Ara

İstikamet Tasavvuru

İstikamet Tasavvuru

Şüphe yok ki yanlış terâzîde doğruluk tartılmaz. Çünkü bir şeyin doğruluğu sâdece kendisiyle mahdut değildir. Doğrunun sonucuyla birlikte sebebi de mühimdir. Meselâ hırsızlık ile elde edilen malla yardım yapılmayacağı gibi, intizam sağlayacağım diye zulüm de yapılamaz. Vâkıa, hiç kimse hîlekârlığın kazanımlarıyla âbâd olmamıştır. Bu sebeple, ezelden ebede ve başlangıçtan nihâyete kadar hakîkî bir duruş gerekir ki, biz bu duruşa istikāmet diyoruz. 

Dünyâ hayâtı, ferdî ve ictimâî sâiklerin toplamıdır. Elbette dünyânın bir de âhiret tarafı vardır. Bu iki cihetin varlığı, ilâhî bir rahmettir. Çünkü adâleti sağlamak için terâzîye iki kefe gerekir. İnsan da öyle değil midir? Beden ve rûhun birleşimiyle teşekkül eder. Nisyan ve ünsiyetin çizgisinde hesâba çekilir. Hesâba çekileceğini bilen insan, doğumun ve ölümün iki yüzünü de düşünerek zihninde istikāmet çizelgelerine ihtiyaç duyar. Bu hassâsiyet ile hırslara, heveslere ve ihânetlere takılmadan yol alır. Yol üzerinde, kendini arayanların müktesebâtıyla nakışlarını belirler ve istikāmet tomurcuğuna durmaya başlar. 

Kavramların anlamları, ilmî ve amelî olmak üzere tezāhür eder. İstikāmetin amelî mesûliyeti ancak nasip anlayışıyla izah olunabilir. Nasip, hem bir paydır, hem de tâlihin kavisleriyle örülmüş kutlu mîrastır. Fakat her zaman sâhip olmakla tebârüz etmez, sâhip olmamak/olamamak da nasip işidir. İnsânî ve İslâmî tavır burada ortaya çıkar. Çünkü herkes istihkākını tavrıyla kazanır. Kimi susarak gālip gelir, kimi konuşarak mağlûp olur.

İstikāmet, sükûtun anlamını, konuşmanın îcâbını ve mücâdelenin mukaddesliğini belirleyen terâzîdir. Burada bizim karşımıza Türkçe'nin iki önemli eylemi çıkmaktadır: Sormak ve hatırlamak. Aziz Türkçe, eylem dilidir. Derin mânâları ihtivâ eden kelimeler, genellikle fiillerde toplanmıştır. Şöyle ki: Türkçe, miskinliği dâimâ reddetmiştir. Dünyâ dönüyor ve âlem hareket ediyorsa, insan da bu halden vâreste kalmamalıdır anlayışıyla, cehdi ve gayreti usûl hâline getirmiştir. Onu da diline teşmîl etmiştir. İşte bu hakîkatten mülhem, sormak ve hatırlamak, hazînelerin kapısı, kapının anahtarı ve anahtarın şifresidir. Şifreyi çözmek ise istikāmet ile mümkündür. Sormak ve hatırlamak mârifetiyle istikāmet şifresi çözülünce hudutsuz kapılar açılır, sınırsız imkânlara mâlik olunur. İhmâller, boşluklar, benlikler, bahaneler ve eğrilikler kader ve keder olmaktan çıkarak zamânın haznesine yerleşir. 

Bilinmelidir ki sormadan ve hatırlamadan, fikrî istiklâl ve istikbâl mümkün değildir. Çünkü sormayan hatırlayamaz, hatırlayamayan istikāmetini bulamaz. Bulunmayan kayıptır. Kaybedenlerin ve kaybolanların gönlünde aşk ne gezer? Oysa ki biz, medeniyet harcını aşk ile yoğururuz. Medeniyetin cümle unsurlarında aşkın râyihasını koklar ve onun rengiyle ışıldarız. Aşkı medeniyet eyler ve medeniyete âşık oluruz.

Üç Veche, Üç İzah

İstikāmet tasavvurunun üç mühim vechesi mevcuttur. Bunlardan birincisi yön ve cihet mânâlarını içerir. İkincisi doğruluk ve dürüstlüğe denk gelir, üçüncüsü ise İslâmî ve insânî şuurun mâkes bulduğu müstakîm bir hayâta tekābül eder. Bu üç kutlu kolun birleştiği saha ise medeniyete açılır.

İstikāmet ile medeniyetin birleşme noktaları, tasavvur vecheleri üzerinden yine üç sahada kendini gösterir. Birincisi, hak yolunda mücâdele etmek, hakkın muhîtlerinde sebâtkâr olmak ve sâdece hakka münhasır kalmaktır. Kişiler ve milletler, yönlerini belirlerken elbette ki inanç ve kültürlerinden yola çıkarlar. Türk-İslâm ümmeti de yolunu ve yönünü dînine ve töresine göre tâyin etmiştir. Medeniyet yolculuğuna da bu cihetten yürümüştür. Bizim medeniyetimiz hak mevsimlerinde çiçek açar, hakkın meyvesine durur ve kerâmetini hakka sâdık kalarak gösterir. Bu sâyede yönünü doğru tâyin ettiği için, nefis ve arzuları dahi istikāmet bulur.

İstikāmet bulmak için doğruluğu ve dürüstlüğü itiyâd hâline getirmek îcâb eder. Kadîm kültürümüz, “Harama hîle karıştırmayın” der. Şâir ise “Sevaplar bir kenara, günâhın bile âdâbı olduğunu” belirtir. Çünkü İslâm medeniyeti, doğruluğun üzerine kırağı yâhut toz düşürmemeye gayret eder. Bu sebeple istikāmetin ikinci sacayağı doğruluk üzerine yerleşmiştir. Kalemin ucu yazacaksa dürüstçe yazmalıdır. Gölgeler bir şeyleri gizlemek için değil, dürüstlüğe serinlik vermek için var olmalıdır. Merakların cevapları ve telâşların sükûneti, fikirleri sadâkatle örmelidir. Çünkü mertlik örgüleriyle donanmış fikirler, dürüstlük mefkûresine bürünerek âdetâ sıhhat yurdu gibi diri dururlar. İstikāmetini bulmuş ülkülerde marazlar peydâ olmaz ve olur olmaz vakitlerde menfî pıhtılar atmaz. Bundandır ki medeniyet, istikāmetini doğruluk tasavvuruyla kazanır. Onun çerâğıyla ışıldar ve çağlara mesajını sadâkat beyannâmesi başlığıyla arz eder.

İnsanoğlu, elest meclisinde Ulu Allâh'a söz vermedi mi? Müslümanlar, Görklü Peygamberimize kavlini arz etmedi mi? Her birimiz atalarımızın yolunda gideceğimize dâir yeminler vermedik mi? Elhak sözleri verdik ve ant içtik, ama çoğumuz unuttuk. Yâni istikāmetimizden ayrıldık. Hâlbuki Medeniyetimizin şehâdeti, ahde vefânın duruşunda temâyüz eder. Bu duruş, hayâtı ilkelere mebnî kılmıştır. İlkelerin toplamı bize İslâm-Türk medeniyetini ve dahi beşeriyet idealini meydana getirir. Mâzînin insanlık tabloları, sözünde duran ve duruşunu temel umdeler üzerinden yürüten Müslümanlar sâyesinde hayat bulmuştur. Çünkü Müslüman, istikāmeti kendine mürşid-i kâmil eylemiştir. Kaygusuz Abdal’ın “Kılavuzsuz kuş uçmaz” sözünden mülhem, istikāmet, ezelden beridir Türk'ün öğretmeni, mihmândârı, rehberi ve zühre yıldızıdır. Binâenaleyh, istikāmetin medeniyet ile üçüncü birleşme noktasına mümeyyiz vasıflarla donanmış nitelikli ve müstakîm şahsiyet/ler denk gelir. Yâni el-istikāmet fî’l-ahvâl… 

Merâmın Mecmûu

Türk-İslâm efkâr-ı umûmiyesinde aslolan nefsi iyileştirmektir. Medeniyeti ancak nefsine hâkim olan olgun şahsiyetler tesis eder. Bugün maalesef nefsiyle başa çıkamayan siyâsîlerin toplumları ve memleketleri ne hâle getirdiği ortadadır. Nefsine söz geçiremeyen ilmiye sınıfının vakardan yoksun ahvâl-i şerâiti yerlerde sürünmektedir. Din nâmına konuşan ve hareket edenlerin çelişkileri tereddüt fırtınasına sebep olmaktadır. Nefsini iyileştiremeyenlerin semtine istikāmet uğramaz, velev ki dillerine bu kelâmı pelesenk etsinler. Sözün kıymeti irfânî muhâkemenin mevcûdiyetiyle mümkündür. Eğer bir kimsenin sözlerinde bir tesir varsa, bu nîmet, hakkın istikāmetinin ikrâmıdır. Şâyet kelâmlar tesirsiz ise bu da insanoğlunun noksanlığının bâriz alâmetidir.

İstikāmet tasavvuru, yeni bir hikâye yazmaktır. Ümmetin bu hikâyeye her zamankinden daha fazla ihtiyâcı vardır. Bunu da ancak dertlenenler başarabilir. Ümmetin en dertlileri kimlerdir dense, târihî hakîkatlere baktığımızda karşımıza Türkler çıkmaktadır. Çünkü dertlenmeden harekete geçilemez. Türkçe, hünerleriyle bizleri önce dertlenmeye sonra da harekete geçmeye sevk etmektedir. İstikāmetin hikâyesini ise aklın, bilginin ve gayretin meczini dert edinenler yazabilir.

Kişi neyi severse sevsin, neyi yererse yersin; neye inanırsa inansın, neyi inkâr ederse etsin, kısaca ne ederse etsin bilerek etsin. Çünkü ed-e-bil-mek, bilmektir. Kudemânın dediği gibi, “Evren’de en değerli insandır; insanda en değerli akıldır; aklın değeri bilmesindedir; bilmenin değeri ise adâletle eylemesindedir.” Yine eslâfın işâret ettiği üzere, “Kinâye te'vîli, mecaz tefsîri talep eder; hakîkate gelince o yalnızca ilim ister. O ilim ki, muhâtabına bir istikāmet verir.” İstikāmetsiz tüm deyişler/söylemler yalnızca idâre etmek, yâni dolaştırmaktır.[1] 

Medeniyet insanı, duā ederken aklına, bilgisine ve gayretine istikāmet temennî eder. Akıl, bilgi ve gayret, erdem kazandırır. Erdem, ne güzel istikāmettir. Erdemin rengine bürünmüşlerin içi ve dışı müsâvîdir. Hâliyle bu haslete râm olmak için, hakka yönelmiş ferâset, doğruluğa meftûn olmuş akıl ve müstakîm bir hayat gereklidir. Gerçek şu ki medeniyet, erdemlilerin elinde olgunlaşacaktır. Bu fevkalâdelik ise istikāmet tasavvuruyla mümkün olacaktır. İşte o zaman yollar ve yönler tenevvür edecek, vuslatın şûlesi harlanacak, nesillere kerâhet veren manzaralar ortadan kalkacak, sâdece gönüller değil, hayâller bile mahsûr olmaktan kurtulacaktır. 

[1] İhsan Fazlıoğlu, Kendini aramak, Ketebe, 3. Baskı, s 62,

Nisan 2024, sayfa no: 38-39-40

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak