Ara

Dostu Gören Göze Göz Derler!

Dostu Gören Göze Göz Derler!

Bütün kâinât yokluk ve karanlıktır. Yaratılmışları Hakk’ın zuhur tecellîsi var edip aydınlattı. Her kim yaratılmışları görür de, onda veya onunla berâber veya ondan evvel veya ondan sonra yaratıcı Hakk’ı görmezse, şüphesiz nurlardan ayrı kalır. İlâhî maârif güneşi, yaratılmış şeylerin bulutlarıyla örtülüdür. (Hikem-i Atâiyye, 14. Hikmet)

 

Bir gün Mevlânâ dostlarından bir azîzin canı sıkılmıştır. Durum Mevlânâ Hazretleri’ne bildirilir. Mevlânâ Hazretleri ona:

“Dünyânın bütün can sıkıntısı, bu dünyâya gönül verme netîcesidir. Bu dünyâdan kendini âzâd ettiğin an; kendini bu dünyâda garip bir kişi olarak bildiğin an; baktığın, gördüğün güzel renklerin, güzelliklerin, tattığın zevklerin kalmayacağını bildiğin an; her şeyin gelip geçici olduğunu, senin başka bir yere gideceğini bildiğin an, can sıkıntısından kurtulursun! Ne mutlu o insana ki hikmet ehli ile oturur, mağrur kişilerle değil. Kendilerini hakîr ve zelîl gören kişilerle düşer kalkar.” der ve yine buyurur ki:

“-Kendini dünyâdan âzâd eden er, olgun kişidir! Başkasının kendisini incitmesinden incinmeyen kişidir. Yiğit er ise, incitmeyi hak edeni, kırılmaya lâyık olanı incitmeyen, kırmayan kimsedir.” (Menâkıbu’l-Ârifîn, I, 432)

Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede: “Sabah akşam Rablerine, O’nun rızāsını isteyerek yalvaranlarla berâber candan sabret. Dünyâ hayâtının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, Bizi anmaktan gāfil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye uyma!.” (el-Kehf, 28.) buyurur.

Madde (dünyâ) karanlık, mânâ ise aydınlıktır. Bu madde âlemi öyle bir karanlık ki, Cenab-ı Hakk’ın nûrunun tecellî yeri ve zuhur aynası olmakla aydınlanır. Bu ilâhî tecellîden, her kul kalbî derinliği kadar faydalanır ve aydınlanır. Nitekim güneş herşeyin üzerine doğar, lâşe kendi hissesi kadar nasiplenir ve leş kokusu artar. Gül bahçesinde ise gül kokusu artar...

Mevlânâ Hazretleri der ki: İnsan gözden ibârettir. Geri kalanı bir deridir. Göz de, dostu gören göze derler!

Dostu gören gözlerin sâhipleri, bu dünyânın karanlığını idrâk etmişler ve gönüllerini İlâhî Maârif Güneşi’nden hiç ayırmamışlardır.

Râbia el-Adeviyye’nin hizmetçisi bir gün işkembe çorbası yapmıştı. Günlerdir hiçbir şey yememişlerdi. Soğana ihtiyaç hâsıl oldu ama yoktu. Hizmetçi, “komşudan alayım” dedi. Râbia: “Kırk yıldır ki İzzet ve Celâl sâhibi Allâh'a, O'ndan başkasından hiçbir şey istememek üzere ahdetmişimdir. Zararı yok, işkembe soğansız ve sarımsaksız olsun.” dedi.

Derhal gökyüzünde kabuğu soyulmuş birkaç soğan taşıyan bir kuş belirdi ve bu soğanları onun çanağına bırakıverdi. Bunu gören Râbia: “Mekrden emin değilim! (bu, ilâhî mekr ve imtihan olabilir)” dedi. Paça çorbasını yemedi, boş ekmek yedi.

Yüce Rabbimiz buyurur: “Allah, göklerin ve yerin Nûrudur. O’nun nûrunun misâli, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba (bir ampulü andıran) kristal (cam) bir fânus içindedir; o fânus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübârek bir ağaçtan, yāni zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, (elektrik gibi) kendisine ateş değmese dahî ışık verir. (Bu) nûr üstüne nûrdur. Allah (tercîhine bakar ve) dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (verdiği mesajlar anlaşılsın diye işte böyle çağları aşan) temsiller getirir. Allah her şeyi bilen Alîm’dir.” (en-Nûr, 35.)

Rivâyete göre Dihye el-Kelbî Cuma günü yükünde zeytinyağı da olan bir ticâret kervânıyla Medîne'ye girer. Bu sırada Nebî (sav) Cuma hutbesi îrâd etmektedir.

Kervânın geldiği davul ile haber verilince, mesciddeki herkes alışverişe koşar. Muhtemelen, Medîne'ye yeni girmiş olan Kandil ve onun yakıtı olarak kullanılan zeytinyağı sınırlı sayıda geliyor, insanlar bundan edinmekte acele ediyorlardı. Hutbe veren Allah Rasûlü'nün huzûrunda sâdece Hz. Ali, Hasan, Hüseyin, Fâtıma, Selman, Ebu Zer, Mikdad ve Suheyb kalır.

Bunun üzerine Nebî aleyhisselâm şöyle buyurur: "Doğrusu Allah Cuma günü mescidime nazar etti. Eğer mescidimde kalan şu sekiz kişi de olmasaydı, Medîne ahâlîsinin üzerine ateş yağardı, Lût kavmi gibi taşlanırlardı." (Tefsîrü’l-Mücâhid)

Nûr tanımlamasının böyle bir olay üzerine nâzil olunmasının hikmetine dönersek; Nûr ismi, Medîne'deki İslâm cemâati üzerinden, tüm mü'minlere "Vahyin mânevî ışığını, dünyânın maddî ışıklarına satmayın!" çağrısıdır.

Allâh'ın varlığın ışığı olması, âlemi yokluktan varlığa çıkaranın O olduğuna delâlet eder. Âyet-i Kerîme’de; "Allah nûrdur" demek yerine "Allah göklerin ve yerin nûrudur" buyuruluyor. Bütün eşyânın varlığı O'nun kudretinin delîlidir.

İbn Abbas (ra), bu âyeti şöyle tefsîr etmiştir: "Yāni Allah, göklerin ve yerin ehline yol gösterendir. Onlar O'nun hidâyeti ile yollarını bulurlar ve O'nun hidâyetiyle sapıklık bataklığından kurtulurlar." Yāni Allâh'ın hidâyeti ve yol göstermesi ile kendi varlıklarını tanıdılar ve O'nun irşâdı ile din ve dünyâ için gerekli işleri bildiler.

Yüce Rabbimiz buyurur ki: “(Ey Resûlüm! Onlara) De ki: Göklerde ve yerde neler var, bakın (düşünüp ibret alın!) Fakat (ne yazık ki, aklını başına almayan, inkârda ısrâr edip) inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.” (Yûnus, 101.)

Bir aynaya bakınca yüzünüzü göremeseniz ne hissedersiniz?

Dünyâya bakıp Allâh'ın varlığını göremezseniz işte onu hissetmelisiniz. Zîrâ mahlûkat, ilâhî varlığa tutulmuş bir aynadır. O aynada yansıyan her şeyi görünür kılan ışık, en-Nûr olan Allah’tan yansıyan ışıktır. Var olan her şey, Nûr isminin tecellîsine mazhardır. Var olup da Nûr isminin tecellîsine mazhar olmayan hiçbir şey yoktur.

Nûr isminin celâl tecellîleri nûr olarak, cemâl tecellîleri nâr olarak yansır. Bu âlemdeki aydınlık ve karanlık da tıpkı bunun gibidir. Nûr ismi sâdece ışıkta değil, karanlıkta da tecellî eder. Zîrâ maddî âlemdeki karanlık, gerçek karanlık değildir. Gerçek karanlık yokluktur. Nûr isminin tecellîsinden tamâmen mahrûm olmak, mutlak yok olmak demektir.

Rabbimiz! Sen Nûr’sun. Bizler de O Nûr’a tâlibiz. Gönlümüzü nurlandır, ki yüreğimizin en derin yerinde yalnız Seni bulalım. Rûhumuzu nurlandır, ki vahyin mânevî ışığını, dünyânın maddî ışıklarına satmayalım. Nûrunu yağdır bize, Nûruna kandır bizi, Nûrundan ayır bize, Nûruna daldır bizi. Allâhım! Bizi cemâlinin nûruna nazar edenlerden ve Sana vâsıl olma şerefiyle şereflenenlerden kıl. Âmîn...

 Haziran 2025, sayfa no: 36-37-38

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak