Halidiyye-yi Müceddidiyye’nin Ziyȃiyye şûbesinin müessisi Ahmed Ziyȃuddin-i Gümüşhȃnevî (ö.1311/1893) on dokuzuncu yüzyıl Anadolu Nakşibendiyye şeyhlerinin önde gelenlerindendir. Tarîkatların ȃdȃb ve erkȃnı, tarîkatlarda benimsenen seyr u sülûk usûllerini ortaya koyduğu Câmiu’l-Usûl isimli eserinde rȗhȃnȋ tarîkatların benimsediği letȃif dersleri hakkında da önemli verileri sevenleriyle paylaşmaktadır. Eserde insanın çok katmanlı varlık oluşuna dikkat çeken Gümüşhȃnevȋ, okuyucusunu bir muamma olan insan denen varlığı çözmeye dâvet etmektedir. İnsanın kendi dışına, çevresine, toplumuna, tüm insanlığa, eşyâya, diğer varlıklara hattâ tüm kȃinâta ibret nazarıyla bakılmasını tavsiye etmektedir. Seyr-i ȃfȃkȋ adını verdiği insanın kendi dışındaki ötelere yolculuğunu önemsemekte, seyahatin önemli bir seyr u sülûk metodu olduğunu belirtmekte, çevreye karşı duyarlı, dünyâdaki işâretlerden haberdar, ȃlemlerden ibret alan insan olmaya önem vermektedir. Ancak seyr-i enfüsȋ adını verdiği insanın kendi içine yapacağı yolculuğu daha fazla önemsemektedir. Kendi gerçekliğini tanımayan, nefsini bilmeyen, kendinde saklı bulunan hazînelerden habersiz olan insanın Rabbini de gereğince tanıyamayacağını belirtmektedir. “İnsan kendini nasıl tanıyabilir? İnsandaki saklı hazineler nelerdir?” sorularına cevap sadedinde Nakşibendiyyenin öngördüğü letȃif derslerinden bahseder. İnsanın bedeninden ibâret olmadığını, ten kafesinde saklı bulunan emir ȃlemine âit beş önemli cevheri latîfe olarak nitelemektedir. Kesâfet örtüsünün altında saklı bulunan letâfet inceliklerini bizlerle paylaşmaktadır. Makâlemde Gümüşhȃnevȋ’nin Cȃmiu’l-Usȗl isimli eserinde beş latîfeyi ele alış tarzını sizlerle paylaşmak istiyorum. Gümüşhȃnevȋ mensubu olduğu Müceddidiyye tarîkatının pȋri İmâm-ı Rabbȃnȋ Ahmed-i Fȃruk-i Serhendȋ’nin (ö.1034/1624) beyânıyla insanın on latîfeden meydana geldiğini dile getirir. Bu on latîfeden beşinin âlem-i emir’den, beşinin de âlem-i halk’tan olduğunu söyler. Âlem-i halk'tan olanları nefis ve anȃsır-ı erbaa (toprak, su, hava ve ateş) şeklinde sıralarken; ȃlem-i emir'den olanları kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ diye beyân etmektedir. Âlem-i emir'den olan bu beş mânevî lâtifeyi Allâh’ın (cc) “Kün/Ol” emri ile meydana gelen latîfeler olarak zikreder. Âlem-i halk'tan olan nefis ve dört unsuru ise lüzûmuna göre ve tedrîcen yaratılan latîfeler şeklinde zikreder. Gümüşhȃnevȋ sözlerinin devâmında ȃlem-i emir ile âlem-i halk’ın iki ayrı âlem olduğunun altını çizer ve “âlem-i emre giren latȋfelerin makamları Arş’ın üstündedir” der. Bu özelliklerinden dolayı ȃlem-i emr’e âit letȃifi âlî latȋfeler diye nitelendirir. Onlara nazaran ȃlem-i halk'a giren latîfeleri de süflȋ latȋfeler olarak nitelendirir ve onların yerlerini Arş’ın altında görür. Bu değerlendirmelerinin sonunda Gümüşhȃnevȋ, Allâh’ın insan bedenini yaratmasıyla bu on latȋfeden her birisini, cesede olan ilgileri ve aşkları dolayısıyla yerlerine koyduğunu söylemektedir.1 Bu tesbitlerinden sonra Gümüşhȃnevȋ konuyu letȃifin işlevselliği meselesine getirir. İnsana verilen bu latîfelerin işlevselliğini aşama aşama şu şekilde anlatır: Letȃifin işlevselliğinin birinci şartı Allâh’ın (cc) inâyeti/yardımıdır. Allâh’ın inâyetine mazhar olan, Allah tarafından bir velînin hizmetine erdirilir. İlâhî inâyet kulu Hak dostuyla buluştururken, üçüncü aşamada Hak dostu da yȃrȃn meclisine dâhil olmak isteyen bu sȃlike riyâzetlere, mücâdelelere, tasfiye-i kalbe ve tezkiye-i nefse dâir dersler verir. Hakk dostu olan mürşid-i kȃmil hem dervişin bu dersleri yerine getirebilmesi hem de çok zikir yapabilmesi için dervişin latȋfelerine teveccühte bulunur. İlâhî inâyet, intisâb, riyȃzet ve teveccühle işlevsel kılınmaya çalışılan letȃifin daha ileri boyutta açılabilmesi için sâliğin üç vazîfeyi daha yerine getirmesi gerektiğini beyân eder. Gümüşhȃnevȋ’ye göre bu vazîfelerden ilki zikirdir. Sâlikten durumuna göre belli sayıda Kelime-i Tevhîd veya Lafza-i Celȃl zikrinin çektirileceğini belirtir. Gümüşhȃnevȋ sâlike verilen ikinci vazîfenin murâkabe olduğunu söyler. Gümüşhȃnevȋ murâkabeyi; feyzin kaynağı olan Allah’tan feyiz almak niyetiyle sâkince beklemek ve hangi lâtife üzerine feyiz bekliyorsa o latîfeyi düşünmek olarak târif eder. Sȃlik hangi latȋfe üzerinde murâkabede bulunuyorsa feyzin de ancak o latȋfeden geleceğine işâret eder. Bundan dolayı evliyâullâhın tasavvufta her makam için bir murâkabe tâyin ettiklerini söyler. Örnek olarak verdiği Ahadiyyet makâmı için öngörülen murâkabeyi; her türlü noksan sıfatlardan arınmış ve her türlü kemȃl sıfatlarla muttasıf bulunan Allâh’a murâkabe etmek ve mȃsivȃdan soyutlanmak olarak nitelendirir. İlâhî Zȃt makâmından feyzin gelmesi için kalp latîfesi üzerinde tefekkürü öngörmektedir. Gümüşhȃnevȋ’ye göre zikir yapılmadan gerçekleşen murâkabe sȃlike fayda sağladığı halde, murâkabesiz gerçekleşen zikir sâlikin yükselmesi için bir şey ifâde etmez. Gümüşhȃnevȋ sâlike verilen üçüncü vazîfenin râbıta olduğuna dikkat çeker. Gümüşhȃnevȋ’ye göre râbıta; şeyhinin sûretini sâlikin aklında veya kalbinde taşıması yâhud şeyhi için bir sûret tasavvur ederek onu düşünmesidir. Sözlerinin devâmında Gümüşhȃnevȋ sâlikin râbıtasının zamanla gelişip kuvvetleneceğinden bahseder. Öyle ki sȃlikin zamanla şeyhinin sûretini herşeyde görmeye başlayacağını dile getirir. Bu duruma gelen sȃlikin durumunu fenȃ fi’ş-şeyh olarak nitelendirir. Gümüşhȃnevȋ’ye göre râbıta usûlü tasavvufta seyr u sülûk usûlleri arasında en sağlıklı yöntemdir. Gümüşhȃnevȋ râbıtayı sâlikte acayip ve garip hallerin meydana gelişinin başlangıcı olarak görür. Sohbet edebine uygun bir biçimde yapılan ölçülü ve dengeli râbıtanın dervişi menzil-i maksûduna ulaştıracağını söyler.2 Letȃifin ilâhî inâyet, intisâb, riyȃzet, teveccüh, zikir, murâkabe ve râbıta ile işlevsel kılınabileceğini söyledikten sonra Gümüşhȃnevȋ, kişinin velâyetine göre latȋfelerinden tecellî-i ef’ȃl, tecellî-i esmȃ ve tecellî-i Zȃt olacağını söyler. Bundan sonra Gümüşhȃnevȋ, ȃlem-i emre âit bu beş latîfeyle gerçekleşen velâyet çeşitlerini bizlerle paylaşır. İşlevsel kılınan her bir latîfedeki velȃyet türlerini şu şekilde sıralar:
- Kalb Latȋfesinin Velâyeti: Kalb latîfesini işlevsel kılan sȃlikte tecellî-i ef'âlin gerçekleşeceğini söyleyen Gümüşhȃnevȋ, kalbin hayâtiyetini Allâh’ın fiillerini idrakte görür. Allâh’ın fiilleri, yaratışı, yarattığı varlıklar ve eşyâ üzerinde tefekkür eden sȃlikin Allâh’ın kudretini, irâdesini, tekvin sıfatını, sanatını, kemȃlini gördükçe Allâh’ın dışındaki hiçbir şey gözünde görünmez olur. Gümüşhȃnevȋ kalb latîfesinin velâyetine “Velâyet-i Âdem” adını verir. Maksadına bu velâyet makâmından ulaşan sâlike “Âdemî meşreb” denildiğini söyler.3
- Ruh Latîfesinin Velâyeti: Ruh latîfesini işlevsel kılan sȃlikte Allâh’ın sübûti sıfatlarının tecellî edeceğini söyleyen Gümüşhȃnevȋ, rûhun hayâtiyetini Allâh’ın sıfatlarıyla sıfatlanmakta görür. Allâh’ın sıfatları egemen olunca sâlik hem kendi sıfatlarından hem de tüm yaratıkların sıfatlarından soyutlanmış olur. Hakîkati temâşâ eden sȃlik sonunda mevcûdâtın tüm vasıflarını Allah’tan aldığını, eşyâdaki tüm hasletlerin Allah tarafından verilen imkânlar olduğunu anlar. Allâh’ı hem yaratılmışların hem de yaratılmışlardaki imkânların ve sıfatların yaratıcısı olarak idrâk eder. Sȃlik öyle ki tevhîd-i vücûdî ile varlığın yalnız Allah Teâlâ'ya âit bulunduğunu tesbit eder. Gümüşhȃnevȋ ruh latîfesinin velâyetine, “Velâyet-i Nûh ve Velâyet-i İbrâhîm” adını verir. Maksadına bu velâyet makâmından ulaşan sâlike “İbrâhimȋ meşreb” denildiğini söyler.4
- Sır Latȋfesinin Velâyeti: Sır latîfesini işlevsel kılan sȃlik Allâh’ın Zât’ından yansıyan parıltılarda fânî olur. Sâlik bu makamda kendisini Allâh’ın (cc) Zȃt'ının varlığında yok olmuş olarak bulur. Gümüşhȃnevȋ sır latîfesinin velâyetine “Velâyet-i Mûsâ” adını verir. Maksadına bu velâyet makâmından ulaşan sâlike “Mûsâ meşrepli” denildiğini söyler.5
- Hafî Latȋfesinin Velâyeti: Hafȋ latîfesini işlevsel kılan sȃlik Allâh’ın (cc) selbȋ sıfatlarında yok olur. Sâlik bu makamda Cenâb-ı Kibriyȃ'nın kâinatta mevcut olan varlığını idrâk etmekle birlikte, Ferdiyyet hikmetinin sırrına vâkıf olur. Yalnız O'nu tanır, yalnız O’nu bilir. Gümüşhȃnevȋ hafȋ latîfesinin velâyetine “Velâyet-i Îsâ” adını verir. Maksadına bu velâyet makâmından ulaşan sâlike “Îsâ Meşrebinde” denildiğini söyler.6
- Ahfâ Latȋfesinin Velâyeti: Ahfȃ latîfesini işlevsel kılan sȃlik kalb, ruh, sır ve hafî latîfelerinde fenȃ hâline bürünmesine yol açan Kudret-i Hüdȃ’ya âşinâ olmuştur. Bu mertebede Şȃn-ı İlâhîyeyi müşahede eder, Allâh’ın Zȃt’ından tam bir hoşnutluk hâlindedir. Bu makamda sȃlik tüm peygamberlerin hasletlerini uhdesinde toplayan Peygamber Efendimiz’in (sav) meşrebine bürünür. Gümüşhȃnevȋ ahfȃ latîfesinin velâyetinde sȃlikin, “Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi ne güzel yaptı” diyen Peygamber Efendimiz’in (sav) ȃdeti üzere Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklandığını söyler.7
Sonuç olarak Gümüşhȃnevȋ insanın Allâh’a kulluk için yaratılmış olduğuna dikkat çeker. İnsan olarak en önemli vazîfemizin Allâh’ı tanımak olduğunu söyler. Mârifetullâhın kişide gerçekleşmesi fıtrat dokusunun egemenliğine bağlıdır. Fıtrata sâhip çıkmaya dâvet eden Gümüşhanevȋ, fıtratımızda saklı bulunan insanlık potansiyelini letȃif-i hamse ile etkin kılmaya çalışır. Kalb, ruh, sır, hafȋ ve ahfȃ latȋfelerinin işlevselliği ile Allâh’ın fiillerini, subûtî ve selbî sıfatlarını, ilâhî zȃt nûrunu temâşâ etme, Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanma imkânı kazanmış olur. Letȃifin işlevselliği insanlık âbidesi peygamberlerin mânevȋ makamlarını kendi üzerimizde inşâ ettirme çabasıdır. Prof. Dr. Kadir Özköse (Mart 2016) Dipnotlar: [1] Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl – Velîler ve Tarikatlarda Usûl-, trc. Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İstanbul 1987, s. 276-277. 2 Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl, s. 277-278. 3 Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl, s. 286. 4 Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl, s. 286. 5 Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl, , s. 287. 6 Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl, s. 287. 7 Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl, s. 287.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak