Sûre-i Bakara'da buyuruluyor:
“Sabırla ve edâ-yı salâta devamla Cenâb-ı Hak'dan muâvenet talep edin. Halbuki salât her şahıs üzerine bir ağır yüktür illâ tevâzû ve huşû edici şol kimseler üzerine hafiftir ki onlar Rabblerine mülâkî olacaklarına ve huzûr-ı mânevîsine rucû edeceklerine îtikâd ve îmân ederler.” (Bakara, 45-46)
Cenâb-ı Hakk'ın huzûr-ı mânevîsine varacağına îmân edenler namazı seve seve edâ ederler ve mühim ve sıkıntılı işlerinde dahî sabırla ve namaz kılarak Cenâb-ı Hak'tan istiâne ederler.
Namazın meşakkatine sabırla, namaz kılmaktaki fazîlet ve menfaata îtikâd etmeyen veya kalbinde Cenâb-ı Allah korkusu bulunmayan kimse için de namaz kılmak ağır bir yük gibi gelir. Kalbinde havf-i ilâhî olan kimsenin beş vakit namaza devâm etmesi lâzımdır.
İşte bu âyet-i celîlede Cenâb-ı Hak -azze ve celle- Hazretleri mühim hususlarda namaza tevessül ile Allâhu zü'l-celâl Hazretlerinden istimdâd ve istiâne olunmasını emir ve tavsiye buyurmuştur.
Çünkü namaz tahâret (abdest ve gusül), setr-i avret ve Kâbe'ye teveccüh, kırâat-i Kur'ân, kelime-i şehâdet, nefsini arzusundan men ile mücâhede, kıyâm, rükû, sücûd gibi ibâdet-i bedeniyye ihtivâ ettiği gibi, tevâzu, tezellül, kalble niyet ve tezekkür ve şeytanla mücâhede, Rahmân, Rahîm olan Hâlık -tebâreke ve teālâ- Hazretlerini tenzîh, tesbîh, tahmîd, duā ve münâcât gibi birçok ibâdâtı da câmî ve rızâ-i ilâhîye ve takarrübe vesîle olan en mühim bir ibâdettir.
Namaz îmândan sonra en mühim fiilî bir ibâdettir. Secde, rukû, kıyâm, kırâat gibi mühim rükünleri terk ile fiilen ibâdetten muattal bir halde kalıp huzurdayım, namazdayım diye iddiāda bulunmak bâtıl bir akîde ve dalâlettir.
Sûre-i Nisâ'da:
“Münâfıklar nâsa hîle ettikleri gibi Allah Teālâ'ya da hîle ederler. Halbuki Allah Teālâ onların hîlelerine karşı hîle muāmelesi yapar ki onlara müsâade verir, hîleye kudret verir. Onlar haklarında nîmet zannederler. Halbuki nıkmettir. Ve mü'minlerle berâber namaz kılmağa kıyâm etseler keselân yāni tenbellikle kıyâm ederler. Çünkü namaza kıyâmdan garazları riyâ ile nâsa göstermektir. Allah Teālâ’yı da zikretmezler illâ az zamanda zikrederler ki nâsa riyâ için zikrederler. Onlar küfür ile îmân beyninde mütereddid mütehayyir bir halde bulunurlar, müzebzebîndirler. Eğer bir kimseyi Hak Teālâ idlâl ederse o kimse için hidâyet cihetine Habîbim sen bir tarîk bulamazsın.” (Nisâ, 142-143) buyuruluyor.
Buhārî ve Müslim'in ittifâkıyle İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ-'dan rivâyeten -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuştur ki:
Münâfığın sıfatı iki sürü koyun arasında mütereddit olup bāzı gün sürünün birine ve bāzı gün de diğer sürüye gidip hangi sürünün malı olduğunu bilmeyen koyun gibidir.
Münâfıkların en ağır cezâ ile tecziye edileceği ve af olunmalarının tevbe ile berâber dört şarta bağlı bulunduğu şu âyet-i celîlede beyân edilmektedir:
“Münâfıklar muhakkak cehennem derekelerinin en aşağısındadırlar. Onlar için azâbdan kurtaracak bir yardımcı kimse bulamazsın illâ şol kimseler ki onlar kendilerinden sâdır olan nifak ve her türlü hîle ve desîselerinden ve Rasûlullâh'a adâvetten tevbe ve nedâmet ettiler ve yalnız tevbe ile iktifâ etmediler, belki nifakları sebebiyle ifsâda çalıştıkları şeāir-i islâmiyedeki hareketlerini ve îmânlarını ve sâir amellerini ıslâh ettiler ve sağlam olarak Cenâb-ı Allâh'ın dînine yapıştılar ve lutf u keremine îtimâd ettiler. Ve Cenâb-ı Allâh'a itāatlerini hâlisan livechillâh yaparak riyâdan teberrî ettiler. İşte şu evsâf ile mevsûf olan kimseler mü'minlerle berâberdirler. Ve yakında Allah Teālâ mü'minlere ecr-i azîm verir ve tâib-ü müstağfîr olanlar da mü'minlerle berâber ecr-i azîme nâil olur.” (Nisâ, 145-146)
Hulâsa: Münâfıkların affını Cenâb-ı Hak -azze ve celle- Hazretleri dört şarta ta'lîk kılmıştır: Tevbe, â'mâl-i sâlihaya devam, Cenâb-ı Allâh'a îtimâd, şerîate temessük ve amellerinde ihlâs.
Sûre-i Hac'da:
“Ey mü'minler! Rukû ediniz, secde ediniz ve Rabbinize ibâdet ediniz ve felâhyâb olmanız için hayır işleyin.” (Hac, 77.) buyuruluyor.
Rukû ve secde ile emirden murâd şüphesiz namazdır. Çünkü secde ve rukû namazın en mühim rüknünden olduğu cihetle zikr-i cüz, irâde-i küll kabîlindendir ki namazın cüz'ü olan rukû ve sücûdla emir namazın küllî erkânıyla edâsını emirdir.
İşte bu âyet-i celîlede de namazın en mühim rüknünü teşkîl eden rukû ve secdesiyle berâber namaz kılmaklığı emir buyurmuştur. Binâenaleyh ben huzurdayım, namazdayım gibi birtakım bâtıl akîdelerle namazın terki aslâ câiz olamaz.
Namaz cemî mukarrıbât-ı a'mâlin fevki olmuştur. Nitekim Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
Namaz mü'minin mîrâcıdır, buyurmuşlardır.
Bir musallî ki namazın hakîkatine âgâhtır. Edâ-yı salât vaktinde gûyâ neş'e-yi dünyevîden çıkıp neş'e-yi uhreviyye husûle gelirse elbette o vakitte âhirete mahsûs olan devletten nasîbi olur.
Namazın hakîkatine vâkıf olmayan bāzı riyâzet ehli, savmı namazdan efdal sayarlar. Oruçtaki ekl ü şürbü terk etme hassasıyla samediyet sıfatını gerçekleştirdiklerini zannederler. Bu söz, namazın hakîkatine vâkıf olamadıklarındandır.
Eylül 2025, sayfa no: 40-41
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak