Ara

İlmin Fezâili

İlmin Fezâili

İlmin Fezâili

Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (ks)

Bir kimse bir melikin hizmetine tâlib oldu. Melik de, “Git ilim ve edeb öğren ki, hizmetin sâlih olsun” dedi. O kimse de ilim tahsîline şurû’ eyledi ve ilmin zevkini, lezzetini tattı. Sonra Melik haber gönderdi ki: “İlmi terk etsin de artık gelsin, benim hizmetime ehil oldu.”

İlim tahsîl eden kimse de dedi ki: “Beni senin hizmetine ehil görmediğin vakitte her ne kadar ben kendimi senin hizmetine ehil görmüş idiysem; şimdi sen beni kendi hizmetine ehil görüyorsun, lâkin ben nefsimi Allah Azze ve Celle Hazretleri’nin hizmetine devâma daha ziyâde ehil gördüm. Buna da sebep, evvelce cehâletimden dolayı zannediyordum ki kapı ancak senin kapındır. Fakat el’ân, şimdi bildim ki tahkîka kapı ancak Rabb-i Hakîkî olan, şerîki ve nazîri olmayan, Rabbü’l-erbâb, mün'im-i hakîkî Hâlık Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin kapısıdır.”

Böylece ilmi tahsîl ile hakîkî kapıyı fehm ü idrâk etmek saâdetine nâil oldu.

İlim tahsîlinin senin üzerine suûbetli, meşakkatli olması, senin dünyâya fart-ı muhabbetinden nâşîdir. Zîrâ Allâhu Teâlâ, sana bir sevâd-ı ayn bir de sûveydâ-i kalb vermiştir. Yâni sana gözünün bebeği, kara bebeğini ve kalbin içinde de bir kara noktacık vermiştir. Şübhe yoktur ki, süveydâ sevâdın tasğîridir, daha küçük demektir. Kalbin siyah ufak noktası, göz bebeğinden daha küçüktür.

Bu böyle iken, senin göz bebeğin önüne yakından ufak birşey kor isen hiçbir şey göremezsin. Öyle ise senin göz bebeğinden daha küçük olan süveydâ-i kalb’ine bütün dünyâ muhabbetini koymuş olursan öyle kapalı olan kalb gözüyle ne görebilirsin? Cenâb-ı Hakk: “Zîrâ hâl ü şân onların gözleri kör olmaz ve lâkin göğüslerinde olan kalbleri kör olur.” (Hacc, 46.)

Yâni sînelerinde olan kalbleri idrâkten ve ibret almaktan kör oldu. Zîrâ kalbte ibret almaya lâyık idrâk olmayınca baş gözüyle görmekte fâide olamaz.

Hadîs-i Şerif’te buyurulmuştur: ‘El-ulemâu verasetül enbiyâ’

Bu hadîs-i şerîf’e iki sûrette mânâ verilebilir.

Bir mânâya göre: “Ulemâ vâris-i enbiyâdır.”

Diğer mânâya göre: “Kim ki vâris-i enbiyâdır, ancak âlim odur.”

Mutavvel’de müsned ve müsnedün ileyh bahsinde bir kâide vardır:

Müsned ile müsnedün ileyh mâ'rife olursa, ister müsned, ister müsnedün ileyhi tahsis câiz olur.

Bu hadîs-i şerifte mübtedâ ile haber mâ’rife olduğundan iki sûret ile mânâ verilmek câizdir.

Bu îtibarla bu hadîs-i şerîfe ikinci mânâyı vermek tevâfuk ediyor. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ı bilmeyen, tanımayan, Cenâb-ı Hakk’tan korkmayıp ma’siyeti işleyen kimseye hakîkî âlim itlâkı câiz olamaz.

Âlim-i billâh olan; halkı, ivazsız garazsız ve ücretsiz, bir menfaat mukâbilinde olmayarak li-vechillâh Hakk yoluna, şerîat-ı mutahharanın emirlerine da’vet eder.

“Ey Muhammed! Siz nâsa ihrâc olunan ümmetlerin hayırlısısınız. Zîrâ siz, emr-i bi'l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker eder ve Allâh’a îmân edersiniz.” (Âl-i İmrân, 110.)

Hiçbir peygamberin ümmeti vâris-i enbiyâ rütbesine nâil olamamıştır. Yâni, her peygamberin ümmetine emr-i bi'l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker verilmemiştir. Ancak bu vazîfe Ümmet-i Muhammed’e tevdî olunmuştur.

Hayra ummetin”den murâd, ulemâ-i zâhir değildir. Çünkü ulemâ-i rusûm’a verese-i enbiyâ denilemez. Çünkü irs tâbiri pederden evlâda intikâl eden şeye derler. Ulemâ-i zâhirin ilmi ise irsî değil kesbîdir. Ve kesbî olan, vehbî olmayan bir ilme irs tâbiri sahîh olamaz.

Binâen-aleyh, ulemâ-i zâhire de vâris-i enbiyâ demek aslâ doğru olmaz.

“Allâh’ın kulları içinde Cenâb-ı Allah’tan korkanlar, ancak Cenâb-ı Allâh’ın zâtını ve kahr u gadabını lâyıkiyle bilen âlimlerdir.” (Fâtır, 28.)

Yoksa Cenâb-ı Allâh’ı lâyıkiyle bilmeyenler Allah’tan korkmazlar. Hâlbuki Allâhu Teâlâ’dan lâyıkiyle korkmak lâzımdır.

Mahmud Sâmî Ramazanoğlu (ks) Musâhabe 1 kitâbından alınmıştır.

Mayıs 2020, sayfa no: 26-27

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak