Ara

Hidâyet-i Hakîkiyye

Hidâyet-i Hakîkiyye

Âyet-i kerîmelerde şöyle buyurulur:

“Eğer bir kimse İslâm'dan gayri bir dîn ararsa o aradığı dîn o kimseden kabûl olunmaz. Halbuki İslâm'dan gayri din arayan kimse âhirette hâsirîndendir, ebedî zarar edenlerdendir. Rasûl’ün hak olduğuna şehâdetle îmân edip kendilerine, hakka delâlet eden âyât-ı celîlelerle beyyineler geldikten sonra küfreden kavmi Allah Teālâ nasıl hidâyette kılar? Elbette hidâyette kılmaz. Zîrâ Allah Teālâ zālim olan kavme hidâyet ve tevfîk etmez. İşte îmandan sonra küfredenlerin cezâları; onların üzerine Allâh'ın ve meleklerin ve insanların cemîsinin lânetleri vardır. Onlar ebeden cehennemde kaldıkları halde bir lahza bile onlardan azâb tahfîf olunmadığı gibi azâbın te'hîrine de mühlet verilmez. 

Ancak o kimseler ki onlar küfrettikten sonra günahlarına tevbe ve hallerini ıslâh ettiler. Onların tevbeleri kabûl olunur. Zîrâ Allah Teālâ, tevbelerini kabûl ile günahlarını mağfiret eder ve sevâb vermekle merhamet buyurur. Fakat o kimseler ki îmanlarından sonra küfrettiler ve küfürlerinde de inâd ve devamla küfürlerini tezyîd ettiler, onların tevbeleri elbette kabûl olunmaz. İşte şu îmandan sonra küfredenler ancak dalâlette musırr olanlardır. 

O kimseler ki onlar muhakkak küfrettiler ve kâfir oldukları halde öldüler. Onlardan yeryüzü dolusu altın kabûl olunmaz; velev ki o altını fedâ ederek fukarâya sadaka vermiş olsalar da elbette kabûl olunmaz. İşte bu gibi küfür üzere vefât edenler için acıtıcı azâb olduğu gibi o azabdan onları kurtaracak yardımcıları da yoktur.” (Âl-i İmrân, 85-91)

Tefsîr-i Taberî’de beyân olunduğu vechile yahûdilerin; “biz de müslümanız” diye iddiā etmeleri üzerine, Hakk Teālâ hazretleri haccı farz kılıp “İslâm'ın erkânından birisi de hacdır. Müslim olanlar haccetsinler” buyurunca ehl-i îmân Cenâb-ı Hakk'ın emrine imtisâlen haccettiler. Yahudiler de hacdan imtinâ eylediklerinden, “biz de müslümanız” diye iddiālarının reddi için bu âyet-i celîle nâzil olmuştur. 

Bu âyet-i celîlenin mevrîdi hâss ise de hükmü âmmdır. Binâenaleyh herhangi bir kimse gerek haccı ve gerekse beş vakit namazı ve zekâtı ve orucu ve “Muhammed Rasûlullâh” lafz-ı şerîfiyle berâber kelime-i şehâdeti, İslâm'ın bu beş şartından birini inkâr ederse müslüman olmadığı gibi kâfir olmuş olur. 

“Îmanlarının arkasında küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidâyete erdirir, muvaffak eder?” (Âl-i İmrân, 86.) âyet-i celîlesindeki hidâyet, Allah Teālâ hazretlerinin birliğini, zâtını bilmek için kullarında halkettiği mârifettir. Kul irâdesini sarf ile vahdâniyyet-i ilâhiyye’nin delillerini tetkîk eyleyince Allah Teālâ hazretlerinin birliğine, kudret-i azametine mârifet halkeder. İşte mârifetullah da Cenâb-ı Allâh'ın hidâyetidir. Fakat kâfirler irâdelerini küfre sarfettikleri için Allah Teālâ hazretleri onları îmâna hidâyet kılmaz. 

Şu hâle nazaran bu âyetin mânâsı: “Îmandan sonra irâdelerini küfre sarfeden kimseleri Allah Teālâ nasıl îmâna îsâl etmekle hidâyette kılar? Onlar için îmâna nasıl mârifet halkeder? Elbette etmez. Çünkü hidâyet şartı irâdelerini îmâna sarfetmektir. Onlar da şu şarta riāyet etmeyince meşrût olan hidâyeti Cenâb-ı Hakk halketmez.”

Beyzāvî ve Ebû's-Suûd Efendi'nin beyanları vechile; “nasıl” kelimesiyle suâl, îmandan sonra irtidâd edenlerin tekrar îmân etmelerinin uzak olduğuna işâret içindir.

Mürtedlerin küfrü diğer her nevî küfürden daha eşedd olduğuna bu âyet-i celîle delâlet eder. Çünkü kalbiyle tasdîk ve lisânıyla ikrar ve şehâdet edip açık deliller geldikten sonra tekrar küfrü irtikāb etmek elbette cinâyetin şenâatte ziyâde olanlarındandır ki, buna binâen mürted olan kimselere Cenâb-ı Allâh'ın, meleklerin ve kâffe-i nâsın lâneti olduğu âyet-i celîlede beyan buyurulmuştur.

89. âyet-i celîledeki salâh-ı hâl Fahr-i Râzî'nin beyânı vechile kalbini ihlâs ve zāhirini ibâdetle tezyîn, Hakk'a tâzim ve halk ile güzel muāmele ederek onların haklarına tecâvüz etmeyip, herkesin hakkını kendi hakkı gibi muhâfaza etmektir. Bu âyet-i celîlede, günahtan tathîr ile mağfiret olunmak için yalnız tevbe etmek kâfî olmayıp ıslâh-ı hâl etmek de lâzım olduğu beyan buyurulmuştur.

Hulâsa:

Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in risâletinin hak olduğunu kalbiyle tasdîk ve lisânıyla ikrâr ettikten sonra kâfir olan kimseyi Cenâb-ı Allâh'ın hidâyette kılmayacağı, zîrâ bu gibi kimselerin zālim olup Cenâb-ı Hakk'ın zālimleri hidâyette kılmayacağı ve bunların, Allâh'ın, meleklerin, kâffe-i nâsın lânetine müstehak oldukları, azabları tahfîf olunmadığı gibi az bir mühlet bile verilmeyeceği ve ancak bunlardan tevbe edip ıslâh-ı nefs edenlerin mağfiret olunacağı bu âyet-i celîleden anlaşılmaktadır.

90. âyet-i celîleden de: “Îmandan sonra irtidâd edip küfürlerinde ısrâr edenlerin sekerât-ı mevtte tevbelerinin kabûl olunmayacağı ve bunların halleri ancak dalâletten ibâret olduğu...” anlaşılmaktadır.

91. âyet-i celîlede ise: “Küfür üzerine vefât eden kimse eğer yeryüzü dolusu altını olsa da onu tasadduk etse îmânı olmadığı için kabûl olunmayacağı gibi âhirette de azabdan kurtulamayacağı ve azabdan kurtaracak yardımcıları da olmayacağı... beyân buyurulmuştur.

Küfredip de îtikādı bozduktan sonra yeryüzü dolusu altını tasadduk kabûl olunmadığı gibi sâir ameller ve iyilikler de fâide vermeyecektir.

Ocak 2025, sayfa no: 38-39

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak