Ara

Birlik Mefkûresi

Birlik Mefkûresi

Dünyâ hayâtına katkı sunmayı arzulayan biri varsa, bir olana îmân etmeli ve O’nun istediği birlikteliğe tâbi olmalıdır. Bu tâbiyet, yolu ve yoldaşı belirler. Belirlenen her yol, elest meclisinde verilen sözü hatırlatır ve gidilen istikāmeti sâbit kılar. Sâbitlikten kasıt, uyumdur. Uyum demek, bir olmanın bestesidir. Bütün eşikler, birlik bestesinin âhengiyle aşılır. Eşiklerin gerisinde kalanların gözleri uğursuz seraplara, kalbi bunaltıcı efkâra ve rûhu harâbe muhitlere saplanır. Bu bakımdan, birlik mefhumu, onu besleyen hasletler ile muvaffak olur. 

Medeniyetimizin bahçıvanları olduğu gibi cellâdı da eksik olmamıştır. Bu cellatların en zālimi hattâ yedi başlı ejderhâsı dağınıklıktır. Düzensizliğin, ikiliğin ve bölük pörçük perişanlığın ilacı ise nizamdır. Ancak yakaza hâlinde olanlar nizāmın gücünün nerelere ulaşacağını bilir. Çünkü parçalara bölünmek cesetlere yaraşır, âgâh olanlar ise muhayyilelerini yekvücut bedenlerde çiçek açmaya odaklar. Hayra alâmet olmayan her ne varsa dağınıklığın gizli deliklerinden beslenir. Bu sebeple medeniyet kendini yenilemek ya da varlığını daha istikrarlı hâle getirmek için intizāma ihtiyaç duyar. İntizāmın suyu ve toprağı ise birlik ile kābildir. Şâyet kudretli bir düzen ve bu düzenin esenliği isteniyorsa, birliğin hükmüne hürmet etmek lâzım gelir. Görülecektir ki birlik esintileri bâd-ı sabâ gibi nizāmın kıyılarını güvenilir lîmanlar îlân edecektir. O güvenilir lîmanlar, Türk-İslâm medeniyetinin tâ kendisidir. 

Târih yaprakları İslâm milletine vakar tabloları yanında hüzün manzaralarını da göstermektedir. Önemli olan bu iki durumu mukāyese edebilmektir. Bütün şöhretler birliğin diyârında meyveye durmuştur. Hüzün ve hıçkırıklar ise benlik dâvâsı güdenlerin muhitlerinde ortaya çıkmıştır. Benlik hırsı ayrık otu gibidir, aslında yeşil gözükür ama kendinden başkasına hayat hakkı tanımaz. Yāni yüzü kuzu olsa da rûhu kurttur. Dört başı mâmur zamanların kalbi hep birlik ve birliğin ülküsü ile atmıştır. Dünyânın ışıltılarına gönlünü kaptırmayanlar bilirler ki bir olmak Cenâb-ı Allâh'a, birlik olmak ise âdemoğluna yaraşır. Kişi kendi kalbinin avlusunu ve eyvanlarını enâniyetin telâşıyla ve sāhip olmanın zifriyle doldurursa birliğin kanatlarına taş bağlar. Baharın râyihalarını lağımlarla bastırmaya tevessül eder. Dünyâsına ve âhiretine uğursuzluk bulaştırır. Kendi yetmezmiş gibi târihin yapraklarına da yeni bir dehşet hikâyesi yazdırır. Ene'l-hak dâvâsından kurtulmanın en tesirli yolu, nîmetlerin sertâcı olan birliğin makāmına tâbi olmaktır.

Türk-İslâm medeniyeti, Kur’ân-ı Kerîm ile hadîs-i şeriflerin tavsiyeleri ve Türk irfânının bir olun, iri olun, diri olun anlayışının imtizâcıyla yolunu bulmuştur. Her tavsiye bir muştuya kapı aralamış ve bütün marazlar şifâya tebdîl olunmuştur. Türkler akın akın İslâm ile ikinci kez müşerref olduklarında hem ulus hem de inanç birliğini sağladılar. Bu birlikteliği nizām-ı âlem ve i'lâ-yı kelimetullâh'ın hamuruyla yoğurdular. Dağlanan yürekleri ferahlatıp, yabanları tanış eylediler. Coğrafyalara çöreklenen küf kokulu düşünceleri mağlûb ederek gül ile bülbülü birbirine kavuşturdular. Dinmeyen hasımlıkları barıştırıp âlemi teskîn ettiler. Sulhun gölgesinde dünyânın sis perdeleri aralandı, kötü niyetli telkinler azaldı ve itimâdın makāmı müdârâdan muhabbete genişledi. Birlik, en ideal takıları ve esvaplarıyla tezyîn olundu. Topraklar berekete, hasretler vuslata ve edipler sözlere döndü. İnsan, uzun müddet sonra kemâl-i ihtiram ile muamele gördü. Yetimin yüzü, garibin umutları güldü. Bütün insafsızların mecâli birliğin kudreti karşısında baş eğdi. Birlik, müstekbirlere baş eğdiren hazîne olarak itibar gördükçe bu mîrastan herkes istihkākını aldı. 

Mâzîdeki bütün başarıların ve selâmetlerin temel kāidelerinden birinin berâberlik olduğunu gördükten sonra ayrı yol tutmak aynı zamanda îmânî bir sorundur. Bāzan bir araya gelmek mümkün değilse en azından dostça davranmak bile birliğin îcâbıdır. Meselâ iki Türk hākanını karşı karşıya getiren Otlukbeli Savaşı iyi tetkîk edilmelidir. Binlerce Müslüman Türk bahadır canından olmuş ve iki devlet de büyük bedeller ödemiştir. Hâlbuki birlikte hareket etmeleri gerekirdi. Birinin diğerine tâbi olması söz konusu olmayacağından en azından birbirlerine karşı dostça davranmaları ve küffâra karşı da yekvücut olmaları îcâb ederdi. Bugün aynı durumun hem İslâm devletleri arasında hem de her devletin kendi içindeki gruplarında var olduğu görülmektedir. Bu gerçeklik, birliğin baharını ertelemektedir. 

Birliğin baharına bir türlü kavuşamayan İslâm devletlerinin fikirleri sanki kızgın demirle dağlanmış gibi duruyor. Aslında iyileşmeye yüz tutmuş ama görüntüsü oldukça dehşet verici gözüküyor. Bunun en önemli sebebi İslâm bilginlerinin orijinal olmayışıdır. Sihrin bataklığında debelenip duran Müslüman kimlikli münevverlerin alelekserinin, batıya karşı ağzının suları akmaktadır. Bu durum oldukça hazin, fakat hazin olduğu kadar gerçektir. Oysa ki birlik mefkûresinin temel sütunlarından biri de taklîdi bırakıp mâzîye tutunmaktır. Bugün İslâm coğrafyasında Gazâlî Eflâtun kadar, İbn Rüşd Diyojen kadar, Taşköprülüzade Goethe kadar, Karahisârî Pikasso kadar, Sultan Ahmet Câmii Notre-Dame Katedrali kadar bilinmiyor. Başkalarının gümüşünü kendi altınından üstün görüyor. Maatteessüf batıya râm olmuş bu aydın kitlesi dîvâne gibi davranıyor, hüviyetinden hicap duyuyor, cennetin ağalığını bırakıp cehennemin kâhyalığını savunuyor, hüsnüniyeti karşıya hüsnüzannı kendi insanına besliyor, sâdece şahsını değil mensup bulunduğu halkı da bu uğursuz tarafa yöneltiyor ve yeni kıblegâhın batı anlayışı olduğunu pompalıyor. Hâlbuki kadîm medeniyetimizin sezgilerinden beslenen ilim adamlarının bu ifrit düzene müzâhir olması mümkün değildir. Çözüm ise şanlı mâzîye tevcîh etmek ve bu kutlu anlayışı birlik mefkûresiyle yürütmektir. 

Birlik mefkûresi çerçevesinden evvelâ ilme ve târihe ilerlenmelidir. Zaman zaman rûhumuzu acıtan kırbaçların nereden geldiğine ve bu kırbaçları kimin tuttuğuna bakılmalıdır. Birkaç asırdır Türk medeniyetinin üzerine çöreklenen kasvetin sebepleri tetkîk edilmelidir. Soylu bir beyi peyk durumuna düşüren bu düzenin gittiği her yere uğursuzluk götürdüğü idrâk edilmelidir. Bunu hissetmek için illâ büyük ilimler tahsîl etmeye lüzum yoktur, samîmî her Müslüman asgarî târih ve Kur’ân bilgisiyle, çarkların nasıl döndüğünü fehmedecektir. Burada mütefekkirlere düşen vazîfe ise milleti bu kâbustan daha erken uyandırmak ve uyandıktan sonra nasıl hareket edileceğini planlamak olmalıdır. Ancak birlik mefkûresinin sırrına vâkıf olmayan nice düşünür, sanki fikrî açıdan âkıl-bâliğ değilmiş gibi davranmaktadır. 

Aziz kardeşim! İnanıyorum ki İslâm diyarlarında düşüncenin çiçekleri elbette açacaktır, farklı renklerde çiçeğe duran fikirler farklı meyveleriyle arz-ı endâm edecektir. Buna inancım tamdır, lâkin o günleri görmek herkese nasîb olmayabilir, bu sebeple herkes kendi zamânından ve mahallinden mesûldür. Sonuçlara erişmekten ziyâde aklımızı yoran zahmetleri rahmete tebdîl eyleyelim. Gönüllerimizi dinç tutup meczup görünümlü düşünceleri söküp atalım. Samîmî cemrelerle kışımıza bahara dönüştürelim. Müslümanların ancak kardeş olduğunu bilelim ve hep birlikte Allâh'ın ipine sımsıkı sarılalım. Göreceksiniz o zaman üzerimizde dehşetengiz çığlıklarıyla gezen leş kuşları yerini sığırcık kuşlarına bırakacaktır. İşte o zaman gözümüz de, gönlümüz de geleceğimiz de aydın olacaktır. Medeniyetimiz nefes alacak ve âlâyişli günlerine geri dönecektir.

Haziran 2023, sayfa no: 52-53-54-55

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak