Ara

Zihin ve Gönül Tezkiyesinin Önemi Ya Da Putları İnkâr

Zihin ve Gönül Tezkiyesinin Önemi Ya Da Putları İnkâr

Tezkiye kavramının kök fiili ve türevleri Kur’ân’da 28 defa geçmektedir. Malda temizlenmeyi ve buna bağlı bereketlenmeyi ifâde eden zekât kelimesi ise 32 defa kullanılmıştır. Tezkiye sâyesinde kişi dünyâda insan olma vasfını elde eder ve övgüye layık nitelikler kazanır. Tezkiyenin mutlak anlamda kaynağının Allah Teâlâ olduğuna şu âyet delâlet etmektedir: “Hayır, aksine Allah dilediğini temize çıkarır ve kimseye kıl kadar haksızlık yapılmaz.” (Nisa, 4/49) Yüce Allah kullarının ne ile ve nasıl tezkiye olacağını Kur’ân’da açıklamış ve Peygamberine de tezkiyeyi birçok âyette beyân ettiği gibi ona aslî bir görev olarak yüklemiştir: “Allah, mü’minlere kendi içlerinden bir peygamber göndermekle onlara karşı lütufta bulunmuştur. Bu peygamber onlara Allâh’ın âyetlerini okuyor, onları arındırıyor/tezkiye ediyor, kendilerine kitâbı ve hikmeti öğretiyor. Oysa onlar daha önce açık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmran, 3/164) Bu âyet bizlere tezkiyenin hem bir metodunun olduğunu hem de peygamber olmadan tezkiyenin mümkün olmayacağını öğretmektedir. Bu sebeple risâlet bağlamında en büyük müzekkî Peygamber Efendimizdir. O (s.), bir müzekkî olarak ilk İslâm toplumunu 23 yıl zihinsel ve rûhî tezkiyeden geçirmiştir. Bu tezkiyenin sonunda İbrâhimî bir ümmet yetiştirmiştir. Hz. Peygamber’den (s.) sonra ise bu vazîfe rabbânî âlimlere verilmiştir. Kur’ân rabbânî âlimlerin bu ulvî görevlerini şöyle karâra bağlamıştır: “Din bilginleri, fakihleri onları günah sözlerinden ve haram yemelerinden nehyetmeli değil midirler? İşledikleri şey elbette ne kadar kötü!” (Maide, 5/63) Abdullah b. Abbas, âyetin âlimlere yüklemiş olduğu fonksiyondan dolayı “Kur’ân’da bu âyetten daha şiddetli bir âyet görmedim” demiştir.1 Âyet, ulemânın insanların düşünce sapkınlığına müdahale etmelerinin şart olduğunu belirttiği gibi yediklerinin helâllerden olmasını belirlemelerine kadar kurallar koymaktadır. Bu anlayışa göre Rabbimiz, insanın yedikleri ile düşüncelerindeki sapmalar arasında ilgiler kurmuştur. Ortaya vahim bir durumun çıkmaması için âlimler, zihinsel dönüşüm ve helâl gıdâ üzerinde köklü çalışmalar yapmak zorundadırlar. Âlimler ümmetin zihin ve gönül dünyâlarından sorumlu oldukları gibi midelerinden de sorumludurlar. Eğer insanlar peygamberlerin çağrılarına olumlu cevaplar verirler ve zihin/gönül tezkiyelerini ikmâl edecek olurlarsa; “(Bu dünyâda) arınmayı başaran (öteki dünyâda) mutluluğa ulaşır.” (Âlâ, 87/14) âyetinin sırrına erişmiş olur. Âyet aynı zamanda arınmanın irâdeli bir eylem olduğuna da işâret etmektedir. Allah Teâlâ daha ruhlar âleminde iken insanlardan söz/ahd almıştır.2 Yaratma ve emir alanlarında ilâhî irâdeye teslim olacaklarının sözünü veren insanlar, ceset âlemine geldikten sonra verdikleri sözlerden caymışlardır. İnanç ve amel bağlamında kirlenen insanlara Yüce Allah ezelî sözleşmeyi hatırlatmak (zikir) için peygamberler göndermiştir. Peygamber göndermediği bir topluma azâb etmeyeceğini de âyette açıkça bildirmiştir: “Ayrıca, Biz, (kendilerine) bir elçi göndermeden (yaptığı haksızlıklardan ötürü hiçbir topluma) azâb etmeyiz.” (İsra, 17/15) Fıtratta bozulmanın mâhiyet farklılıkları Kur’ân’da değişik kavram ve kelimelerle anlatılmıştır. Küfür, şirk, nifak ve irtidâd kavramları bunlardan bir kısmıdır. Yukarıda saymış olduğumuz fıtrata aykırı durumlardan yeniden öze dönüşü bildiren temel kavram kelime-i tevhiddir. En büyük tezkiye tevhidle başladığı gibi başındaki “لَا" da en büyük devrimdir, tezkiyenin iliğidir. İnsan; ilim, yakîn, ihlâs, sıdk, muhabbet, kalp ve dille kabûl, anlama inkıyâdla kelime-i tevhîdi söyleyecek olursa kalbini ve zihnini bütün putlardan temizlemiş olur. Kelime-i tevhîdin anlam alanından ve rûhundan gereği gibi istifâde edip bir gayret ortaya koyabilmek için bu kelimenin taşıdığı birtakım şartlar vardır. Bu şartların mutlaka yerine getirilmesi ve gerekleri ile amel edilmesi zorunludur. Bu şartlar şunlardır: 1-Kelime-i tevhîdin taşımış olduğu menfî ve müsbet tüm anlamları bilmek. 2-Taklide ve hazır bulmuşluğa dayanmayan bilinçli ve kesin bir îman, 3-Bu kelimenin ikrar ve kabûlünde içerisine yalan ve riyâ girmeyen (münâfıklıktan uzak) bir ihlâs, 4-Tasdik ve ikrarda tam bir teslîmiyet ve doğruluk, 5-Allâh’ın (c.) tüm emirlerine karşı terk ve gevşeklik ihtimâli olamayan bir itaat, 6-İçerisinde şüphe bulunmayan ve redde de ihtimâli olmayan mutlak tasdik.3 Saymış olduğumuz şartlar ve bilinç muvacehesince tevhîdin anlamına îman eden bir Müslüman, kelime-i tevhîdi söylediğinde; 1-Şeytâna ibâdet etmemeye,4 2-Hevâyı/basit tutkuları tanrılaştırmamaya,5 3-Monarka, firavuna ve krala tapınmamaya,6 4-Meleyi/bürokrasiyi putlaştırmamaya,7 5-Şirke,8 6-Nifâka,9 7-İrtidâda,10 8-Belamlara,11 9-Sanemlere,12 10-Tağutlara,13 11-İlâhî olmayan kurallara,14 12-Dar’u-l harpte gönüllü ikâmete,15 13-Falcılara ve sihirbazlara,16 14-Politeizme,17 15-Dehrilere,18 16-Îmânı yüzdelemeye,19 17-Kâfir velâyetine,20 18-Ehli kitâbın hâkimiyetine,21 19-İdeolojilere, 20-Dindeki her türlü aşırılığa22 “لا/hayır” demektedir. Bu duruma göre en büyük tezkiye kelime-i tevhîdi gönülden söyleyebilmektir. Hz. Peygamber (s.) Müslümanlardan, tezkiyenin anahtarı olan bu kudsî kelimeyi tekrâr ederek îmanlarını yenilemelerini istemiştir. Hadis şöyledir: “(Ey insanlar!) Îmanlarınızı yenileyiniz. Sahabe; “Ey Allâh’ın elçisi, îmânımızı nasıl yenileriz?” dediklerinde, Resûlullâh şu izahatı yapmıştır: “Lâ ilâhe illallâh” sözünü çokça tekrarlayınız.”23 Yenilenmesi istenen îmânın “elbise gibi eskiyebileceğini” beyân etmiştir.24 Bu eskimenin sebepleri; cehâlet, unutkanlık, sorumsuzluk, farkındalığı bilmemek, kötü siyâsa ve çevre, eğitimdeki bozulma ve ideolojik baskılardır. Tezkiyesini en üst seviyede yapan Müslümanlar dünyâda ve âhirette “kurtuluşa elbette ereceklerdir.”25 Nitekim Peygamber Efendimiz de bu gerçeği şu sözüyle açıklamıştır: “Cennete Müslüman(lar)dan başkası giremeyecektir.”26 Şâyet kişi dünyâda kaldığı sürece, zihin ve kalp tezkiyesini vahiy merkezli yapmayıp küfrün kirliliğini tercih etmiş ise âhirette de kurtulamayacaktır. Tezkiyesini yapmayıp küfre saplananlara cennete girmenin imkânsızlığını Yüce Allah şu ilginç benzetme ile açıklamıştır. “Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara burun kıvıranlar var ya, gökyüzü(nün rahmet) kapıları yüzlerine açılmaz ve deve, iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Biz ağır suçluları işte böyle cezâlandırırız.” (A’raf 7/40) Îman alanıyla ilgili tezkiyesini yapmayan kâfirleri böyle cezâlandıracağını beyân eden Yüce Allah, kendisine çocuk isnâd ederek fıtratlarını kirleten ve şirke düşen ehli kitâba da cenneti haram kıldığını bildirmiştir: “Allah, Meryemoğlu Mesih(İsa)’dır diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih demişti ki; «Ey İsrailoğulları! Benim ve sizin Rabbiniz olan Allâh’a kulluk ediniz. Kim Allâh’a (çocuk isnâd ederek ve otoritesini sınırlayarak) ortak koşarsa Allah ona cenneti kesinlikle haram etmiştir; onun varacağı yer cehennemdir. Zâlimlerin hiçbir yardım edeni olmayacaktır.»” (Maide, 5/72) Eğer kişi zihin ve gönül kararmasına tutulur, hak ve hakîkati inkâr edecek olursa, zarûrât-ı dîniyyenin tamâmını veya bir kısmını reddederse ebedî olarak cehennemde kalmayı hak etmiş olur. Yukarıdaki âyetler de buna işâret etmektedir. Anlayış ve kavrayış kolaylığı olarak, insanın tevhîdini yok eden ve fıtratını bozan hususları şu ana başlıklar hâlinde verebiliriz: 1-Allâh’a ibâdette başka varlıkları O’na şirk koşmak. 2-Allah ile kendi arasına putları aracı koymak ve onlardan yardım talebinde bulunmak. Putların şefaatini ummak. 3-Müşriklerin kâfir olmadıklarına inanmak veya onların küfürlerinden şüphe etmek; gidişatlarını doğru ve hak kabûl etmek. 4-Peygamber’in (s.) getirdiği hayat tarzından başka bir hayat tarzını daha sahih kabûl edip başkalarının verdiği hükümleri Resûlullâh’ın hükümlerinden bile güzel görmek. Tağutların hükmünü Allâh’ın hükmüne tercih etmek. 5-Peygamber’in (s.) getirmiş olduğu dînî emirleri yaşasa bile onun getirmiş olduğu dînî hükümlerden herhangi birine kin duymak. 6-Hz. Peygamber’in insanlığa tebliğ ettiği din ile veya bu dînin belirlediği sevap ve ikab ile alay etmek. 7-Müslümanların aleyhine olarak kâfirlere yardım etmek. 8-Bâzı insanların, Hz. Peygamber’in (s.) getirmiş olduğu dinden çıkmalarında veya bu dîne tabi olmamalarında bir sakınca olmadığına inanmak. 9-Sihir yapmanın veya yaptırmanın meşrû olduğunu kabûl etmek. 10-Bile bile Allâh’ın dîninden yüz çevirmek, öğrenmemek ve amel etmemek.27 Sayılan bu konular insanın îmânını yok edip kelime-i tevhîdini bozdukları için âcilen tashih edilmelidir. Tezkiyenin başlangıç yeri önce îman sonra da ahlâk ve amel alanlarıdır. Amelde tashih sağlanır, itikattaki bozulma devâm ederse hiçbir tezkiyenin faydası olmaz. Bu sebepten dolayı bütün peygamberler itikatta tezkiye ile görevlerine başlamışlardır. Yüce Allah, insanları tezkiye etmek için peygamberler gönderdiği gibi tezkiye yollarını da bizlere onlar vâsıtasıyla öğretmiştir. Buna göre insanlar îmânı kâmil anlamda tercihle, vahiy aracılığı ile Allah Teâlâ ile iletişim kurmakla, Kur’ân’a mutlak ittibâ ile, sürekli Kur’ân tilâvetiyle, Hz. Peygamber’in (s.) sünnetini yaşamakla, duâ yapmakla, yaptığı günahlardan dolayı ânında istiğfar etmekle, namazı ihsan hâlinde kılmakla,28 zekât, oruç ve haccla, cihâd etmekle, zikirle, sâlihler meclisinde bulunmakla, hicretle, Müslümanların velâyetini tercihle, infakla, sıddîkıyyetle, nesihat ve öğütle, istişâre ve istihâreyle, sahih evlilikle, zulme kıyamla ve ahlâk-ı hamideyle tezkiye olabilirler. Bir velînin ifâdesine göre; “Sözde letâifin çalışması kişileri aldatmamalıdır. Kendilerini öyle görmelerine rağmen şirk içerisindedirler.” Bu ikrar, tasavvufta zihin ve gönül tezkiyesinin önceliğine işâret etmektedir. Bu tezkiye sağlanıp hayâtın her ânında Allâh’ı görüyormuşçasına bir bilinç kazanılmadan terakkîden bahsedilemez. Terakkînin ölçüsü; mârifette zirve, şirkin hiçbir türüne hayatta yer vermeme, ibâdetlere sünnet üzere devam ve mârifetin zorunlu sonucu; ‘küfür sistemleri ve ideolojilerle hesaplaşma’dır. Hayâtın her ânında küfür ve günahlarla, Allâh’ın yoluna tuzaklar kurup Müslümanları ayartmaya çalışan şeytanlarla/küfür önderleriyle hesaplaşmayanın terakkîsi bir aldatmacadır.

(Şubat 2016)  

Dipnotlar: 1 Zemahşeri, Keşşaf, c.I,s.640. 2 Bak: A’raf 7/172 3 İbni Abdulmuhsin, Fıkhu’l-Ed’iyye, s. 180. 4 Bak: Yasin 36/60 5 Bak: Furkan 25/43 6 Bak: Şuara 26/29 7 Bak: Mü’minun 23/47 8 Bak: Nisa 4/48; Maide5/72 9 Bak: Bakara2/8-16 10 Bak. Maide 5/54 11 Bak: Â’raf7/175-6 12 Bak: Maide 5/90 13 Bak: Nisa 4/60 14 Bak: Maide 5/44-47 15 Bak: Hac 22/41 16 Bak: Bakara 2/102 17 Bak: Zümer39/29 18 Bak. Mü’minun23/57 19 Bak: Bakara2/208 20 Bak: Bakara 2/257 21 Bak: Maide 5/51 22 Bak: Nisa 23 Heysemi, zevaid, c.II, s.289 24 Heysemi, zevaid, c.I, s.52 25 Mü’minun 23/1 26 Ahmed, Müsned, c.III, s.349. 27 İbn-i Abd’u-l Muhsin, Abdurrezzak, Fıkh’u-l Ed’ıye, Riyad, 1999, s.194-5 28 Bak: Ankebut 29/45

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak