Ara

Ben, O'nun (cc), Allah Olduğunu, Her İstediğimi Vermemesinden Öğrendim!

Ben, O'nun (cc), Allah Olduğunu, Her İstediğimi Vermemesinden Öğrendim!

"Himmetler ne kadar ileri, istekler ne kadar yüksek olursa olsun, Cenâb-ı Hakk'ın kader surlarını yıkamaz." (Hikem-i Atâiyye, 3. Hikmet)

Kader meselesi, anlamak isteyen îmanlı yürekler için çok kolaydır, anlamamakta ısrâr eden kimseler için ise aşılması güç bir duvara benzer. Allah Teâlâ'nın, henüz olmamış hâdiseleri evvelden bilip tertîb­ etmesi ve levh-i mahfuzda tesbît etmesi "kader"; tesbît ettiği şekilde sırası gel­dikçe tahakkuk ettirmesi de "kazâ"­dır.

Kader, kulların tam olarak bilemediği ilâhî sırdır. İnsana gereken şey ise emredildiği şekilde dosdoğru olmaktır. Allâh'ın emrettiği emirler çerçevesinde bir hayat yaşamaktır. Şâyet insan; kulluk vazîfesini bırakır ve kaderin sırları ile meşgûl olur ise, haddi aşmış demektir. Hz. Mevlânâ bu husûsu şöyle bir hikâye ile izah eder:

Bir adam Hz. Mûsâ'ya gelerek; "Ey Kelîmullah! Bana hayvanların dillerini öğret! Onların sözlerini anlayayım da hallerinden ibret alayım!" dedi. Hz. Mûsâ ona dedi ki: "Sen bu hevesten vazgeç; gücünün üzerindekileri öğrenmeye kalkma! Bir karınca, gölden, hacminin üzerinde su içmeye kalkarsa, boğulup helâk olur. Yâni sana takdîr edilen bilginin ötesini zorlama! Zîrâ bunun birçok tehlikeleri vardır! Sen kâinattaki ilâhî saltanattan aklının yettiği kadar ibret almaya bak! Kalbini Allâh'a yönelt! Bil ki ilâhî tecellîlerin sırları selîm bir kalbe âşikâr olur!" Bunun üzerine adam; "Hiç olmazsa kapı önünde yatıp duran, ev bekçiliği yapan köpek ile kümes hayvanlarının dillerini öğret!" dedi. Ne yapsa, adamı istediğinden vazgeçiremeyeceğini anlayan Mûsâ (as), onun son talebini kabûl etti. Ancak; "Aklını başına al; bu sır okyanusunda boğulma!" diye îkazda bulundu.

Adam sabahleyin; "Bakalım sahiden şu hayvanların dillerini öğrendim mi?" diye denemek için kapı eşiğinde durup bekledi. O sırada hizmetçi kadın sofra örtüsünü silkelerken, bir parça bayat ekmek yere düştü. Orada bulunan horoz, bu ekmek parçasını hemen kaptı. Köpek ona; "Sen bize zulmettin! Çünkü sen buğday tânesi de yiyebilirsin. Hâlbuki ben yiyemem! Niçin benim nasîbim olan şu parça ekmeği kapıyorsun?" dedi. Horoz ise köpeğe; "Dert etme! Yarın ev sâhibinin atı ölecek, sen de doya doya et yersin." dedi. Horozun, gâibden bir haber verdiğini zanneden ev sâhibi bu sözleri duyunca, hemen atını sattı. Horoz da, köpeğe karşı mahcup oldu.

Horozla köpeğin bu menfaat çatışması art arda üç gün devâm etti. Birinci gün at, ikinci gün katır ve üçüncü gün kölesinin öleceğini, horozun konuşmasından öğrenen efendi; ölmeden evvel atını sattığı gibi, katırını ve kölesini de satıp elinden çıkardı. Böylece köpek, hiçbirinden umduğu menfaate kavuşamadı. Horoz her seferinde köpeği kandırmış oldu. Olanlar yüzünden üç defa mahcup hâle düşen horoz, nihâyet dördüncü gün köpeğe dedi ki: "Gerçek şu ki, o açıkgöz efendi güya malını kaçırdı. Fakat bu davranışı ile kendi kanına girdi. Artık yarın kendisi ölecek! Mîrasçıları da feryat figan edecekler. Bir öküz kesilecek, bundan herkes istifâde edecek; biz de, sen de… Atın, katırın ve kölenin ölümleri, bu ham adamın başına gelecek kötü kazânın siper ve kalkanı idi. Fakat o, malın ziyânından ve zarara uğramak derdinden kaçtı da kendi kanına girdi."

Ahmak adam, horozun bu laflarına kulak kabarttı. Duyduğu hakîkat karşısında beti-benzi sarardı. İçine müthiş bir kor düştü. Soluğu Hazret-i Mûsâ’nın yanında aldı ve ona: "Ey Kelîmullah! Feryâdıma yetiş ve ıstırâbımı dindir." diye yalvarmaya başladı. Mûsâ (as) dedi ki: "Sen boyunu aşan işlere girdin. Şimdi de çıkmazlarda dolaşıyorsun. Sen o hayvanları satmakla kazançlı çıkacağını mı sanıyordun? Sana kader ve kazânın sırrını zorlamamanı ısrarla söylemiştim. Akıllı kişiye, sonda görülecek şey önceden görünür; ahmağa da sonunda! Lâkin iş işten geçmiş olur. Mâdem ticâret ve satış işinde usta oldun; şimdi de canını sat da kurtul"

Adamın büyük bir pişmanlıkla yalvarması üzerine Hz. Mûsâ: "Ok yaydan fırlamış artık! Onun geriye dönmesine imkân yoktur. Ancak lütuf sâhibi Hak’tan dilerim ki, ölürken îmanlı gidesin!" dedi.

Mûsâ (as), Cenâb-ı Hakk'a ilticâ etti. Böylece adamın canı mukabilinde îmanla göçmesi, Kelîmullâh’ın duâsı bereketiyle müyesser oldu. Ayrıca Allah Teâlâ, Hz. Mûsâ'ya: "Yâ Mûsâ! Dilersen onu dirilteyim." buyurunca Hz. Mûsâ: "Yâ Rab! Sana sonsuz hamd olsun! Sen onu öbür dünyâda, o aydınlık ve yüce âlemde dirilt! Çünkü orası ebedîdir, kazâ ve kaderin esrârının ortaya çıktığı bir yerdir!" dedi.

Unutmamalıyız ki, biz kulların her dâim menfaatini isteyen ve bizi bizden daha iyi tanıyan bir Rabbimiz var. Bizlere karşı olan bu sevgisi ve bilgisinin netîcesinde, kaderi bir sır olarak tutmuş bildirmemiş, böylelikle de insan için geleceğin meçhûllerle dolu olmasını, insanoğluna bir rahmet vesîlesi kılmıştır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel söyler:

Hakk'ın olacak işler

Boştur gam u teşvişler

Ol, Hikmetin işler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

İnsan, yaşadığı hayat netîcesinde bazen öyle bir noktaya gelir ki, Allah'tan ne istediğinin bile farkında olmaz. Bu sebeple bazen duâların kabûl olmaması kişinin lehinedir. Çünkü insan her zaman hayrına olanı istemez hattâ bazen ellerini açınca belâsını ister. Bu hususta Hz. Ali'ye: "Sen Rabb'inin Allah olduğunu nasıl öğrendin?" diye sorduklarında, "Ben, O'nun (cc), Allah olduğunu, her istediğimi vermemesinden öğrendim." buyurmuştur. Ali b. Vefa Hazretleri de buyurur ki: "Cenâb-ı Hakk'a duâ edince, istediğimizin olması bizi bir kez sevindirir. Ancak istediğimizin olmayıp Allâh'ın isteğinin vukû bulması -kaderinin tecellî etmesi- bizi bin kez sevindirir."

Kula gereken, Allâh'ın kaderi ile çatışmaktan uzak durmaktır. Dünyâ mülkünde misâfir olan insanoğluna yakışan şeyi ecdâdımız ne güzel ifâde etmişler: "Misâfir umduğunu değil, bulduğunu yer…"

 

Atâullah İskenderî Hazretleri de bu hikmetinde bizlere bu gerçeği anlatmaktadır. Gerekli bütün sebeplere sarıldığımız halde, irâde ve tercîhimizin dışında başımıza gelene, çabalamamıza rağmen gerçekleşmeyene şikâyetçi olmadan sabretmek, netîcesinin hayır olacağını bilmek gerekir. Tüm varlıkların Allâh'ın kontrolünde olduğunu bilen mü'min, hem dış dünyâyı hem de kendi bedenini ve rûhunu Allâh'a emânet etmektedir. Her şeyin denetimi için Rabbimiz’i vekîl tutarak tevekkülü yaşayan mü'min, hem tüm dünyâya meydan okuyabilecek kadar cesur, hem de oldukça rahat ve sâkindir.

"De ki: 'Allah bize ne yazmışsa başımıza ancak o gelir, O bizim Mevlâ'mızdır.' Mü'minler yalnız Allâh'a güvenip dayansınlar." (Tevbe, 51)

Ne mükemmeldir Bizim (bir şeyi) kudretimizle gerçekleştirmemiz! (Mürselât, 23)

"Kadere îmân eden kişi, kederden emîn olur." (ed-Deylemî, el-Müsned 1:113)

Rabbimiz! Bizim başımıza Sen ne yazmışsan ancak o gelir. Bize, kulluk vazîfesini yerine getirmeyi ve ilâhî kadere teslîm olma samîmiyetini de yaz. Ne istiyorsan bizden, onu istiyoruz Senden. Her hâlimizde, bizlere kulluğu kolaylaştır. Âmîn…

Ağustos 2024, sayfa no: 52-53-54

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak