Ara

Hılfü’l-Fudûl

Hılfü’l-Fudûl

Enes İbn-i Mâlik –radıyallahu anh-‘ten şöyle rivâyet edilmiştir:

Tâbiînden Âsım bin Ahvel Enes İbn-i Mâlik’e:

- Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem-’in: İslâm’da Câhiliyet (devrinin) ahdi yoktur, buyurduğu sana bâliğ oldu mu? diye sordu da, Enes İbn-i Mâlik:

- Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- (Medîne’de) benim evimde Kureyş ile Ensâr arasında muâhât (kardeşlik te’sîs) buyurdu, diye cevap verdi.

 Hadis-i Şerîfte, sâil (soran) İslâm’da ba’zı kimseler arasında akd olunan ahd ü peymân’ın mevcûd olup olmadığını sordu.

 Câhiliyet devrinde kabîleler arasında rakîbleri olan diğer kabâil’in tecavüzünden kendilerini sıyânet için ahd ü peymân akd olunurdu. Ve buna Hılf denirdi. (Cem’i ahlâf’tır.)

 Benî Esed ile Tay kabileleri arasında olduğu gibi ba’zı kabîleler arasında da bu gibi ahd yapılmıştır.

 İbn-i İshâk’ın rîvâyetine göre:

Kureyş’in en ihtiyâr ve en ziyâde hâiz-i şeref ve i’tibâr bir sîmâsı olan (Abdullah İbn-i Cüd’ân’ın evinde) Benî Hâşim Benî Abdulmuttalib, Benî Esed, Benî Zühre, Benî Teym toplanarak aralarında şöyle bir maddeyi tahrîr ve tesbît etmişlerdir:

“Gerek Mekke’nin sekene-i kadîmesinden, gerek hariçten Mekke’ye gelip ikâmet edenlerden hiçbir kimse bundan böyle zulm’e ma’rûz olmayacaktır. Zulm’ün ref’i, fuzûl’ün reddi, ve zâlimden mazlum’un hakkının ahz’i zımnında her birimiz ahd ü yemîn ederiz.”

Bu yemîn, gerek Mekke’de yerliler arasında ve gerek hariçten Hac ve ticâret maksadiyle gelen misâfirler’e karşı ezâ ve cefânın, fuzûlî müdâhalenin pek ziyâde arttığı bir zamanda akd edildiği için Hılfü’l-Fudûl denilmiştir.

İbn-i İshâk, Talha bin Ubeydullah’tan rivâyetine gör:

Abdullah bin Cüd’an’ın hânesinde Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin de (Hâlif; akdi tanzim eden) olarak bulunduğunu ve burada bulunduğundan dolayı dünyâlara nâil olmaktan ziyâde beyân-ı memnûniyet ettiğini, “böyle bir ictimâa Devr-i İslâm’da dâ’vet olunsam derhal icâbet ederim.” buyurduğunu rivâyet etmiştir.

Yine İbn-i İshâk’ın İbrâhim İbn-i Hâris’ten rivâyetine göre:

Muâviye’nin emâreti zamanında kardeşi Utbe bin Ebî Süfyan’ın oğlu Velîd Medîne valîsi iken kendisi ile Hazret-i Hüseyin (ra) arasında bir maldan dolayı münâzara edilmiş, Velîd, emâret-i nüfûzuna istinâd ederek Hazret-i Hüseyin –radıyallahü anh-‘in hakkına tecavüz etmek istemişti. Bunun üzerine Hafîd-i Nebevî Velîd’e karşı:

“Ya insâf eder hakkımı verirsin, yâhud Allâh’a yemîn ederim ki kılıncımı çeker, Mescid-i Rasûlillah’ın kapısı önüne durarak halkı Hılfü’l-Fudûl’e da’vet ederim.” demiş.

Orada bulunanlardan Abdullah İbn-i Zübeyr, Misver İbn-i Mahreme, Adurrahman İbn-i Osman (ra) de, biz de Hazret-i Hüseyin’e iştirâk ediyoruz, ya ihlâk ederiz, yahud bu uğurda ölürüz demeleri üzerine, Velîd iâde-i Hak ve irzâya mecbur olmuştur.

Eyyâm-ı Arabda hılf’ın bu asîlâne şekilleri olduğu gibi çirkin safhaları da var idi. Bu cihetle Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri Câhiliyet devrinin hılf’ine mukâbil bir Uhuvvet-i Dîniyye te’sis buyurdu. (Tecrîd-i Sarîh Terc. 7/99.)

Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (ks) - Musâhabe 1 kitabından alınmıştır.

Temmuz 2019, sayfa no: 30-31

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak