Milyarlarca mahlûkāt içerisinde mükerrem olarak yaratılan insan, bu mükerremiyetini idrâk etmek ve yolunca gitmek mecbûriyetindedir. Bu yol, ilim ile örülmüş ve mücâdele ile tanzîm edilmiş medeniyet ülküsüdür. Medeniyet ülküsü, insan olmanın ve insanca kalmanın lüzum ve vücûbunu hem nazarî hem de amelî olarak isbatlaması bakımından en güzel rehberdir.1
Ünsiyet ve nisyandan mürekkep insan, bir tarafında iyilikleri, diğer tarafında kötülükleri taşıyabilme vasfına sâhiptir. Ünsiyetin hâkim olduğu bir dünyâ için azîz insan ve azîz toplum modeline ihtiyaç vardır. Yüce Mevlâ, insana isimleri öğreterek, yāni ilmî bir üstünlük vererek, onu en şerefli mahlûk olarak yaratmıştır. Tabîatıyla insanın azîz olması ve muazzez kalabilmesi için, müstakîm çizgide sebât etmesi gerekir. İnsan müstakîm bir çizgide olursa, âlem istikāmete kavuşur. Biz dahi buna gayret ediyor, bunu umuyoruz.
Hakîkat şu ki, İslâm dünyâsı, insana yeni bir tanım getirme noktasında zamânın gerisinde gözüküyor. İşin daha kötüsü birçoğu bunun farkında bile değil. Teknolojinin nîmetlerini, ictimâî vaziyetin dehşetini ve iktisâdî yapının tesirini kavrayamamış fakat kendini âlim zanneden nice kimseler, İslâm dünyâsında cirit atıyor. Kanlı masanın haydutları, uzun müddettir haz bataklığına saplanmış; cinsiyetsiz, milliyetsiz ve düşünmeyen insan modeli üzerinde çalışırken, bizim sözümona ilim erbâbımız ise çoğu hâdiseyi ya görmezden geliyor yâhut ucuz ve gelenekçi bir anlayışla savuşturup çözdüğünü zannediyor. Bu kimseler, zaman, mekân ve insan tasavvurunun ehemmiyetini kavrayamadığı için mûtenâ bir medeniyete öncülük edemezler ve dahi edemiyorlar. O halde hakîkatlerimizi görmeli, dün, bugün ve yarından mürekkep bir tahlîl yapmalıyız. Bu tahlîl, pek mühimdir hattâ millî farz mesâbesindedir.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde ekvân olan âdemsin sen2
Her âdem bir âlem ise âdemin kurtuluşu âlemin kurtuluşu olacaktır. Ol sebepten bu kurtuluş reçetesine dikkat kesilmeli, ardından hayâtın bilumum unsurları tafsîlâtıyla tetkîk edilmeli ve bütüncül adımlarla yeni bir insan tasavvuru oluşturulmalıdır. İnsanı yetiştirmek, kimilerine göre çocuklukta, kimilerine göre āilede, kimilerine göre ise okulda başlar. Bunların her biri doğru olmakla birlikte mutlak değildir. İnsanı, yeniden bilcümle mahlûkātın gözbebeği yapabilmek için okuldan āileye, çocukluktan gençliğe kadar her safhayı içine alacak âlemşümûl bir nizâma ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçtan mülhem, bize göre insan, iki aşamalı bir tâlîme tâbi tutulmalıdır. Birinci aşama esasları, ikinci aşama ise usûlleri ihtivâ etmelidir.
Esaslı Esas: Müslüman Türk
Biz, İslâm medeniyetinin yeniden neşvünemâ bulmasını azîz Türk milletinin riyâsetinde gördüğümüz için insan tasavvurunu, Müslüman Türk şahsiyeti üzerinden izah etmeyi yeğliyoruz. Çünkü Türk milleti özüne dönmezse sâdece kendisi değil, tüm acun girdâba girecektir.3 Bu açıdan azîz insanı yetiştirecek iklîmi oluşturmak için yeni bir îmân ve inanç tasavvuru, millet ve milliyet tasavvuru, dünyâ ve gerçeklik tasavvuru elzemdir. Bu temel esaslar idrak ve tatbîk edildiğinde karşımıza soran, hatırlayan, bilen ve anlayan Müslüman Türk modeli çıkacaktır. Yāni millî, mânevî ve asrî değerlerle mücehhez esaslı insan…
Esaslı insan, rûhunu ve dimâğını Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerin huzmeleriyle aydınlatır. Ehl-i sünnet çizgisine sadâkat gösterir. Tasavvufun aşkıyla yenilenir. Türkçe’yi hakkıyla konuşur, târihi derinlemesine öğrenir, töreye ve kültüre göre adım atar, şiiri ve edebiyatı yâren eyler, türkü ve mûsikîyle hemhal olur, akıl, kalp ve rûhun muhîtinde kalır. Esaslı insan, ilmini irfânıyla tahsîl eder, teknolojiyi nîmet bilir, ictimâî gelişmelere dikkat kesilir, dimâğını büyük ufuklara açar ve sırât-ı müstakîmde sebât eder.
Kadîm kültürümüz her ne kadar usûlün esastan önce geldiğini belirtmiş ve “usûl esastan mukaddemdir” şeklinde hulâsa etmiş olsa da, esasları tesbît etmeden usûlün tâyin edilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan temel hakîkatler, İslâm’ın ahkâmı ve törenin ahlâkına göre belirlenmeli, ardından “usûl olmadan vusûl olmaz” anlayışıyla hareket edilmelidir. Bu anlayış sâyesinde, âdâb-ı muāşeret kāidelerine uyan ve usûlde de, esasta da temel maksadı ahlâk olan azîz insan yetişecektir. Yāni ahlâklı (töreli) Türk…
Esaslı Usûl: Ahlâklı (Töreli) Türk
Güzel ahlâk, bize Ulu Bilge Korkut Atamızın ve Görklü Peygamberimizin mîrâsıdır. Binâenaleyh hayâtımızın akışı ahlâk üzerine binâ edilmelidir. Milletimizi şahsiyetli kılacak en önemli şey, sözünün, düşüncesinin ve tavrının ahlâklı olmasıdır. Bu durum, her bir kişiyi özel kılar ve onu nefsî putlarından arındırır. Yāni insanı kemâl dereceye yükseltir.
Ahlâklı insan, kendini kaynak olarak değil, kıymet olarak görür.4 Yaratıldığını, mesûliyetini ve bir kalbe sâhip olduğunu hatırlar. Hükmünü adâletiyle tesis eder. Hikmete râm olur, vicdanlı davranır, merhamet duyar, hassâsiyet gösterir, estetiğe ehemmiyet verir. Ahlâklı insan doğruluğu gözetir, istikāmetten ayrılmaz, vefâlı olur, kalbini yâren eyler. Edebiyle sorar, hürriyetine sâhip çıkar, helâli gāye edinir, şahsiyetiyle yol alır. Ahlâklı insan nezâketi bilir, usûle uyar, hakkı gözetir, bilgi üretir, hakîkati düşünür, fıtratına sâhip çıkar ve çevresini ihyâ eder.
Her insanın kalbine, zihnine, rûhuna yuva kuran şeyler vardır.5 Maatteessüf günümüz toplumunda ekseriyânın kalbi, zihni ve rûhu sası karanlık içindedir. Bugün hemen her başlığa bir kānun yapıldığı, mahkemelerin dâvâ çöplüğüne döndüğü, hapishānelerin dolup taştığı, sokaklarda suç makinelerinin kol gezdiği, babanın evlattan evlâdın ebeveynden muzdarip olduğu, talebenin hocaya saygı duymadığı, öğretmenin öğrenciye sevgi göstermediği, artık kimsenin kimseye güvenmediği bu ictimâî yapı sizce ayakta mıdır? Böyle bir toplumun değil bir medeniyet husûle getirmesi, kendini dahi ayakta tutması zordur. Kabûl edelim ki Cumhuriyet târihimizin insan tasavvuru ilk asrında iflâs etmiştir. Hâliyle yeni bir intibah gereklidir. Bu uyanışın yegâne şartı, modern düzenlerin tortuları değil, Türk-İslâm medeniyetinin ahlâk pusulasıdır.
Medeniyet insanı, istikbal yolunun ihyâsı için millî sevinç ve tasalarını bilmeli ve onların birleştirici kudretine sâhip çıkmalıdır. Bu bakımdan okullarımız ve müfredâtımız pek mühimdir. Sâdece millî neşemiz değil, milletimizi ve mefkûremizi üzmüş ve üzme ihtimâli olan vâkıalar da müfredâtın bilinç satırlarına yerleştirilmelidir. Bu metot aynı zamanda bir maarif dâvâsıdır. Türk-İslâm târihi ve kültürü ile yetişen nesiller, nasıl ve ne için bahtiyar olacağını bilmesi gerektiği gibi, nasıl ve neye kaygılanacağının da farkında olmalıdır. Bu farkındalık ile “gök çadır, güneş bayrak, kara toprak vatandır” anlayışı, milliyetperver ruhlara işlenmelidir. Çünkü insan kalanlar, farkında olanlardır.
İnsan, gāyeler ile zinde tutulur. Üzülerek ifâde edelim ki, milletimiz gāyesizlik pençesindedir. Bu çâresizlikten kurtulmak için ulemâ ve ümerâ tarafından topluma “Kızılelma” sunulmalıdır. Bugün millet olarak en büyük eksiğimiz, ferdî ve ictimâî ülkülerden mahrûm oluşumuzdur. Maalesef görüyoruz ki insan tasavvurunda āileden eğitime, kültürden siyâsete kadar hiçbir sahada ulvi gāyeler belirleyememişiz. Çünkü nitelikli ve liyâkatli bir usûl tâyin edememişiz. Belli zamanlarda atılan adımlar ise pamukla baş kesmek kabilinden olmuştur. Tabîatıyla eksiğimiz bellidir: Esaslar ve usûller çerçevesinde harekete geçmeliyiz ve özü doğru insan yetiştirmeliyiz, şâyet bir kimsenin özü kusurlu ise, o eğrilikten zehirli su sızdırır ve millet gemisini batırır.
Türklük şuuruna ermiş ve kavmiyetten ziyâde millet olma bilincini kavramış insan, medenî kalmak istiyorsa, medeniyetten yana tavrını koymalıdır. Îmânına ve töresine sarılmalı, zamânını ilmin lifleriyle örmelidir. Mîlâdî yirminci asrın başlarından beri yaptığımız kavmiyetçiliğin ve tembelliğin sonuçları ortadadır. Elem dolu bir ayrılık ve cehâlet içindeyiz. Şâyet esaslar üzerinden yetiştirilmiş olsaydık, yıllardır siyonizmin ve ırkçı emperyalizmin desîseleriyle meşgûl olmazdık. Yekvücut olur ve gür sadâmızla kendi meselemizi kendi usûllerimizle çözerdik. Fakat orijinal bir insan tasavvuruna sâhip olmadığımız için son iki asırdır hayâlimiz handân, gerçeğimiz giryandır.
Şuna inanalım ki, medeniyet tasavvurunun tâcı olan insanı doğru bir şekilde tanımlar ve yetiştirirsek, beklenen o saâdet vakitleri kendiliğinden gelecektir. Gönüller ve fikirler tebessüm hâleleriyle dolacaktır. Ruh, selâmetini bulacak ve esenliğin lütfu dört bucağı saracaktır. Fîlvâki, insan hakîkati aradığında, hakîkatin özeti olan kendini de bulmuş olacaktır.
Azîz milletim! Hâl-i pürmelâlimizi artık görmeli ve çâresini bulmalıyız. Bu çâre, dînî ve millî âmentümüz ile çağın gerçeklerinin karılmasında hayat bulacaktır. Bilmeliyiz ki, her hâlinde ahlâk remizlerinin parladığı insan modelini, esas ve usûllerimizin reçetesiyle yetiştirebiliriz. Fakat bu da yeterli değildir. Yetiştirdiğimiz her bir ferdin düşünüşünde Vezir Tonyukuk’u, cesâretinde Hz. Ali’yi, ilminde Cezerî’yi, ihlâsında Ahmet Yesevî’yi, ufkunda Sultan Fâtih’i, sözünde Fuzûlî’yi, sanatında Mimar Sinan’ı, töresinde büyük atamız Oğuz Kağan’ı ve ahlâkında üsve-i hasene olan şanlı Peygamberimizi (sav) gördüğümüzde insan tasavvurunun kemâle erdiğini anlayacağız. Bugün olmazsa, yarın… Bir gün mutlakā…
Dipnotlar:
1 Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (ks), Mükerrem İnsan, Erkam Yayınları, (Ömer Kirazlı’ya ait takdim kısmı) s7,
2 Emrah Gökçe, Berceste Beyitler, (Şeyh Galib), Ötüken Neşriyat, 4. Basım, s 17,
3 Alper Duran, Zarif Türk, İdeal Kültür Yayıncılık, s 206,
4 Vefa Dergisi, Şaban Kızıldağ, Kış 2020, Sayı 15, s 16,
5 İbrahim Tenekeci, Tüfeksiz Hareketler, Profil Kitap, 10. Baskı, s 125,
Kasım 2024, sayfa no: 18-19-20-21
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak