Her şeyi normal görmek ve sıradan bir vakaymış gibi saymak toplumları yok eden güve gibidir. Bāzı söz yâhut olaylar karşısında kıyâmetin kopması lâzım gelirken şâyet kişilerin ve cemiyetin kılı kıpırdamıyorsa ruh ve dirilik hastalanmış demektir. Alışkanlık, bir bakıma hastalıktır. Çünkü alışkanlığın bir sonraki merhalesi, bıkkınlıktır. Bıkkınlık gösterenler yılgınlık gösterirler yâni mağlûp olurlar, hem de hiçbir mukāvemet göstermeden!
Marcus Aurelius der ki: Kendi rûhunu yakından tâkip etmeyenlerin bedbaht olması kaçınılmazdır.[1] İnsan kendine yolculuk yapmaz, özünü aramayı birincil vazîfeden saymaz ve kalbinin cevherinden ilham almazsa kirlenmesi kolaylaşır. Kolay kirlenen hızlı kirletmeye başlar. Hurâfeler yumağına dolaşır. Pejmürdelik ve tembellik kördüğümüne saplanır. Hâsılı rûhunu yitirir. Hâlbuki insanın cesâmetine kıymet veren şey, ruhtur. Ruh, diriliğin remzidir; rahmeti arar, ihtiyatlı gezer, merakla ilgilenir ve temkin kaftanını giyer. Şu hayatta hiç kimse ruhsuz bir arkadaş, ruhsuz bir işyeri, ruhsuz âile ve ruhsuz bir cemiyet arzulamaz. Tabiatıyla ruh, hayâtın tadı ve medeniyetin can damarıdır. Can ise; dirilik tasavvurunun alâmet-i fârikasıdır.
Dirilik tasavvuru, lütuf pınarlarına benzer. Bu pınarlar, dâimâ iyilik iklîminin yayılmasına vesîle olur. Lâkin diri kalmak zor ve zahmetli bir iştir. Çünkü bütün şikâyetler, teessürler, tenkitler ve yeisler diriliğin karşısına dikilir. Bununla da kalmayıp her safhada umûdu kıran hezeyanlar ile hücûma yeltenir. Böyle fenâlıklarla başa çıkmak için millî mefkûrenin beslediği intizam ve insicam rûhuna vâkıf olmak gerekir. Fîlvâki, diri kalanlar kendini arayanlardır. Kendini kaybedenler ise vurdumduymazlık seline kapılanlardır. Bu sebeple arayan diridir, kaybeden ise ölü.
Dirilik tasavvuru, yedi esas ilke üzerinden neşvünemâ bulur. Bu ilkeler, ana başlıkları ve kısa izahatlarıyla şöyledir:
1- Umut: Îman ve îtikat diriliğine tekābül eder: Umut, Müslümanın îman parlaklığıdır. Kişioğlu, îman ve îtikat sağlamlığı ölçüsünde umut kanatlarını çırpar. Biz, ümit ile îman irtibâtının zirvesini Sevr mağarasında görüyoruz: Şanlı Peygamberimiz, Mekke’den Medîne’ye hicret ederken Sevr mağarasına sığınmıştı. Müşrikler, buraya yetişmiş ve mağaranın etrâfını sarmışlardı. Hattâ birkaçı eğilip içine dahi bakıyordu, neredeyse kendilerini göreceklerdi; fakat Görklü Peygamberimizin mübârek ağzından o anda bile umut hâleleri süzülüyordu. İşte bizler bu vakarlı duruşu, îtikādî bir mîras olarak görmeliyiz. Meyus sarmalında tutsak kaldığımızda hemen bu hâdiseyi hatırlamalı ve îmânımızın diriliğine başvurmalıyız. Çünkü gaflet ordusu en fazla îmâna musallat olur. O kale zayıflarsa, mücâdele azmi de kuvvetten düşer. Bu sebeple, sarsılmaz îman sâhipleri, umuttan aslâ vazgeçmez. Umûduyla îmânını kavî kılar, itikādıyla umûdunu keskinleştirir.
2- Mücâdele: Duā ve ibâdet diriliğine tekābül eder: Bir şeyin süreklilik arz etmesi, bizlere mücâdele diriliğini hatırlatır. Mü'min şahsiyetlerin son nefesine kadar fâsılasız bir şekilde duā ve ibâdet mesûliyeti vardır. Her an hazır kıta olmak, ağzı duālı kalmak, düşünürken, konuşurken ve eylerken her lahza ibâdetin kapsama alanında olduğunun bilinciyle nefes almak, hayâtın aslında mücâdeleden ibâret olduğunu ispatlar. Tabiatıyla duā ve ibâdet bilinci, bize dâimâ mücâdele diriliğinde kalmayı tavsiye etmektedir. Türk-İslâm geleneğinde mücâdeleci şahsiyetlerin tamâmının hayatları, duā ve ibâdet aşkıyla örülüdür. Bunun en canlı örneği, Medîne müdâfîsi Fahrettin Paşa ve kahraman askerleridir.
3- Lisan: Töre ve kültür diriliğine tekābül eder: Kelimeler, insanlık târihinin ilk imtihanı olması bakımından mukaddestir. Sağlam bir itikādın başlangıç noktası da bu imtihandır. İnsanoğluna var edilmesi akabinde isimler öğretilmiştir. Öğrendiği isimler sebebiyle evvelde yaratılan mahlûklara üstün kılınmış ve bu vakıa üzerinden öncekiler îmânî bir sınava tâbi tutulmuştur. Kelimeler bu bakımdan mühimdir ve Yüce Mevlâ, insanlarla kelimeler üzerinden irtibat sağlamıştır. Kâh birebir mülâkî olmuş kâh vâsıtalar kullanmıştır. Bu bakımdan lisan kutsaldır ve mukaddes mefhumlardan beslenir. Lisan diriliği, inanç sisteminin husûle getirdiği töreye ve kültüre olan āidiyetten neşet eder. Töresine ve irfânına bağlı kimselerin lisanları fasih ve beliğdir. Böyle kimseleri dinleyenlerin içi huzurla dolar, mücâdele iştiyâkı kabarır ve onlar geleceğe umutla bakarlar. Ma'mâfîh lisânına ehemmiyet vermeyenler; töresiz, irfansız ve kültürsüz sayılır. Yâni sönük, hareketsiz, durgun…
4- Estetik: İntizam ve terbiye diriliğine tekābül eder: Medeniyet insanı, selîm bir zevke sâhiptir. Bu hasleti ona, “Allah güzeldir ve güzel olanı sever” anlayışı kazandırmıştır. Îmanlı kalplerin nâzik, nezîh ve zarîf olmasını estetik diriliği sağlar. Fîlhakîka, halk içinde mümessil kimseler, intizam ve terbiye rahlesinde yetişir. Bu tâlim sürecinde en büyük tesir, estetiğe āittir. Çünkü estetiğin tâlimgâhında vicdanlara dokunan mürebbîler gezer. Bu mürebbîler, değil merdanı nâmerdi bile fazîletli bir edâyla dokurlar. Biliriz ki bedîiyât, medeniyetimizin yüce eşiğidir. Bu kutlu eşiğin taşları, erdemlilik harcıyla örülmüştür. Hâliyle nerede bir intizamperver varsa oraya dirilik fazîleti hâkimdir.
5- Îcat: Yenilik ve ihtisas diriliğine tekābül eder: Zaman, milletlere ve fertlere tahlîl etmeleri için muhtelif mîraslar bırakır. Bu mîrâsı îcâdın sahanında pişiren kişiler selâmeti bulur. İnkılap esintileri aşk ile yoğrulduğunda her yana îcâdın ziyâları yayılır. Toplum, îcat azmi ile dâimâ bahar gibi yenilenir. İhtisas merhalesi ise bu yeniliği mütemâdî kılar ve şöhretli eyler. Îcat sâyesinde fikirler tâzelenir, medeniyet nâmına mütehassıslar yetişir. İhtisaslı mûcitler nitelikli kalkınma yollarıyla kanlı ve karanlık perdeleri söker atar. Dayatılmış bilimsellik ancak îcat diriliği ile alt edilir. Unutulmamalıdır ki, cihanşümûl terakkînin can damarı; îcat, yenilik ve ihtisas diriliği sâyesinde mümkündür.
6- Alternatif: Orijinallik ve nam diriliğine tekābül eder: İslâm dîninin ve Türk töresinin müşterek özelliği, nizâm-ı âlem adına alternatif üretmesidir. Medeniyet insanı, orijinal kalmak kaydıyla dâimâ seçenekler husûle getirir. Kendine āit bir dünyâyı tahayyül eder ve bu dünyâ onun gönül medeniyetidir. Gönül medeniyetinde, küçük bir gereç bile emsâlsiz nitelikleri hâizdir. Zîrâ burada adımlar neşveli, sözler hikmetli ve hâller safvetlidir. Her bir fert, orijinallik diriliğini ziyâdesiyle kavramış olduğundan gönül medeniyeti nezdinde namlı sayılır. Onlar nam yâhut ün kazanmak derdine düşmezler lâkin yektâ seciyeleri sebebiyle kaderin cilvesi bu kişileri, yerlerin ve göklerin kademelerinde pâyidâr kılar. Bu dilâverler, mahrûmiyet sonsuzluğunu bir çırpıda söküp atan ve emsâlsiz fikirleriyle yolların eşkıyâlarını temizleyen rehnümâ makāmındadırlar. Tabiatıyla fikrî bahadırlıkları sâyesinde son merhalede tefekkür diriliğine ulaşırlar. Burada görüyoruz ki, tefekkür diriliğinin yolu orijinallik diriliğinden geçmektedir.
7- Tefekkür: Ahlâk ve hukuk diriliğine tekābül eder: Cemiyetler, ne handân bir devrin kucağında ilânihâye bahtiyâr olur, ne de tek bir devrin çirkef yüzünde mâtemli azâba uğrarlar. Çünkü dünyâ, bāzan ağlamaklı bāzan gülmekli bir yerdir. Dünyânın vechelerinde, kâh boşlukların hülyâlarına kapılıp ihtikâr manzaraları görülür kâh pürâhenk sandallarda neşenin şâhikaları yayılır. Fakat her iki vaziyette de düşüncelerle nakşedilmiş dirilik lâzımdır, bunu sağlayan şey tefekkürdür. Tefekkür, âdemoğluna sevinçli yâhut dilhûn vakitlerin geçici olduğunu anlatır. Binâenaleyh, her hâlükârda bir ahlâk nizâmı ve hak dâiresinin varlığını hatırlatır. Ahlâk diriliği; kişiyi hafifmeşreplik, kepâzelik ve serâzâd çılgınlığından kurtarır ve hukûkun emrine âmâde kılar. Tefekkür diriliği, medeniyet insanını ahlâkın ve hukûkun peyzajına rapteder. Bu peyzajın en nadîde çiçekleri, töre ve kültürdür. Yâni lisân hassâsiyeti tefekkürü kozasından çıkarır. Tefekkür kozasından çıkıp kanatlandıkça ahlâk ve hukuk cilâlanır, parıldar ve pürüzsüz hâle gelir.
Toparlamanın zorluğuna rağmen:
Toparlamak zordur; lâkin diriliğin fikrî ve cehdî heyecânıyla son söz olarak denilebilir ki sathî ve sun'î mevzûlardan ziyâdesiyle kaçınabilmek için dirilik tasavvurunun atmosferinde yol almak lâzım gelir. Çünkü bu bahis, köprü misâli mâzî ile âtînin sentezidir. Dirilik iklîmi sâyesinde, fertler ve toplumlar iptidâî kabîleler gibi davranmazlar. Fevkalâdenin fevkinde bir temâyül ile ideal cemiyetlerin bayraktarlığını üstlenirler. Zîrâ bireyler ve toplumlar, millî yapıyı muhâfaza eden kavramlarla diri kalabilirler. Bu kavramların en mühimlerinden biri, diriliktir.
Bir ağacın meyvesinin azalması ve kalitesinin düşmesi, kökleri ile dalları arasındaki irtibâtın zayıflığına delâlettir. Milletlerin durumu da buna benzer. Şâyet dünyevî hususlara taalluk eden unsurlar, millî heyecânın önüne geçmişse orada kültür ile toplum arasındaki irtibat kopma noktasına gelmiştir. Bu durumda düşünce birliği cümle fertlerin zihninde seyyâle gibi değil, inkıtâlar hâlinde dolaşır. Cemiyetin umûmiyesinde fikrî esasların kesik kesik tebârüz ettiği hissedilince, tehlike çanları en fazla müteyakkız beyinleri zonklatır. Bu hal ortaya çıkınca hemen her kesimde titizlik rûhu alelâdeliğe, dikkat itiyâdı pespâyeliğe ve hassâsiyet ilkesi mülevvesliğe saplanır. İşte dirilik tasavvuru bu düşüklüğe müstehak olmamanın ilâcıdır. Zikrettiğimiz yedi ilke sâyesinde, istikāmet rûhu canlılığını korur, nâmüsâit vaziyetler müsâit hâle gelir ve akabinde ihyâ hareketi başlar. Dirilik tasavvurunun hakîkî erenleri her hâlükârda yolu selâmete çıkarır. Çünkü takaza hâline düşenler, ancak dirilik tasavvuruyla yakaza hâline tahvîl olabilir.
Mühim olan diri gözüküp ölü olmamaktır.
[1] Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler, İş Bankası Yayınları, s 15,
Haziran 2024, sayfa no: 48-49-50-51
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak