Ara

Amellerimizin Filtresi İhlas!

Amellerimizin Filtresi İhlas!

Ameller ayakta duran sûretler ve heykeller gibidir. Onların ruhları, içlerinde bulunan ihlâs sırrının varlığıdır. (Hikem-i Atâiyye, 10. Hikmet)

 

Tüm ameller ayakta duran heykellere benzerler. Amellerin ruhları ise sâdece niyet ve ihlâstır. Ruhsuz heykeller kuru bir câmit olduğu gibi, ihlâssız ameller de kıymetsiz ve kabûlde yer almayan sâdece kuru bir hareketten ibârettir. Zîrâ ihlâs olmayınca bedenî ve kalbî hiçbir amele itibâr edilmez.

İhlâs, kulun yaptığı tāat ve ibâdette maksadının sâdece Allah Teālâ olmasıdır. Kul, tāatiyle sâdece Yüce Mevlâ’ya yaklaşmayı istemelidir. Onunla insanlara gösteriş yapmak, insanların yanında bir övgü kazanmak, birinin sevgisini çekmek yâhut Allah Teālâ’ya yaklaşmanın dışında herhangi bir şeye ulaşmak gibi bir hedefi olmamalıdır. Cenâb-ı Hak kullarından ihlâs isteyerek şöyle buyurur: “(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb’ı Sana hak olarak indirdik. O hâlde Sen de dîni Allâh’a has kılarak ihlâs ile kulluk et!” (ez-Zümer 39/2) , “De ki: Ben, dîni Allâh’a has kılarak ihlâslı bir şekilde O’na kulluk etmekle emrolundum.” (ez-Zümer 39/11)

Bir bedevî Rasûlullah(sav) Efendimiz’e gelerek O’na îmân edip tâbi olduktan sonra; “Senin yanına hicret edeceğim” dedi. Nebî(sav) bāzı ashâbına onu kollamalarını tavsiye buyurdu. Bir müddet sonra gazveye çıktılar. Efendimiz(sav) bu harbin sonunda bāzı esirler elde etti. Bunları mücâhidler arasında taksim ederken bu bedevîye de hisse ayırdı. Ona ayırdığı malları ashâbına teslîm etti. Bu zât o esnâda ashâbın binek hayvanlarını güdüyordu. Yanlarına geldiğinde ashâb-ı kiram hissesini ona verdiler. O; “nedir bu?” diye sordu. “Rasûlullâh’ın(sav) senin için ayırdığı hissedir.” dediler. Bedevî onları alıp Rasûlullâh’ın(sav) yanına geldi ve: “Yâ Rasûlallâh! Bunlar nedir?” diye sordu. Rasûlullah(sav); “Sana ayırdığım hissendir” diye cevap verdi. O; “Yâ Rasûlallah! Ben sana bunun için ittibâ etmedim. Lâkin (boğazına işâret ederek) şuramdan okla vurulup şehîd olayım da cennete gireyim diye ittibâ ettim” dedi. Rasûlullah(sav); “Allâh’a karşı sâdık olursan Allah da senin sözünü doğru çıkarır!” buyurdular.

Bir müddet sonra düşmanla tekrar savaşa kalktılar. Az sonra birkaç kişi bu zâtı taşıyarak Efendimiz’e getirdi. Tam işâret ettiği yere ok isâbet etmişti. Rasûlullah(sav); “Bu o mu?” diye sordu. “Evet!” dediler. Allâh’ın Rasûlü(sav); “O, Allâh’a verdiği söze sâdık kaldı, Allah da onun sözünü doğru çıkardı.” buyurdular. Rasûlullah(sav) onu kendi cübbesiyle kefenledikten sonra öne koyup cenâze namazını kıldırdılar. Onun için yaptığı duālar arasında şu cümleler işitildi:

“Allâh’ım bu kulun, senin için hicret etmek üzere yola çıktı ve şehit olarak öldürüldü. Ben de buna şehâdet ediyorum.” (Nesâî, Cenâiz, 61/1951)

Zünnûn-i Mısrî demiştir ki; ihlâs’ın alâmeti üçtür:

- Kulun gözünde, halkın kendisini övmesi ile yermesinin eşit olması,

- Yaptığı amellerde, amellerini görmeyi unutması,

- Yaptığı amelin kendisine âhirette bir sevap getireceği düşüncesini aklından çıkarması.

Peygamber(sav) bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur: "Ortaklar arasında şirkten en ihtiyaçsız olan benim. Birisi amel edip bana başkasını ortak ederse, ben onu şirki ile başbaşa bırakırım." (Müslim, Zühd, 46) Başka bir rivâyette: "Gizli şirkten sakının, gerçekten o karıncanın yürüdüğü gibi gizli yürür." "Gizli şirk nedir?" denilince "Riyâdır/gösteriştir." buyurdu." (Müsned-i Ahmed, V, 428)

Bāzı âlimler şöyle derler: İhlâs ancak ihsan makāmında gerçekleşebilir. İhsan da Allâh’ı görür gibi Allâh’a ibâdet etmektir. İhlâs üç basamağa ayrılır:

  1. Avam olan kimselerin ihlâsıdır. O da dünyevî ve uhrevî hazları göz önünde bulundurmak sûretiyle Yüce Allâh’ın muāmelesinden tüm halkı arındırmaktır. Örneğin, sâdece Yüce Allah'tan malın ve canın korunmasını, rızkın genişlemesini, cennetteki hûrilerini ve köşklerini istemek gibi.
  2. Havâs olan kimselerin ihlâsıdır. O da dünyevî ve maddî hiçbir şeyi göz önüne getirmeksizin sâdece Allah'tan uhrevî nîmetleri istemektir.
  3. Havâss-ı havasın ihlâsıdır. O da tamâmen nefsânî arzuları ortadan kaldırıp kulluğun gereğini yerine getirmektir. Yaptığı amel sâdece Yüce Allâh’ın rızāsını kazanması içindir. Hak dostlarından İbnü'l-Fâriz şöyle demiştir: "Nîmetlere kavuşmak için cenneti istemem, cenneti severim çünkü rüyet-i cemâl ancak orada olabilir." Râbiatü'l-Adeviyye(r. anhâ) şöyle demiştir: "Yâ Rabbi! Cennete girmek için Sana ibâdet edersem beni cennetten uzaklaştır. Cehenneme girmemek için Sana ibâdet edersem beni cehennemlik kıl, ateşe at. İbâdet etmem rızānı kazanmak için ise rızānı bana lütuf buyur. Ben kulunum, Sen Rabbimsin."

Hikem şârihi Abdullah Şarkāvî der ki: İhlâs, halkı Hakk'a yapılan muāmeleye karıştırmamaktır. Kalb alanını nefsânî arzulardan süpürmektir. Niyet sâdece rızā-i ilâhîye yönelmektir. Ne dünyevî ne uhrevî, hiçbir hazzı göz önüne almamaktır. Kul çalışır yorulur, ihlâs ile yükselir, Yüce Allâh’ın rızāsına varıncaya kadar sabreder. İşte makam budur, bundan daha üstün amaç yoktur. Yarışanlar bu makam için yarışsınlar. Bu makāma varabilmek için insanların gözünden düşmelisin ve insanlar da senin gözünden düşmelidirler. Bundan dolayıdır ki ne kadar halkın gözünden düşersen Hakk'ın gözünde o kadar büyük görünürsün; halkın gözünde ne kadar büyük görünürsen, Hakk'ın gözünde o kadar küçük görüneceksin.

Antâkî buyuruyor ki: Kendilerine süs verenler üç kısımdır:

- İlimle süslenenler.

- Amelle süslenenler.

- Süslenmeyi terk etmek sûretiyle süslenenler.

En gizlisi ve şeytānın en sevdiği üçüncüsüdür. Kişi zāhirî amellerinde, gönlünde halkı mülâhaza ettiği halde ihlâslı olmak isterse, bu imkânsızdır. Zîrâ ihlâs kalbin hayat suyudur. Riyâ ise kalbi öldürür.

Cüneyd-i Bağdâdî der ki: İhlâs, Allah Teālâ ile kul arasında bir sırdır; onu melek bilemez ki yazsın, şeytan bilemez ki bozsun, nefis farkedemez ki saptırsın.

Aʻmeş şöyle anlatır: İbrâhim en-Nehaî’nin yanına gitmiştim, mushafı önüne açmış okuyordu. O esnâda kapı çalıp bir kişi içeri girmek için izin istedi. İbrâhim en-Nehaî hemen mushafın üstünü örterek “Bu gelen kişi beni her vakit Kur’ân okurken görmesin!” dedi. Kalbini gösterişten korumaya çalışıyordu.

Hazret-i Îsâ, kendisine hâlis amelden soran havârîlerine şu cevâbı verdi: “Allâh için amel edip de bundan ötürü Hakk rızâsından başka bir arzusu bulunmayan şahsın yaptığı amel, hâlis ameldir.”

Hadîs-i Şerîf’de buyurulur: Kıyâmet gününde aleyhinde ilk hükmedilen insanlar şunlardır:

Birincisi şehîd edilen kimsedir. O Allâh’ın huzûruna getirilir. Allah kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da, bunları itirâf eder. Cenâb-ı Hakk: “Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?” diye sorar. Adam: “Yâ Rabbi! Senin uğrunda şehit edildim.” der. Allah Teālâ buyurur ki: “Yalan söyledin! Sen, yalnızca cür’etli ve cesur denilsin diye harbettin. Gerçekten öyle de denildi.” (Sonra) onun hakkında emredilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.

İkincisi ilim öğrenen, başkalarına da öğreten, ayrıca Kur’ân da okuyan adamdır. O huzûra getirilir. Allah kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da itirâf eder. Cenâb-ı Hakk; “Bunlara karşı ne yaptın?” diye sorar. Adam: “İlim tahsîl ettim. Onu başkalarına da öğrettim. Senin uğrunda Kur’ân da okudum.” der. Allah Teālâ buyurur ki: “Yalan söyledin! Sen ilim öğrendin, ancak âlim denilsin diye; Kur’ân okudun, ancak o kırâat ehlidir denilsin diye. Hakîkat öyle de denildi.” Sonra hakkında emrolunur ve ateşe, yâni cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.

Üçüncüsü Cenâb-ı Hakk’ın kendisini genişlettiği, malın her çeşidinden verdiği adamdır. O getirilir. Allah ona olan nîmetlerini anlatır. O da bunları itirâf eder. Cenâb-ı Hakk; “Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?” diye sorar. Adam: “Hakkında infâk edilmesini emir buyurduğun hiçbir yol bırakmadım. Malımı ancak senin yolunda harcadım.” der. Cenâb-ı Hakk buyurur: “Yalan söyledin! Onları ancak cömerttir denilesin diye yaptın. Nitekim öyle de denildi.” Sonra hakkında emredilir ve cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.” (Buhārî, Müslim)

Bu hadîs-i şerîf ihlâsın, amellerin Allah katındaki kabûl şartı olduğunu o derecede açık bir sûrette göstermektedir ki gâye Cenâb-ı Hakk’ın rızāsı olmadıkça; zâhiren Allâh yolunda ölmek, ilim tahsîl etmek ve infakta bulunmak gibi en makbûl olan ameller bile sāhibine hiçbir fayda sağlamamaktadır.

Bu mübârek hikmetin şerhi sadedinde olan, Abdülkādir Geylânî Hazretlerinin şu nasîhatlerinin gönül dünyâmızı aydınlatması niyâzı ile...

Ey evlat! Zerre miktar dahî olsa, sözlerimi tasdîk ediniz. Siz evinizde ve mülkünüzde istediğiniz gibi hareket etmekte serbestsiniz. Sizden yalnız doğruluk ve ihlâs istiyorum. Bunun yararı sizedir. Sizi, sizin iyiliğiniz için istiyorum; benim için değil...

İç ve dış konuşmalarınızı bir kayda bağlayınız. Çünkü sizi dâimâ gözeten melekler var. O melekler dâimâ dışınızı murâkabe eder. Hak ise içinizi...

Ey dâireler ve köşkler yapan, ömrünü dünyâyı tâmirle geçiren adam! İyi niyete (ihlâsa) sāhip olmadan hiçbir iş görme. Dünyâ binâsını yapmanın temeli iyi niyettir. Nefsinle, kötü arzunla yaptığın binâdan hayır gelmez. Câhil kişi binâsını, kötü arzusu, tabiî isteği, nefsi, iyi olmayan alışkanlığı ile yapar. Hikmete, ilâhî hükümlere, kazāya ve ilâhî fiil tecellîsine uymaz. Bu yüzden iyi bir arkadaşa sāhip olamaz. Yaptığı evde de rahat edemez. Kendisi yorulur yapar, başkaları oturur. Sonra, kıyâmet olunca, “Bunu niçin yaptın, kime iyilik ettin, ettinse neye ettin?” diye iğneden ipliğe hesâba çekerler.

“Allâh’ım! Sen’den, katından vereceğin öyle bir rahmet istiyorum ki onunla kalbime hidâyet, işlerime nizâm, dağınıklığıma tertip, içime kâmil îman, dışıma amel-i sālih, amellerime temizlik ve ihlâs ver, rızāna uygun istikāmeti ilhâm et, ülfet edeceğim dostumu lütfet ve beni her türlü kötülüklerden koru! Allâh’ım, bana öyle bir îman, öyle bir yakîn ver ki artık bir daha küfür (ihtimâli) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki onunla, dünyâ ve âhirette Sen’in nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.” (Tirmizî, Deavât 30/3419)

Şubat 2025, sayfa no:  36-37-38-39

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak