Ara

Zikir ve Şükür

Zikir ve Şükür

Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Bizi yoktan var eden Mevlâ’mız âyet-i celîle-i cemîlesinde: ‘Kullarım beni lâyığı ile zikrediniz, anınız, Ben de sizi zâtıma uygun şekilde anayım, zikredeyim’ (Bakara, 2/152.) buyuruyor. Bu büyük bir müjde ve şereftir. Siz yeryüzünde Mevlâ’yı zikrediyorsunuz Allah da sizi zikrediyor. Siz ‘Allah’ diyorsunuz, Hâlik-ı Zülcelâl ‘Kulum’ diyor. Biz âciziz; O, her şeye kâdir.

Kâdir olan Rabbimiz, biz günahkâr dillerimiz ile Kendini zikrettiğimizde bizi zikrettiğini müjdeliyor. Nerede? A’lâ-yı ılliyyînde, meleklerin arasında. Bu âyet-i celîle insanı sevindiriyor, sadrını genişletiyor, elhamdülillâh.

Allah Teâlâ’nın kullarını zikri, hüsnü kabûlü demektir. Zikreden kulunu güzel bir kabûlle kabûl ediyor ve ona güzel bir mukâbele ile mukâbelede bulunuyor. Cemâlullâh’ı vaadediyor. Bu âyet-i celîle şu mânâlara gelmektedir:

İnâyet

Kullarım! Beni zikrediniz, lâyığı ile anınız. Ben de sizi Bana lâyık bir şekilde anayım, size olan inâyetimi devâm ettireyim.

Şükür

Kullarım! Bana şükredin. ‘Yâ Rabbi, her hâlime çok şükür’ de­yin. Bunca Hristiyan, Yahudi, Mecusi, mason vb. gayrıislâmî bir yolda insanlar hayatlarını sürdürürken, Rabbim bizi kendine inanan kulları arasına seçmiş. Nasıl şükretmezsin? İnsana şükür lâzım. Şükrü edâ edilmeyen nîmet elden alınır. Îmân en büyük nîmet. En çok şükrün onun için olması îcâb eder.

İmâm-ı Âzam Efendimiz, üç kişinin îmansız gitmesi muhtemel­dir diyor:

  1. Nîmet-i İslâmiyye’ye Şükrü Terk Eden: Nîmet-i İslâmiyye’ye şükrü terk eden kimsenin îmansız gitme­si muhtemel. Yâni, ‘Çok şükür Yâ Rabbi, beni îmanlı etmişsin’ de­miyor.

Kardeşlerim!

‘Çok şükür Allâh’ım, beni mü’min kullarının ara­sında yarattın.’ demeliyiz. Müslüman bir babayı, Müslüman bir anneyi, Müslümanların çok olduğu bir diyârı biz mi istedik? Ha­yır. Ama Rabbimiz lütfetti. Bu büyük bir nîmet. Elbette ki şük­rünün de çok olması gerek. ‘Elhamdülillâhi ale’l-îmân, Elhamdülillâhi ale’l-İslâm, elhamdülillâhi ale’t-tevfîk’ demeliyiz.

Gayrimüslim bir ana-bir babadan doğmadığımıza, kâfirlerin çok olduğu yerlerde dünyâya gelmediğimize hamdetmeliyiz. 

İnsan hamd eder, îmânının kadir ve kıymetini bilirse îmânı elinden alınmaz, mü’min olarak ölür. Îmânının kıymetini bilmez, onu babasından kalmış bir mîras gibi önemsemezse, o elinden alı­nır, onun îmansız gitmesinden korkulur. 

Çalınmasından korkulan kıymetli bir mal nasıl muhâfaza edilip, hırsızların ulaşamayacağı yere saklanırsa, îmânımız da bizim en kıymetli şeyimiz. Kıymeti ölçüsünde düşmanları ve hırsızları çoktur.

Îmânı muhâfaza: Îmânımızı, vücûdumuzun en hassas yeri olan kalbimizin derinliklerinde saklayıp, etrafını farzlarla, vâciplerle, sünnetlerle, müstehaplarla çevirerek muhâfaza altına alacağız.

Îmânın nûru kalbimizde yana yana âhiret âlemine göç edece­ğiz ve o nûrun aydınlığı ile kabirde ve mahşerde saâdete ulaşaca­ğız inşâallah. 

Şeytânın semtine bile yaklaşamayacağı îman: Îmânımızın çevresini tarîkat-ı âliyye ile, tasavvufla çevirelim ki şeytan semtine bile yaklaşmasın.

  1. Îmânla Ölüp Ölmeyeceğinin Kaygısını Çekmeyen: Îmansız gitmesi muhtemel olanın İkincisi, îmanla ölüp ölmeye­ceğinin kaygısını çekmeyen kimsedir. Bu yüzden mürşid-i kâ­miller hep tefekkür-i mevt yaptırırlar. Tefekkür-i mevte devâm ettikçe bir hâl gelmeye başlıyor, bir korku sarıyor, îmansız ölme korkusu. Hacı Es’ad-ı Erbilî (rh.a) Efendimiz: ‘Terakkîye en büyük vesîle ölümü tefekkür etmektir. Kalbin içinde dünyâ muhabbeti var. Ölümü çok tefekkür etmek, dünyâ muhabbetini söker.’ bu­yuruyor.

 Sür çıkar ağyârı dilden, tâ tecellî ede Hakk,

Pâdişah konmaz sarâya, hâne mâmûr olmadan.

  1. Gücünün Yettiğine Zulmeden: Değil insana, hayvâna bile zulmeden kimsenin âkıbetinden korkulur.

Kediye zulmettiğinden îmansız ölenler, köpeğe şefkatle mu­âmele ettiğinden îmanlı ölenler vardır. Başta zikrettiğimiz âyet-i celîle’de Rabbimiz ‘Beni zikredin’ buyurduktan sonra, ‘Bana şükrediniz, nîmetlerime karşı kalben, lisânen, bedenen veya hepsi ile birden Bana tâzîm ediniz, verdi­ğim nîmetleri yerine sarf ediniz. Bütün işlerinizde hayırlı olana ni­yet ediniz. O zaman rızkınızı temin yolundaki çalışmalarınız, evlâd-ı iyâlinize yaptığınız harcamalarınız mîzânınıza konacak se­vap olur’ buyurmaktadır.

Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır. ‘Çocuklarıma haram lokma yedirtmeyeyim’ diye helâl kazanç elde etme niyeti ile evden çıkan mü’minin bütün yaptıkları, sevap kazanmasına vesîledir. Niyet ile kişinin her şeyi düzelir veya her şeyi fesâda gider. İbâdet bile niyetsiz sahîh olmaz.

Hamdolsun âlemlerin Rabbi olan Allâh’a (cc)!

Temmuz 2019, sayfa no: 32-33

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak