Ara

Bilgi, Bilinç ve Tahlil Tasavvuru

Bilgi, Bilinç ve Tahlil Tasavvuru

Çağları kandiller gibi ışıtan, zamâna ve mekâna şâirâne ruh veren, insanı zevk ve görgü sâhibi kılan âmillerin başında bilgi gelir. Bilgiyi istikāmet üzere ilerleten müessir vesîle ise bilinçtir. Bu kapsamda zikredilen cümle düşüncelerin îman, töre ve mücâhede dâiresinde ele alınıp âtîye teşmîl edilmesi de tahlildir.

Bilginin mest eden bir tesiri vardır. Böyle olmasaydı bilenlerle bilmeyenlerin ayrılması kābil olmazdı. Aklımızı muhâfaza etmenin, hakîkati köklerinden öğrenmenin, mektebi kutsal saymanın, kalb gözüyle görmenin, bazan bulunduğun muhitte sâbit kalmanın, bazan da hicretin feyziyle değişmenin üslûbu, bilgi sâyesindedir. Çünkü şahsın tahayyülü için lüzumlu olan her bir husus ve kayda değer cümle anâsır, bilginin tasnîfiyle ayırt edilir. Ayırt edebilme merhalesi, bilinç dergâhlarında hayat bulur. Bilinç dergâhları ise irfânî makāmın icâzetiyle açılır. Tabiatıyla bilgiden ilham alan bilinç, kapılarını irfânî müsâadeyle açınca, zihinlerde fayda köprüleri inşâ olur ve müdrikler hep bu köprüleri kullanır.

Toplumumuzda uzun zamandır bilgi merâkı eksikliği bulunmaktadır. Bilgiye karşı hürmetimiz müsâvî olsa da merâkımız oldukça azalmış durumdadır. Kapı aralığında bile olsa bilgiyle yüz yüze gelmek, onun şuasıyla ışıldamak lâzımdır. Bu elzem husûsu, en zarûrî işlerimizden biri olarak addetmeliyiz. Aksi takdirde şuur iklîmine vâsıl olamayız. Şark ve garbın cihetlerini etraflıca tahlîl edemeyiz.

Tahlil meziyeti, hakîkî bilginin rûha nüfûz etmesiyle ve bilinç pınarlarının coşmasıyla neşvünemâ bulur. Fakat tahlil kābiliyeti, medenî cesâret isteyen bir istîdattır. Bu sebeple benliği mahvolmuş fertler ve toplumlar değerlendirme yeteneğinden yoksundur. Bilginin milletler nezdinde nasıl bir özgüven sağladığı ise herkesçe mâlûmdur. Hâliyle bilen kural koyar ve kendi kāidelerinin yaşadığı dünyâyı kurgular. 

Türk-İslâm medeniyeti, görklü mâzîsinde ilme ve cümle ilim erbâbına ziyâdesiyle tâzim ve hürmet etmiştir. Mânevî şöhretin, ancak ilim sahalarında emek vermekle kazanılabileceğine inanmıştır. Bilcümle gayreti de hep bu yönde olmuştur. Meleklerin Hz. Âdem’e secde etmelerinin sırlarından biri de bilmeye atfedilen ehemmiyettir. Bu hakîkat, bir ayrıntı değil tasavvur mecbûriyetinin temelidir.

İnsanı eşref-i mahlûkat kılan inceliğin, ilimle mündemiç olduğu bu denli âşikâr iken, böylesine bir netliği algılamaya ve kavramaya evvelâ nasip, sonrasında bilinç gerekir. Bilinç dediğimiz mefhum, karanlıkları aydınlığa tebdîl eden şafak sökümüdür. Aklın acemiliklerini esaslı bir ustaya dönüştürür. En zor şartlarda bile güven fikrini aşılar. Aldatıcılığın pençelerinden kurtulmamızın başka yolu yoktur. Çünkü bilgisizliğin bağnazlığa sürüklediği çöplüklerde sayısız putlara tevessül ettik. Putlarımızı varlığımıza bağladık, cihanşümûl fikriyâtın mekteplerinden ucuz söylentilerin yalancı iştihasına sarıldık. Bu hercümerçten kurtulmak için mücâdele ettiğimiz de doğrudur, lâkin tahlil tasavvurumuz tahrîb olmuş durumdadır. Binâenaleyh kâmilen intibâh edemiyoruz. Bu ârızalı durumu tâmir edecek şey ise bilgidir. Fakat bilginin dimağımızdaki varlığı, hâlihazırda bu kargaşayı ta'dîl edecek yeterlilikte gözükmüyor. 

Bütün imkânsızlıkları mümkün kılan, umutsuzluğu ferahlığa tahavvül eden ve ma'dûmiyeti mevcut eyleyen bir iksir vardır. Bu iksir, medeniyet seyrinin ikinci aşamasında bulunan tasavvurlar silsilesidir. Bilgi, bilinç ve tahlil tasavvuru da bu halkanın ilkidir. Ne yaptığını ve yapmadığını, ne yapması gerektiğini ve nelere mesâfeli durması lâzım geldiğini bilgiyi sürekli teneffüs ederek başarabiliriz. Çünkü ilim hâleleri genişledikçe bilinç kıvılcımları meşaleye dönüşür. Şuur çerağı yolumuzu aydınlatır ve analiz melekelerimiz yeniden âlemşümûl nakışlarıyla dünyâyı estetik hârikalarına kalbeder.

Filhakîka, tahlil yeteneğimiz ve bunu tasavvur etmemiz, bizleri aslî vatanımıza, yâni başladığımız yere götürecektir. Başladığımız yere avdet etmek, gerileyeceğimiz anlamına gelmemeli, bilakis yeniden doğru bir başlangıç için olmazsa olmaz sayılmalıdır. Bugüne kadar attığımız adımların bir yerlerde tıkandığını görmek durumundayız. Yekpâre diriliş için sebeb-i feyzimiz olan Türklük ve İslâmlık mefkûrelerinin membâında yeni bir felsefe tâyin etmeden, zamanla ve nesillerle münâkaşamız bitmeyecektir.

Faydasızlığın meçhullüğünden sıyrılmış bilgi, kesif köşelerde gizlenmiş sinsîlikleri dahi farkeder. Bu safha, bilginin bilinçle kaynaştığını gösterir. Bilgi ile bilincin müşterek ve uyumlu hareketi, müstesnâ bir tahlil yelpâzesi kazandıracaktır. Bu seçkin anlayış, önümüze birtakım mesûliyetleri de berâberinde getirecektir. Bunların ilk basamağında yeni ve aşkın bir kıymetler sistemi yer alır. Kıymetler sistemini husûle getirecek en mühim faktör ise bilgiyi veren okullardır. Maarif düzenimiz, nazarî ve amelî olarak Türklük ve İslâmlık mefkûrelerinin membâına mütenâsip oluşturulmalıdır. Medeniyet alâmetleri ile inşâ edilmiş okullarda sûret ve sîret hakîkatine vâkıf olan muallimler var olmalıdır. Bunlar mârifetiyle idrak solukları tertemiz nesiller yetiştirilmelidir. Mâhir ve adanmış zihinlerle medeniyet tasavvurları câzibesini bulmalıdır.

Millî felsefesi olan fertleri yetiştirecek sistemin dikkat etmesi lâzım gelen tarafı, tatbîke müsâit olmasıdır. Tatbik imkânı olmayan düşüncelerin durumu, pencereden manzarayı görüp bir türlü dışarıya çıkamayan arıya benzer. Bu süreçte bilcümle hususlar, ağır ağır hesaplanmalıdır. Istıraplı metodlarla sarılmış ve uçuk hayâllerle abartılmış görüşlere tevessül edilmemelidir. Çünkü millî felsefenin icrâsı, dinç zihinlerin incelikle ölçüp bir kanâate varmasıyla kābildir. Filvâki, yamalı mâlûmatların kol gezdiği ve hesapçı bezirgânların hüküm sürdüğü düzenleri, bilgi ve bilgiyle dokunmuş bilinç havsalası yerle yeksân edebilir. Tıpkı Kâbe’nin putlardan temizlenmesi gibi… 

Bilginin nasıl ve nerede öğrenileceği bâriz bir şekilde belirlendiği zaman bilinç ve tahlil tasavvuru vücûda gelecektir. Tâbiri câiz ise bu aşama, sağlam zeminlerin ve sütunların yerli yerine konulmasıdır. Uzun zamandır hayâtî meselelerimizi konuşuyor, bazan şikâyet ve sitem ederken bazan umutlarla canlanıyoruz, ama bir türlü müesseseleşmenin vechelerini teferruatıyla ele alıp ona göre usûl belirleyemiyoruz. Çünkü tesellî hâlindeyiz, kâh eskinin muvaffakiyetleriyle, kâh daha kötü olabilirdik muhabbetleriyle kendimizi tesellî ediyoruz. Belki de her tesellîde kendimizi rûhî işgāle mâruz bırakıyoruz. Bilgi, bilinç ve tahlîl ise tesellîyi tasavvura dönüştüren şifâlı eldir.

Türk-İslâm medeniyeti, millî terbiye tarzıyla ete kemiğe bürünmüştür. İçine girildiği zaman sanki mücevher hazînesine dalınmış gibi hissedilir. Bunun en önemli sebebi, her bir şûbesinin zincir halkaları gibi hem müstakil hem de iç içe geçmiş olmasıdır. Meselemizin ehemmiyetini bilgilerle donatıp son asrın mülevvesliklerini tashîh etmediğimiz müddetçe rahmete müstahak olamayız. Rahmete râm olmayanların şahsiyetli bilince mâlik olması da kābil değildir. Bu sebeple, hemen şimdi Türklüğün ve İslâmlığın kaynağına inip, siyâsî, iktisâdî ve ictimâî âmilleri göz önüne alarak bilgilerle donanmak mecbûriyetindeyiz. Vezir Tonyukuk’un ferâseti, Bayındır Bey’in cömertliği ve Taşlıcalı Yahyâ’nın sezgisiyle süslenmiş bilince ulaştığımızda “zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek” bir tahlil iklîmi oluşacaktır. Bu iklim, burcu burcu kokan İslâm-Türk medeniyetinin ilk cemresidir.

Şubat 2024, sayfa no: 48-49-50

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak