediğimiz mefhum sâdece sonuç değil, aynı zamanda sebeptir. 

Coğrafyanın medeniyetlere etkisinde sonuçlar sebepleri ve sebepler de sonuçları doğurur. Bu hakîkat bize lütufların cevher mi yoksa araz mı olduğunu gösterir. Medeniyetin cevher veya araz olduğu husûsu, onu meydana getiren âmiller kadar mühimdir. Bize göre medeniyet arazdır. Cevher ise hakîkattir, değerler ve ilkeler mecmûudur. Bunlara hürmet göstermek kaydıyla bir hazîneye mâlik olmak veya ulaşmak en makbûl olandır. Bu mûteberliğin yegâne yurdu İslâm’dır. Binâenaleyh İslâm ile vücut bulan hârikulâdeliklere medeniyet adını veriyoruz. Yâni cevher, İslâm’ın bizâtihî kendisi olan kıymetler bütünüdür. Fakat medeniyet açısından baktığımızda coğrafya öyle bir yerde durmaktadır ki ne cevher tanımına girmekte ne de araz tarafında kalmaktadır. Durgun bir hâli olmasına rağmen bütün hareketlerin merkezidir. Her hâliyle esastır, ancak çoğu kimseler etkisiz ve tâlî bir unsur gibi görür. Fakat çevre faktörü medeniyetin kurucu sütunları arasında yer alır. Çünkü bütün hülâsaların ve ayrıntıların sebeplerinde ve sonuçlarında varlığını ortaya koymuştur.

Temmuz 2023, sayfa no: 54-55-56-57

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak