İnsanı ve toplumu geleceğe dâir umutlar, hayâller ve tasavvurlar diri tutar. Yarınlar, gizemi barındırması dolayısıyla dâimâ heyecanlıdır ve beklenendir. Sır örgüleriyle örülüdür ve ferahlatıcı düşlere gebedir. Çünkü yarınlar, bizlere emânet edilen cümle değerlerin serpilip büyüyeceği ve mahsûl vereceği kutlu zamanlar olarak tahayyül edilir.
Bütün dünler; yarınlar daha güzel, daha âdil, daha ahlâklı ve muntazam olsun diye yaşanmıştır. Bize göre yarınların ihyâsında pergelin sâbit ayağı Türkiye’dir. Türkiye, İslâm medeniyetinin olmazsa olmazıdır. Kimileri bu mevzûya siyâsî veya kavmî bakabilir, lâkin medeniyet bahsi politik nazarların ve ırkçı yaklaşımların fersah fersah üzerindedir. Ve dahî kardeş toplumlar bile bizim bu bakışımızı menfî sâiklerle değerlendirebilir, fakat hiçbir mülâhaza İslâm medeniyetinin yegâne çâresinin Türkiye dâvâsı olduğu gerçeğini aslâ değişmeyecektir. Binlerce yıllık Türk târihi ve dahi İslâm târihi Türkiye dâvâsı için var olmuştur. Türk-İslâm târihi, ibret alınsın ve aynı hatâlara bir daha düşülmesin diye yaşanılabilecek acı-tatlı her şeyi Türkiye için tecrübe etmiştir. Binâenaleyh, gelecek dâvâsı için evvelemirde Türkiye dâvâsına sâhip çıkmak gereklidir.
Kadîm târihimiz, mâzî tasavvurunun harmanı ve dahi ambarıdır. Geçmişteki ambarların durumu bilinirse önümüzdeki yılların mahsûlü ona göre tertîp edilir. Medeniyet bağının her bir çiçeğinin hangi mevsimde ekileceği, ne zaman sulanacağı ve budanacağı bu bilgiler ışığında yapılır. Böyle bir metod ile hareket edilirse nihâyetinde cennet bahçelerini andıran bir mekân elde edilir. Hayâtımızı gülistâna dönüştürmek istiyorsak öncelikle kadîmi keşfetmeliyiz, fakat mâzî taassubuna da saplanmamalıyız. Gerektiğinde mâzînin ızdıraplarından ibret buketleri oluşturmalıyız. Bu buketlerin dikenlerini ayıklamalı, geçmişi saplantı hâline getiren kesif fikir tortularını temizlemeliyiz. Bununla birlikte zamânı ibâdet aşkıyla tetkîk edip çağın esenlik yayan neşvesini yakalamalıyız. Tebdîl-i mekânda ferahlık vardır umûduyla yeni bir diriliş başlatan hicreti etraflıca düşünmeli ve hikmetinden ziyâde hisseler almalıyız. Çünkü her gidiş bir ayrılık değildir, bazen sağlam dönüşler için gitmek şarttır. Sevmek için vazgeçmek bile gerekebilir.
Filhakîka, bütün gelecekler mâzîden ve hâlihazırdan beslenir. Fertler ve toplumlar, rüyâ görmeyi ve hayâl etmeyi gelecek tasavvuruyla karıştırmamalıdır. Çünkü hamâsîlik bir aşamadan sonra mayayı bile bozar, fakat rûhundan beslenenler öz benliğini muhâfaza eder. Eğer istikbâl vâdîsinde vicdânî bir intizam kurgulanmak isteniyorsa kat'î olarak şu üç temel husûsa ihtiyaç vardır; bunlar îman, millî ahlâk ve helâl dâiredir. Îman dinden, millî ahlâk töreden, helâl dâire ise ikisinin meczinden teşekkül eder. Gelecek tasavvurunun temel hususlarını şöyle izah edebiliriz:
1- Îman: Medeniyet, muhakkak ki îmânın azamet ve celâl huzmeleriyle parlayan vakarlı bir isyan netîcesinde husûle gelir. Gayri-ahlâkî kişilere ve düzenlere kıyâm eden ulu ceddimiz bize bu isyânın tabiatını ziyâdesiyle göstermiştir. Medeniyetin diğer bir yüzü ise îmânın kemâl derecesiyle mümkündür. İnancı kavî kimseler, vicdânî koronun baş hânendesidir. Dâimâ diri, dâimâ ümitvâr ve dâimâ kendilerinden emindirler. Tereddüt çığırtkanlıklarından etkilenmezler ve dâvâsına âşık bir âbide gibi arz-ı endâm ederler. Medeniyet fikri emin kimselerin mücâdelesiyle tekâmül eder. Târih bize göstermiştir ki kalbi tatmin olmamışlarla irfânî müfredat hazırlanamaz. Tereddüt edenler kutlu dâvâların güveleri gibidir; bu sebeple müteredditlerle yola çıkılmaz, yol yürünmez, çay sohbeti bile yapılmaz. Böyle kimselere dikkat ederseniz îmânî dâireden er yâhut geç ayrılırlar. Yukarıda bahis mevzûu yaptığımız vakarlı bir isyân ile kâmil bir îman her ne kadar birbirlerine zıt görünseler de, esâsen bu iki durum mukaddes mefkûrenin ayrılmaz parçalarıdır. Zıtların uyumunu ve eksiklerin tekmilini bizler kelime-i tevhîd'in engin beyannâmesinde görüyoruz. İsyan bahsi kelime-i tevhîdin “Lâ” ibâresinden ilham alırken, îman bahsi ise “İllallâh” ibâresinden kuvvet almaktadır. Netîce itibâriyle geleceğe dâir kurguladığımız kavramlarımızın temelinde ve mihmandarlığında teslîmiyetin hudutsuz hürriyeti olan kelime-i tevhîd yer almalıdır. Îmânımız ise bu kutlu ifâdeden doğduğu gibi bu kutlu ifâde için yaşayıp ölmelidir.
2- Millî Ahlâk: Millî ahlâk, milletimizin omurgasını kıran her türlü fikir ve oluşumdan uzak kalmak ve törenin bütün uzuvlarına sağlamca bağlanmakla teşekkül eder. Türk milleti, bir gelecek kurmak ve bu geleceğin üzerine İslâm medeniyetini binâ etmek istiyorsa uzun müddettir batılılaşma ve modernizmin pençesinden kurtulmak mecbûriyetindedir. Millî varlığımızı tahrîp etmeye ant içmiş bu muzır yapılarla vedâlaşmak gerekir. Ya “bir çürük ipliğe hülyâ dizmeye” devâm edeceğiz yâhut inkılâbın burçlarına şerefle dokunmuş kültür atlasını asacağız. Ulvî gâyelerle dokunan mukaddes atlası asabilmek için çetin şartlar bulunmaktadır. Üzülerek ifâde edelim ki Türk millî ahlâkı, modernizmin ahtapot kollarında varlık mücâdelesi veriyor. Bu sebeple fertlerimiz, âilemiz, sokaklarımız, lisânımız ve hattâ ibâdetlerimiz dahi millî ahlâktan mahrum gözüküyor. Bizler târih boyunca istikbâl yolunu millî ahlâka dayanarak tesviye etmişiz, bugün önümüzde uzanan engebeli ve meşakkatli yolu da yine millî ahlâkın rehberliğine sığınarak düzeltmeliyiz.
Millî ahlâkın tezgâhlarında dokunan kültür atlasımızı medeniyet burçlarına asabilmek için bir hakîkate bağlı kalmamız gerekiyor. Türklük kavramı bu hakîkat müjdesinin bizâtihî kendisidir. Yeniden İslâm medeniyetini kurgulamanın taşıyıcı sütunlarından biri muhakkak ki Türklük şuurudur. Asabiyet ve mensûbiyet kavramlarını özümseyememiş yâhut özümsenmesin diye bilerek fesat üreten kusurlu ve kasıtlı kimseler, boyuna Türklük kavramını kirletmenin peşindedir. Anadolu irfânı ile hareket eden herkes mensûbiyet açısından Türk olduğunu bilir ve şanlı mâzîye bakarak bundan gurur duyar. Türklük şuuru, Arap, Boşnak, Zaza yâhut Çerkez olmanın ve öyle kalmanın temînâtıdır. Bin yıldır bu topraklarda farklı kavmiyete sâhip yapılar yekvücut olup bir medeniyet kurdularsa ve bununla berâber benliklerini de muhâfaza ettilerse bu asil hakîkatin mîmârı, Türklük şuurudur. Hâliyle medeniyet insanı, millî ahlâkın esenliği ve mensûbiyet berâberliğinin zenginliğiyle Türklük şuurunu idrâk etmelidir. İdrâkini de asırların kalbine ve rûhuna raptetmelidir. Aksi halde fesat seline kapılır ve yok oluş noktasına sürüklenir.
3- Helâl Dâire: Türk ve İslâm efkâr-ı umûmiyesi adâlet, ahlâk ve helâllikten mürekkeptir. Yeniden diriliş isteniyorsa bu üç kavramı kılavuz edinmek şarttır. Âdemoğlu geleceğe dâir hayâllerini kederden münezzeh bir şekilde kurgular. Yâni hep âfiyette olmayı düşler. Lâkin âfiyet bulmanın şartı mesûl olmaktır. Mesûliyet ise helâl dâirede sebât etmektir. Çünkü helâl bir hayat, kime riâyet edileceğini yâhut neye mukavemet gösterileceğini net bir şekilde ifâde eder. Bu sahada îmâna saldıran tereddüt putları aslâ at oynatamaz. Tabiatıyla gelecek tasavvurunda âfiyet bulmak için helâlliğin bacası dâimâ tütmelidir.
Helâlin misâfiri olmayanlar harâmın kölesi olurlar. Fîlvâki geleceğimizin hüviyeti kesinlikle helâlliğe hamledilmelidir. Çünkü ısrarla temennî ettiğimiz âfiyetin ve bereketin kaynağı helâl dâirede kalmaktır. Her geçen gün madden daha iyi merhaleye yükselmemize rağmen âfiyetin ve bereketin azalmasının sebebi, kâbus çığlıklarına düçar olduğumuz gayr-ı meşrû davranışlarımızdır. Âlicenap milletimizin yeniden âfiyete ve berekete lâyık görülebilmesi için idârî, siyâsî, iktisâdî, ictimâî ilâ âhir cümle sahalarda helâlliğin ıslâh edici kodlarına yönelmelidir.
Aydınlık gelecek için dinç nesillerin varlığı şart ise de dinç nesil yetiştirmek için âdil, ahlâklı ve helâl bir nizam şarttır. Unutulmasın ki geleceği nesillerle, nesilleri de ilkelerle tasavvur edebiliriz. Haram lokma ile yetişen nesiller hatırlayamaz, kavrayamaz, mücâdele edemez ve hüküm sâhibi olamazlar. Çünkü haram lokma mîdeden ziyâde kalbi karartır. Kalbi kararanların idrâki kapalı, rûhu miskîn, samîmiyeti az ve nihâyetinde inancı zayıf olur. Helâl hassâsiyetinden uzak toplumlar kendilerine sürekli ilâhlar edinirler. Yâni câhiliye batağına saplanırlar.
Bahsin istisnâsı
İstikbâli merhamet çınarlarıyla güzelleştiren en tesirli âmillerden biri de duâdır. Duâ, bizim menzilimizin müstakîm levhasıdır. Bu sebeple duâların seçkin ve derin mânâsı gelecek tasavvurunu sâdece dünyâ için değil âhiret âfiyeti ve bereketi için de tasavvur etmemiz gerektiğini gösteriyor. Bu sebeple Ulu Allâh’ımızdan duâmız ve niyâzımız şudur ki: Bizleri âdil, ahlâklı ve helâl dâirede yaşayanlar ve yaşatanlardan eylesin. Hem dünyâmızı hem de âhiretimizi âfiyetli ve bereketli kılsın. Neslimizi ve nefsimizi duâ edenlerden ve duâ alanlardan eylesin. Âmîn…
Ağustos 2024, sayfa no: 42-43-44
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak