Milletler, târih boyunca kimliklerini ve mevcûdiyetlerini lisânlarıyla yoğurmuş, kültürlerini kelimelerden mürekkep bir mîmâriyle inşâ etmiştir. Her büyük medeniyetin arkasında işlenmiş bir dil ve o dile sinmiş bir ruh vardır. Zîrâ lisân, hem mâzînin emânetini hem de istikbâlin ihtimâllerini içinde taşıyan bir kudrettir. Her toplum, diliyle düşünür, diliyle duyar, diliyle hisseder ve nihâyet diliyle yaşar. Bu cihetle lisân, varoluşun en kadîm hakîkatidir.
İlmî keşifler, iktisâdî hamleler ve teknolojik ilerlemeler, dâimâ dilin inşâ ettiği tefekkür ufkuyla vücut bulmuştur. Filhakîka lisân, fikirlerin filizlendiği membâdır. Toplumların dilleri ne denli kuşatıcı ve derinlikli ise, o nisbette bilgileri sahîh ve iddiāları âlemşümûl olur. Bu itibarla, ictimâî yapıların her sahada müreffeh olmaları ile dilin selâmeti arasında sarsılmaz bir bağ mevcuttur.
Dil ile millet arasındaki irtibâtın izâhında her toplumun farklı durumu ve şartları vardır. Türkçe’nin durumunu ise üç vechede ele almak gerekir:
1- Millî Dil: Millî Benliğin İnşâsı
Kültürde derinliğin, eğitimde sebâtın, hukukta mizânın, edebiyatta letâfetin, iktisatta refâhın ve teknikte ilerlemenin temeli dildir. Milletin istikbâli dilinin sıhhatine bağlıdır. Zîrâ dil, milletin hâfızası, hayâli, hissiyâtı ve ülküsüdür. Bu ahvâl-i şerâit, Türk milleti için ise, en kuşatıcı hâliyle temâyüz eder. Zîrâ Türkçe, millî benliğin temel kaynağıdır.
Türkçemiz, ezelî bir nidânın içimizde yankılanan sedâsıdır. O sedâ, kutlu ecdâdın otağında terennüm olunan deyiş; kopuzun teline sinmiş destan ve Orhun’un taşlarındaki sarsılmaz irâdedir. Her kelimesinde târih kokan ve her terkîbinde izzet taşıyan bu lisân, cemiyetimizin hâfızasını muhâfaza eden en mukaddes hazînedir. Bu hazînenin müstahkem kalesi ise töredir.
Töre ile Türkçe, bir bütünün iki parçasıdır. Töre, insan fıtratına muvâfık bir hayat nizâmı, Türkçe ise o fıtrata seslenen ilâhî bir rahmettir. Bu birliktelik sâyesinde dilimize giren her kelime, zāhirî ve bâtınî hünerler kazanmıştır. Çünkü töre Türkçe’nin her kelimesini, akıl cevherinden süzüp gönül terâzisinde ölçü bulan bir hakîkat incisine dönüştürmüştür. Kelâm-ı latîf olan dilimiz, mütemâdiyen millî karakteri de teyid ve takviye etmiştir. Bu yüzdendir ki Türkçe, millet olmanın mukaddes yemînidir. Bu yemînin en nâdide misâlleri ise ulu kudemânın mühürlü nağmeleriyle sâbitlenmiştir.
Ahmet Yesevî’nin hikmetli beyitleri, Yusuf Has Hâcib’in ihtiyatlı tavsiyeleri, Kaşgarlı Mahmud’un ibretâmiz levhaları, Korkut Ata’nın soluklara üflediği diriliş nefesi ve daha nice emsâlsiz eserler, Türkçe’nin bağrından fışkıran birer irfan pınarıdır. Bu azîz dil olmasaydı, mâzînin billur aynasında parlayan ecdâdın muhayyilesi zamânın ötesine taşınamaz, milletin mânevî genetiği bugüne ulaşamazdı.
Türkçe’de, millî hâfızayı saklayan zaman şuuru, töreyle bezenmiş ahlâk felsefesi ve insanı merkeze alan bir kâinat tasavvuru vardır. Mânâ hazînesi olan dilimiz bu müessiriyet sâyesinde her çağda târih yapmış ve İslâm toplumunun gelecek umûdu olmuştur. Tabiatıyla medeniyet şuuru için dilin muktedir ufkunu anlamak kat’î bir lüzumdur. Medeniyet şuurunun istikāmet pusulası ise Türklük şuurudur. Bu bakımdan her nesil, Türkçe’ye gösterdiği sadâkat nisbetinde Türklük şuuruna erişir.
Türklük şuuru, ümmet birliğinin bayraktarlığında yeşerir. Ümmet birliğinin târihî serencâmında millî kimliğin ehemmiyeti herkesçe mâlûmdur. Millî kimlik ise gönüllere inşirah veren Türkçe’yle dile gelir, Türkçe’yle hayat bulur. Asırlardır çadırdan saraya, yayladan dergâha uzanan bu dil, medeniyetimizin dimâğını harf harf, hece hece ve nakış nakış işlemiştir. Şunu açık yüreklilikle ifâde etmek isterim ki, mânânın can verdiği insanlık medeniyetini millî kimlikle mücehhez hakîkî Türkçe konuşanlar inşâ etmiştir.
2- Medeniyet Dili: Kelâmdan Hikmete, Lisândan Hakîkate
Allah Teālâ, Hazret-i Âdem’e bütün isimleri öğreterek kelâmın sırrını insanla tanıştırdı. Hz. Âdem, bilmenin itibârıyla diğer mahlûkata üstün kılındı. Zîrâ “isim”, yaratanın eşref-i mahlûkāta bahşettiği ilmî kavrayıştır. Her kavrayış bilgi, her bilgi ise insana asâlet kazandırır. Kavrayış ve bilginin ittifâkıyla vücut bulan asâlet rütbeleri, insanoğluna dili lütfetmiştir. Bu bakımdan diyebiliriz ki dil, insanın yaratılış sırrına açılan ilk perdedir.
Gerçek şu ki insanın dünyâsı, vâkıf olduğu kelimeler nisbetindedir. Dilin kıymeti, işte bu gerçeklikle başlar. Âdem’e emânet edilen isim serveti, insanoğlunun en büyük mîrâsı olmuştur. Türk milleti ise bu mîrâsa lâyıkıyla sâhip çıkmıştır. Çünkü Türkler, liyâkati nizâma dönüştüren ağır töreye sâhiptir.
Türkçe, erdemli ve fazîletli töre dilidir. Törenin ışığı İslâm nûru ile birleşince, Türkçemiz de Kur’an ve Sünnet’in kudsiyetine bürünmüştür. İslâm’la birlikte Türk dili, sâdece bir milletin lisânı olmaktan çıkarak hakîkat ve mâneviyat merhalesine inkılâb etmiştir. Bu inkılap, sıradan bir tesir değil, yüksek bir terkîbe vesîle olmuştur. Türkçemiz, Kur’ân kavramlarını millî hançeresinde yoğurarak yeni bir iklim husûle getirdi. “Tevhîd” Türkçe’de yürek olurken, “ihsan” gönül inceliğine, “takvâ” iç edebe ve “izzet” vakara büründü. Namaz, niyâz oldu. Zikir, huşûya dönüştü; sabır, metânetle tefsîr edildi. Türkçe’de filizlenen bu azamet, fikrin kılavuzunu bambaşka bir merhaleye taşıdı.
Her dil, inandığı dinden az-çok nasiplenir. Lâkin Türkçe, Kur’ân ile temâs ettikçe sınırsız bir deryâya döndü; kendi kelime evreninde bir tecdîd ve tâzelenme gerçekleştirdi. Ehl-i sünnetin kavramlarını, fıkhın ince nüanslarını, tasavvufun rûhâniyetini özüyle yoğurarak, Türk-İslâm medeniyetinin en zarîf lisânına vücut verdi. Medeniyet kervânının yol şeması, zamânı derleyip toparlayan Türkçe ile çizilebilir.
Türkçe kendini buldukça, münâcâtların serin nefhaları ve mesnevîlerin âhenk kanatları ilâhî melodiye dönüştü. Kâh Hacı Bektâş’ın derin basîretiyle coştu, kâh Yûnus’un derviş yüreğinde tesellî buldu. Ve nihâyetinde Osmanlı ile kemâl-i ihtişâmına yükseldi. Hâliyle asırlar boyunca, cümle ümmetin yakarışı, secdesi ve mefkûresi oldu. Türkçe’nin Kur’ân ve Sünnet’le kurduğu bu münâsebet, emsâlsiz bir ihyâ hareketidir.
Bu itibarla, Türkçe’ye sâhip çıkmak, mâneviyatla yoğrulmuş medeniyetin mayasına sâhip çıkmaktır. Çünkü bu dil, lafzın kabuğunda oyalanan sesler zinciri değildir; bilakis vahyin ocağında pişmiş, duānın kevseriyle arınmış ve hikmete râm olmuş sırlı bir emânettir. Bu emânet ise, ancak Türklük şuuruna ermiş ehl-i irfâna mahsustur.
3- Ana Dil: Millî Rûhun Mîmârı
Türkçe, milletimizin düşüncesini şekillendirmenin ötesinde, karakterini de yoğurmuştur. Türk’ün mertliği, vefâsı, söze sadâkati ve yemînine bağlılığı, azîz lisânımızın mârifetidir. Milletimizin gönüllerde iz bırakmasının ve muhâtaplarında hayranlık uyandırmasının temel sebebi, dilimizin haşmetidir.
Ana dil, geçmişten günümüze intikāl eden kültür ve medeniyetin müessir bir kaynağıdır. İdrâkin ve duyguların müşfik tercümânıdır. Millet olarak, mâzîdeki bütün amansız fırtınalara lisânımızdan aldığımız kuvvetle mukāvemet gösterdiğimizi iyi bellememiz gerekiyor ki gelecekte de vukû bulacak sert rüzgârları bâd-ı sabâya tebdîl eyleyelim.
Ana dilimiz, bu millete en çok yakışan millî elbisedir. Lâkin bu elbisenin üzerimizde nasıl durduğunu görüyor muyuz? Kelimelerin kültürümüzdeki tahakkukundan memnun muyuz? Ana dilimizin bugünkü manzarası gönlümüze baharları tevdi edebiliyor mu? Ne yazık…
Maalesef ana dilimiz tel tel dökülüyor. Hemen her mecrâda cümlelerde soğukluk, kelimelerde solgunluk hüküm sürüyor. Akademik metinler irfan kandilinden mahrum, medyanın dili hakîkatten uzak, siyâsetin hitâbı ise ahlâk ve hazâkate mesâfeli duruyor. Dil, milletin aklından gönlüne uzanan en saf sızıntıdır. Devlet, milletine onun diliyle seslenmelidir. Fakat milletimiz uzun zamandır Türkçe’nin zarâfetini bakanlıklarda, üniversitelerde, adliyelerde, hastanelerde ve câmilerde bile duyamıyor.
Genel manzaranın hüzün tablosu gençliğe de sirâyet etmektedir. Hayfa ki gençlik, popüler kültürün boş ve sahte taklitlerinin arasında, gerçek cevherini, yâni Türkçe’yi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yapma kelimelerle örülen sathî bir dünyâda savruluyor. Oysa dilin kaybı, düşüncenin de yitirilmesine sebep olur. Düşünce kaybolursa, āidiyet zayıflar ve kimlik dağılır. Unutulmamalıdır ki ana dilimiz, kalbimizdeki îman, ufkumuzdaki kızılelma ve şahsiyetimizdeki haysiyettir.
Hülâsa: Dirilişe Zemin
Şimdi bize düşen, Türkçe’ye millî mefkûre olarak bakmaktır. Evde, sokakta, mahkemede, üniversite amfilerinde ve devlet dâirelerinde Türkçe’yi yeniden namlı bir dil kılmak mecbûriyetindeyiz. Her münevver, her sanatkâr, her idâreci, her anne-baba ve her genç, kelimelerin izzetini gözetmelidir. Yazdığımız yazıya mâhiyet, konuştuğumuz kelâma estetik katmazsak ne fikrimiz derinleşir, ne de hayâtımız güzelleşir. Lisânı ıslâh etmeden istikbâlimiz tesis edilemez. Çünkü dil, milletin kalp atışıdır, o durursa her şey durur.
Unutulmamalıdır ki, cemiyetleri târihten silmek isteyenlerin kastettiği ilk şey, onun lisänıdır. Türkçe’ye kasıt, aslında Türklüğe kasttır. Bu sebeple Türkçe’yi sevmek, ona titizlikle sâhip çıkmak bir varlık mücâdelesi ve bir istiklâl meselesidir.
Dilimizin kalelerinin saldırılara mâruz kaldığı vâkidir. Bu saldırılara teslîm olmadık, ama kuşatma devâm ediyor. Türkçe kendisini işitecek kulaklar bekliyor. Ecdâdın ağzından dökülen o hikmetli sözler, hâlâ bu toprağın derinliklerinde çağlamaktadır. Şimdi vakit, Türkçe’yi yeniden millî rûhun mihveri kılma vaktidir. Geliniz kelimelerimizi temizleyelim, cümlelerimizi yüceltelim, lisânımızı arındıralım. Çünkü medeniyetimizin can damarı Türkçe’dir.
Ve şimdi, her şeyin derinlemesine sorgulandığı, esaslı bir doğuşa ihtiyaç duyulan bu çağda, yeni bir medeniyetin inşâsı için geleceğimizin tohumlarını dilimizin iklîminde köklendirelim.
Haziran 2025, sayfa no: 32-33-34-35
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak