Ey tâlip, duāda ısrarlı olduğun halde kabûlünün gecikmesi seni umutsuzluğa düşürmesin. Çünkü Cenâb-ı Hak, senin istediğin şeyi, istediğin anda kabûl etmeyi vaat etmedi, senin için dilediği şeyi, kendi seçtiği zamanda kabûl etmeyi vaad etti. (Hikem-i Atâiyye, 6. Hikmet)
***
Ey sâlik, zamânı belli olsa bile vaad edilen işin olmaması, seni Hakk'ın vaadine şüpheye düşürmesin. Çünkü bu şüphe, basîretin körelmesine ve sır nurlarının sönmesine sebep olur. (Hikem-i Atâiyye, 7. Hikmet)
Kul, mutluluğu kendi irâdesinde değil, Hakk'ın irâdesinde aramalıdır. Çünkü Cenâb-ı Allah bütün işlerin sonunu bilir. Başta güzel gibi görünen işlerin sonu kötü olabildiği gibi, nice kötü görünen işlerin sonucu da güzel ve iyi olarak ortaya çıkabilir. Rabbimiz buyurur ki: “(Bazen) Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. (Bazen de) Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. (Bu durumlarda) Allah (sizin için neyin hayırlı neyin hayırsız olacağını en iyi bilir, siz (ise tam olarak) bilmezsiniz.” (Bakara, 216.)
İbrâhim Havvâs demiştir ki: “Ben bir defasında Lükkâm dağında bulunuyordum. Orada bir nar gördüm, canım istedi, yaklaştım, bir tâne aldım, yardım, baktım ki ekşi, bıraktım yoluma devâm ettim. Derken bir tarafa atılmış bir adam gördüm ki yüzüne sinekler konmuş, “es-Selâmu aleyküm” diye selâm verdim, selâmımı, “sana da selâm ey İbrâhim!” diyerek aldı. “Beni nereden tanıdın?” dedim. “Allâh’ı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz” dedi. Bunun üzerine ona dedim ki: “Görüyorum ki Allah ile berâbersin, Allâh’a duā etsen de, seni bu sineklerin ezâsından korusa ya.” Buna karşılık o da dedi ki: “Görüyorum ki, sen de Allah ile berâbersin, duā etsen de seni bu nar arzusundan korusa ya! Zîrâ insan, yüreğini nar sevgisinin sokmasının elemini âhirette duyar. Sineklerin sokma acısını ise yalnız dünyâda hisseder.” Bunun üzerine onu bıraktım ve yoluma devâm ettim.”
Hattâ bazen insan öyle bir hâle gelir ki, yalvara yakara duā ettiği işlere “neden istedim de başıma belâ ettim” diye yakınır. Bu sebeple kişi Allâh’a her hâlinde hüsnü zan beslemelidir. Cenâb-ı Hak, kulu her imtihân edişinde, istediğini vermeyişinde, kul bu imtihandaki sırrı tefekkür edebilirse, şunu öğrenir:
“Kullar sebep gibi görünse de bu, Cenâb-ı Hakk’ın izni ile geldi. Bununla benim nefsimi temizlemeyi, beni nefsimin zulmetinden kurtarıp nûrumu tamamlamayı arzu ediyor. O zaman Rabbin izni ile gelen, yine O’nun izni ile gidecektir ve bu durumda bana sâdece Allâh’a isyân etmeden hükmüne boyun eğmek yakışır. Böylece ben nefsimin ne kadar âciz, ne kadar hiç ve Allâh’a ne çok muhtaç olduğunu anlayıp maddî ve mânevî tüm zerrelerimde Allâh’ı bilip tanıyıp, tevhîdi sindirerek kul olmayı öğreneceğim. Ve bütün bunlar Rabbimin izni, lütfu ve keremi ile hayır üzere tamamlanıp benim için şifâ ve rahmet olacaktır.”
İnsan, nefsine rağmen, Allâh’ı tanımak, O’na yaklaşmak, O’nun rızāsını kazanmak için irâde gösterip gayret etmeye, kulluk etmeye başladığı zaman hâlinde, hayâtında türlü hâller müşâhede ederek tefekkür ummânına dalacak, Allâh’ın izin ve keremiyle, “nefsine takvâsını ilhâm etmesi ile” rûhunun meş'alesi yanıp gönlü aydınlanacaktır.
İnsan, günlük hayâtını sürdürecek gücü kendinde bulundurmak için Allâh’a hüsnü zan beslemek mecbûriyetindedir. Çünkü kişi Rabbine hüsnü zannını kaybedince iyilik için gücünü de yitirmektedir. Bu sebeple ne halde olursak olalım kula gereken; “bir benim istediğim var, bir de Allâh’ın benim için istediği (ki bu daha hayırlı). Öyleyse asıl mutluluk, Allâh’ın takdîr ettiği ile barışık olmamdır!” diyebilmektir. Allah Dostları bu husûsu çok güzel bir şekilde idrâk etmişler ve her koşulda Allâh’ın takdîrine rızā göstermişlerdir. Ebu'l-Hasan Harakānî hazretleri; “Beni gökyüzünden bir iple atsalar, üzerime de cümle belâları salsalar, kılım bile kıpırdamaz! Çünkü tüm bu hâdiseler geçici dünyâ hayâtı ile alâkalıdır…” buyurmaktadır.
Burada sorulması gereken soru, kulun başına gelenler; “Allâh’ın takdîr ettiği mi?” yoksa “kişinin kendi seçimlerinin sonucu mu?” Hiç şüphesiz her şey Allâh’ın takdîri iledir ancak kula verilen irâde de gözden kaçırılmamalıdır. Şâyet kişinin başına gelen, kendi irâdesinin sonucu ise; sebep olan faktörleri gözden geçirmedikçe içinde bulunulan durum değişmeyecektir.
Unutulmamalıdır ki her bir takdîr, içinde binlerce hayır barındırır. Bu hakîkati idrâk etmek ise, kişinin kulluğunun ve hayâtının kalitesini artırır. Bu sebeple kişi şer gibi görünen nice hâdiselerde var olan hayrı aramalıdır. Nice zorluklar, kişinin iç dünyâsındaki mâneviyyâtın ve gücün ortaya çıkması için gönderilmiştir. Rûhun kapılarının anahtarı belâ ve imtihanlardır. Nice sanatçıların hayatları çeşitli acılarla doludur. Âlemlere rahmet olan Sevgili Peygamberimiz (sav)’in hayat sayfalarını okuyan her bir peygamber sevdâlısının yüreğinin sızlaması da bu kabîldendir.
Seminer için gittiğim bir şehirde bizi karşılayan hocamız, mahallelerinde duāsı makbûl bir hacı annenin olduğunu söyleyip duāsını almamızı tavsiye ettiler. Biz de programın sonunda soluğu, bu hacı annenin yanında aldık. Hayâtımıza dâir söylediği hikmetli sözler, eserlerde pek rastlamadığımız duāları tavsiye etmesi bizi çok etkiledi. Belli ki Mevlâmız, seksenli yaşlara merdiven dayamış bu hacı annenin gönlünü hikmetin menbaı kılıvermiş. Hayat hikâyesini dinleyince anladık ki her bir zorluk iç dünyâmızı hikmetler pınarı kılmak için ilâhî hediyelermiş…
Teyzemiz 5 yaşındayken anne-babası ayrılırlar. Çâresiz ve imkânsız kalan anne, üç kızını üç farklı āileye evlatlık vermek zorunda kalır. Ancak bu hacı anne evlatlık gittiği āileyi aslâ kabûl etmez, hattâ eziyet eder, derken āile geri gönderir. Çâresizlikler içinde kıvranan anne, bakamayacağını bildiren bir mektupla kızını babanın yanına gönderir. İş için yurt dışına gitmeye hazırlanan baba mecbûriyetten dolayı kızını da götürmek zorunda kalır. Ancak imtihan bitmez… Üvey anne zulmü başlar. Baba işe gider gitmez, küçük kızın yeri evin köhne çatısıdır. Çatıda büyümeye başlayan bu küçük kız, on beşine gelince apar topar bir sarhoşla evlendirilir. Üvey anne ve çatı imtihanı bitti derken, dayaksız geçmeyen zehir geceler peşinden geliverir. Tek sığınağı Mevlâ olan hacı anneye yine acılar içinde kıvrandığı bir gece Hızır (as) teşrîf ediverir. O günden sonra da imtihanlar ādetâ ilâhî bir zevk verir hacı anneye…
Velhâsıl, hiçbir imtihan sebepsiz değildir…
Atâullah İskenderî hazretleri bu hakîkati şerh sadedinde buyuruyor ki; duāda ısrarlı olduğun halde kabûlünün gecikmesi seni umutsuzluğa düşürmesin. Çünkü Cenâb-ı Hak, senin istediğin şeyi, istediğin anda kabûl etmeyi vaat etmedi, senin için dilediği şeyi, kendi seçtiği zamanda kabûl etmeyi vaad etti.
Duānın kabûlünün gecikmesi ümitsizlik ve usanç vermemelidir. Nitekim âyet-i kerîme'de “Rabbiniz şöyle dedi: 'Bana duā edin, duānıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.' (Mü'min, 60.)” buyurulmaktadır. Ancak dikkat edilmelidir ki âyette “hemen kabûl edeyim” denilmemiştir. Yāni duānın kabûl eserlerinin erken veya geç ortaya çıkmasında başka hikmetler bulunduğu iyi bilinmelidir. Hekim hastanın istediği gibi değil, hastalığın gerektirdiği şekilde tedâvi eder. Cenâb-ı Hakk da bu hikmet şifâhānesinde tabii hallerin ve nefsânî arzuların hastası olan kullarına tedâvi kabîlinden olan icâbet eserlerini, onların istediği şeylerle değil, onların menfaatine kendi seçtiği yerde, onların dilediği vakitte değil, kendi dilediği zamanda ortaya çıkarır. Kulların acele etmesi, ilâhî takdîri çabuklaştırmaz, onların gecikmesi geciktirmez.
Yatalak olan Ebu'l-Abbas Mürsî Hazretlerini ziyârete gelen bir kimse; “Allah âfiyet versin!” diye hatır sorduğunda cevap vermemiş, üç defa tekrar edince sabredemeyerek; “Senin istediğin âfiyeti ben istemem, benim âfiyetim şu uğradığım haldir. Zîrâ Habîb-i Ekrem Efendimiz (sav) Cenâb-ı Hak'tan âfiyet dilemişken Hayber fethinde Yahudi'nin getirdiği zehirli kuzuyu yemeleri ve zehrin seneler sonra ortaya çıkıp tesir etmesiyle vefât eylemişlerdir. Yine halîfeleri hazretleri de her biri âfiyet istemişken bir şekilde şehît olmuşlardır. Eğer âfiyet istersen, günah hastasına âfiyet bağışlayan Allâh’ın istediği âfiyeti iste!” buyurmuşlardır.
Resûl-i Ekrem (sav); “Bir kimse günah olan veya merhamet kesici olan bir şey için duā etmedikçe, Cenâb-ı Hak onun duāsına icâbet eder. İstediğini verir veya istediği şey kadar günâhını siler ve gelecek musîbetleri ondan kaldırır.” buyurmuşlardır.
Şartını yerine getirerek duāya el kaldıran her duācı mutlakā duāsına icâbet elde eder. Fakat istediği şey hayırlı olmazsa, kabûl edilmemesi bazen icâbetin tâ kendisidir veya âhirete bırakılması hikmete ve işin gereğine uygundur. Nitekim Cenâb-ı Hak mahşerde huzûruna getirilen bir kula hitâben; “Ben sana bütün ihtiyaçlarını Bana arz et, Benden başkasına ihtiyaç arz etme buyurmadım mı?” diye azarladığında; “Evet Yârabbi, ben de ihtiyaçlarımı hep Zâtına arz etmiştim...” diye cevap verip bazı duāsının kabûl edilmediğini belli etmesi üzerine Hak Teālâ; “Ben senin her duāna icâbet ettim, her istediğini verdim. Bazısının icâbet eserini bugüne bırakarak senin için sakladım. Şimdi onu al, gözün aydın olsun!” buyurur. O kulun icâbet eseri olarak gözler görmedik nîmetleri müşâhede ettiği anda; “Ne olaydı, duālarımın hiçbiri dünyâda kabûl edilmeseydi de icâbet eserlerini burada görseydim!” diyerek esef edeceği hadîs-i şerîfte bildirilmiştir.
Şu halde icâbette acele etmek hikmete uymadığı gibi, her duānın kabûlünde acele edilmedikçe kabûl hedefine ulaşacağı Peygamber Efendimiz (sav) tarafından haber verilmiştir. “Günahkârların inlemesi, âbidlerin tesbîhinden daha sevgilidir!” hadîsine bakarsak, duā edenin Cenâb-ı Hak tarafından sevilmesi bazen kabûlünü geciktiriyor. Tersine duā edene gazap edilmesi ise kabûlünü çabuklaştırıyor. Bu hususta başka birçok hadîs-i şerîfler vardır.
Duānın şartlarına gelince, bazısı bilinemez. Bilinmeyen şart da yerine getirilmeyeceğinden duāda icâbet eseri görülmez. Bazısı ise bizlere âyet ve hadîslerde belirtilmiştir.
- Kişi duā ederken Mevlâ'nın bize bizden daha yakın olduğunu unutmamalıdır. Nitekim âyet-i kerîme'de: “Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler (ne şüpheler) vermekte olduğunu (elbette) biliriz. Biz (ilim, irâde ve kudreti gibi sıratlarımızla) ona şahdamarından daha yakınız.” (Kâf, 16.) buyurulmaktadır.
- Unutmamalıyız ki, Cenâb-ı Allah hiçbirimize borçlu değildir. Yāni vermek zorunda değildir. Aksine bizler her şeyimizi O'na borçluyuz. Bu sebeple kişi duā ederken mahcup bir tavır ile Mevlâ'dan istemelidir.
- Hadîs-i şerîfte bildirilen; “Yediği, içtiği, giydiği ve hareketleri haram olduğu halde duā edenin duāsı nasıl kabûl edilir?” hakîkatini unutmamalı ve helâl lokma husûsunda her geçen gün daha hassas davranmalıyız. Yine bir hadîs-i şerîfte; “Kişi günah işleyip, Sıla-i Rahim'i (akraba ilişkilerini) kesmedikçe, Allah o kimsenin duālarını reddetmez!” buyurulmaktadır.
- Duālara icâbet edileceği haber verilen şerefli hallerden faydalanmalıyız. Nitekim oruçlunun iftar ânında, cihat meydanında, İslâm adına hizmet ederken, yağmur yağarken, zulüm görülen vakitlerde ve kederli hallerde yapılan duāların reddedilmeyeceği bizlere haber verilmektedir. Allah Rasûlü (sav) bir hadislerinde; “Kalbin hüzünlü olduğu vakitlerde duāyı ganîmet bil!” buyurmaktadır. Allah Teâlâ'ya hüsnü zan ile duā etmeliyiz. Nitekim hadis-i şerîfte; “Duā ettiğiniz zaman kabûl olacağına inanarak duā edin! Bilmiş olunuz ki, gafletle yapılan duāları Allah Teâlâ kabûl etmez.” buyurulmaktadır.
- Duā ederken, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen peygamber duālarını, hadîs-i şerîflerde bildirilen Efendimiz (sav)'in duālarını ve Hak dostlarının yapmış olduğu niyazlarını dilimizden düşürmemeliyiz.
***
Allâh’ım! Bize gerek Sana karşı, gerek kullarının seçkinlerine karşı hüsnü edeple davranmayı nasîb et. Sebeplere dayanıp güvenme ibtilâsına bizi müptelâ kılma! Tevhîdimiz ve Sana olan tevekkülümüz üzerinde bizi sâbitkadem eyle! Bizi Kendinle ve hâcetleri yalnız Sana arz etmekle başkalarından müstağnî kıl! Bizi kendi sözlerimiz ve amellerimizle imtihân etme! Onlar sebebiyle cezâlandırma, bize lütfunla, kereminle, cezâmızdan vazgeçmekle ve müsâmahanla muāmele et. Allâh’ım! Bizler hepimiz Sen’i murâd ediyoruz. Sen’i diliyoruz. Ancak âfetler ve engeller bizim önümüzü kesiyor. Sana gelmemize mâni oluyorlar. Allâh’ım! Bizi gaflet uykusundan uyandır. Bizim kimimizi, kimimizden faydalandır. Bizi yalnız Kendinle meşgûl et! Tâ ki nefislerimiz ıslâh olsun. Nefislerimize Sana gelen yolu göster, ömrümüzün kalan kısmını Sen’in yolunda meşgûliyetle geçirelim. Allâh’ım! Bizi bize döndür. Bizi kapında durdur.
Allâh’ım! Bizi Sen’in için, Sen’de ve Sen’inle eyle. Bizi Sana hizmetle bahtiyâr eyle. Almamız da vermemiz de yalnız Sen’in için olsun, içimizi Sen’den başkasının sevgisine mekân olmaktan temizle. Bizi, nehyettiğin yerlerde bulundurma. Emrettiğin yerlerde bizi bize kaybettirme. Zāhirimizi Sana günâh işlemekten, bâtınımızı da Sana şirkten koru. Bizi nefislerimizin elinden al! Kurtar, Sana ulaştır. Bütün fiil ve hareketlerimiz yalnız Sen’in için olsun. Yalnız Sana güvenelim, yalnız Sana dayanalım. Sen’den gāfil olmak bedbahtlığından bizi uyandır. Bizi Sana tâat, ibâdet ve münâcât elbiseleri ile giydir. Kalblerimize ve özlerimize Sana yakınlık zevkini tattır. Nasıl ki gök ile yer arasını ayırdı isen günahlarla bizim aramızı da aynen öylece ayır. Bizi günahlardan uzak tut. Nasıl ki gözün siyahı ile beyazının arasını birbirine yakın ettiysen aynen onun gibi bizi de Sana kulluğa, Sana tâate yakın et. Günahlarla bizim aramızı aç.
(Abdülkādir Geylânî Hazretleri'nin Münâcâtı)
***
Seherde açılan güller hürmetine
Zikrinle dönen diller hürmetine
Rükûa bükülen beller hürmetine
Hacâlet nârına yakma yâ Rabbi!
Yolunda kāim kullara bağışla
Rızāna giden yollara bağışla
Arşına açılan ellere bağışla
Cahîm’in içine sokma yâ Rabbi!
Secdeye kapanan başlar hürmetine
Aşkınla sızlayan döşler hürmetine
Gecelerde dökülen yaşlar hürmetine
Gazabınla bize bakma yâ Rabbi!
Uhud’da yarılan yüze bağışla
Mi’râc’da gören göze bağışla
O anda geçen söze bağışla
Sırattan aşağı dökme yâ Rabbi!
(Hacı Hasan Efendi Hazretleri’nin Münâcâtı)
Kasım 2024, sayfa no: 47-48-49-50-51
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak