Ara

Vahyin Penceresinden Sosyal Medya

Vahyin Penceresinden Sosyal Medya

Hz. Âişe vâlidemizden öğrendiğimize göre, Efendimiz (sav) herhangi bir sefere çıkacakları zaman Ezvâc-ı tâhirat arasında kur'a çeker, kime düşerse onu berâberinde götürürdü. Benî Müstalık Gazâsında ise kur'a, Hz. Âişe vâlidemize çıkmıştı. Hâdisenin bundan sonrasını bizzat Hz. Âişe vâlidemiz şöyle anlatmıştır: 

“Peygamber (as) bir sefere çıktığında eşleri arasında kur’a çeker, kur’a kime çıkarsa onu berâberinde götürdü. Bu savaşta kur’a bana çıkmıştı. Örtünme âyetleri nâzil olduktan sonra bu savaşa Peygamber (as) ile berâber yola çıktım. Mahfe (hevdec) içerisinde yolculuğa devâm ediyordum. Medîne yakınlarında bir yere gelince konaklama yapıldı, ben de mahfeden inerek ihtiyaçlarımı gidermek için kāfileden uzaklaştım. Geri döndüğümde gözboncuğundan yapılmış kolyemin boynumda olmadığını fark ettim. Geri döndüm ve kolyemi aramaya başladım. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim ama en sonunda kolyemi bulup tekrar kāfilenin olduğu yere döndüğümde gittiklerini farkettim. Kāfile boyunca beni götürenler benim mahfenin içinde olduğum zannı ile mahfemi devenin üzerine yüklemişler ve Medîne’ye doğru hareket etmişlerdi. Zayıf olmam sebebiyle benim mahfenin içinde olmadığımı anlamamışlardı. Netîce olarak, kolyemi bulup geri döndüğümde orada kimseyi bulamadım. Mahfemin bulunduğu yere oturdum. Beni kaybettiklerini anladıkları zaman geriye dönüp beni konakladığımız yerde arayacaklarını biliyordum. Beklerken uyuyakaldım. Ordunun arkasından unutulan eşyâları toplayıp getirmekle görevli Safvân b. Muattal es-Sülemî, kāfilenin konakladığı yere yaklaştığında beni fark etti ve kim olduğumu anladı. Elbisemle yüzümü örttüm. Bana tek kelime dahi etmedi. Sâdece “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” âyetini okudu ve ardından “Allâh’ın rahmeti üzerinizde olsun, neden geride kaldınız?” diye sordu, ama ben tek kelime dahî etmedim. Bunun dışında kāfilenin mola verdiği yerde onlara yetişinceye kadar aramızda tek kelime dahi konuşulmadı. Devesini yere çöktürdü ben de bindim. Nihâyet mola yerinde kāfileye yetiştik.” Bütün bu olanları bu şekilde anlattıktan sonra Hz. Aişe şunları ilâve etti: “Olaylar bu şekilde olmuştur, benim hakkımda bunun dışında bir şey söyleyenler helâk olmuşlardır.”

Hz. Aişe devamla hakkında çıkarılan iftiranın baş sorumlusunun Medîne’nin ileri gelenlerinden ve Hazrec kabilesine mensup olan Abdullah b. Ubeyy b. Selul olduğunu söylemiştir. “Medîne’ye geldiğimizde hakkımda dolaşan tüm iftiralardan hiç haberim olmadı. Sonra hastalandım. Ancak Peygamber (as)’ın bana karşı, hasta olmama rağmen ilgisizliğinden dolayı rahatsız oldum ve şüphelendim. Yanına yaklaştığımda sâdece nasıl olduğumu soruyor başka bir şey demeden de yanımdan ayrılıyordu. Bu şekilde davranması beni daha da rahatsız ediyor ve şüphelendiriyordu. Ancak iyileşinceye kadar bir aksilik olduğunu sezmedim. Bir gün Mıstah’ın annesi ile tuvaletlerimiz yapılmadan önce hela olarak kullandığımız “Manası”ya gitmiştik. Akşam vakitlerinde oraya gider ihtiyaçlarımızı giderirdik. İhtiyaçlarımızı giderip geri dönerken, bir ara Mıstah’ın annesinin ayağı tökezledi ve “Mıstah’ın yüzü yere sürülsün” dediğinde ben Bedir savaşına iştirâk eden bir kişi hakkında böyle konuşmaması gerektiğini söyledim. Bunun üzerine Mıstah’ın annesi hakkımda Medîne’de söylenen ve olup biten her şeyi anlattı. Çok fazla rahatsız oldum ve yeniden hastalığım arttı. Eve dönünce Peygamber (as) hastalığımı sordu. Ben de ondan ailemin yanına gitmek için izin istedim. Peygamber (sav) de bana izin verdi, ben de annemlere geldim. Anneme neler olup bittiğini, hakkımda neler konuşulduğunu sordum. Annem de üzülmememi söyledi, “Kocaları tarafından sevilip diğer eşler tarafından kıskanılmayan güzel kadın neredeyse yoktur” dedi. Ben de “Demek insanlar hakkımda bu kadar ileri gitmişler” dedim. O gece hiç uyumadım, sabaha kadar gözyaşlarım hiç dinmedi. Bu konuda vahiy gecikince Peygamber (as), Ali b. Ebi Talib ve Üsâme b. Zeyd’i Hz. Aişe’den boşanmak için istişâre yapmaya çağırdı. Üsâme: “Peygamber’in eşi hakkında ben iyiliğinden başka bir şey duymadım.” Peygamber (as)’ın Hz. Aişe’ye olan sevgisini bildiği için de: “Ey Allâh’ın Rasûlü, onlar senin eşlerin biz onlar hakkında iyilikten başka bir şey bilmeyiz.” dedi. Ali b. Ebi Talib ise: “Ey Allâh’ın Rasûlü, Allah seni zorda bırakmaz. Evlenebileceğin çok kadın var, sen bu durumu onun cariyesine sor.” dedi. Bunun üzerine Peygamber (as) Hz. Aişe’nin câriyesi Berîre’yi çağırdı ve ona: “Ey Berîre, Aişe ile ilgili seni şüphelendiren bir şey görüp duydun mu?” diye sordu. Berîre de: “Vallâhi yâ Rasûlallah onda ayıplanacak bir hal görmedim. O, ailesi için hamur yoğururken uyuyakalıp hamuru evcil hayvanlara kaptıran, henüz genç bir hanımdır.” dedi. Hz. Aişe devamla: “Rasûlullah beni Zeynep’ten sordu. Benimle Peygamber’in hanımları arasında en fazla ekabet eden o olmasına rağmen hakkımda hayırdan başka bir şey bilmediğini söyledi.”

Hz. Aişe bu olayın üzerine iki gün ağladığını, gözlerinde yaş kalmadığını hattâ anne ve babasının bu kadar fazla ağlamasından dolayı ciğerlerinin yarılacağını zannettiğini ifâde etmiştir. Bu günlerde Peygamber (as) bir defa Hz. Aişe’nin yanına gelmiş, "Yâ Aişe, seninle ilgili bana şöyle şöyle bilgiler geldi. Sen bu söylentilerden berî isen Allah mutlakā seni bu ithamlardan temizleyecektir. Yok, böyle bir günah işledi isen Allah’tan bağışlanmanı dile ve tövbe et. Muhakkak ki Allah günâhını itirâf edip tövbe eden kulu affeder." dedi. Peygamber (as) sözünü bitirdiğinde gözyaşlarım çekilmişti, bir damla gözyaşı hissetmiyordum. Babama: "Benim yerime Allah Resûlü'ne cevap ver." dedim, o da: "Allâh'a yemîn olsun ki ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Annemden aynı şeyi istedim o da babam gibi cevap verdi. Ben küçük yaşlarda genç bir hanım idim, Kur’ân’dan ezberim de az idi. Anne ve babam benim yerime Peygamber ile konuşmayınca ben: “Siz hakkımda bir takım şeyler işittiniz, zihninizde bunu doğruladınız sonra da inandınız. Size bu cürmü işlemedim dedim inanmadınız, böyle bir şeyi yaptığımı itirâf etsem -ki yapmadım- bana inanırsınız. Bana, Yûsuf’un babası Yâkub'un: "Hayır! Nefsiniz sizi kötü bir iş yapmaya sürüklemiş; artık (bana düşen) güzelce sabretmektir. Anlattığınız şeyler karşısında, kendisine sığınılacak olan ise ancak Allah’tır." sözünden başka bir şey bırakmadınız." dedim. Sonra yatağıma yattım. Allah şâhit ki benim suçum yoktu. Allâh'ın da benim suçsuz olduğumu bildireceğini biliyordum. Ancak benim hakkımda, bu konu ile ilgili kendimi hakîr gördüğüm için, âyet indireceğini değil de Peygamber (as)’ın rüyâsında bu suçu işlemediğimi göstereceğini zannediyordum." dedi. Hz. Aişe şunları ilâve etti: “Vallâhi daha Peygamber (as) bulunduğumuz meclisten ayrılmamıştı hattâ evden aile bireylerinden biri dahi ayrılmamıştı ki Allah (cc) Peygamberin üzerindeki bu eziyeti kaldıran vahyini indirdi.” Peygamber (as) inen vahiyle rahatlamıştı ve gülerek: "Aişe’ye Allâh'ın onu kendisine atfedilen suçtan temizlediğini müjdeleyin." dedi. Bunun üzerine annem "Kalk kocana git" dedi, ama ben: “Vallâhi ben ona gitmem ben hamdımı Allâh'a yaparım, çünkü benim berâtımı Allah verdi." dedim. Bu olayın üzerinden Nûr Sûresi 11 ilâ 21. âyetler benim beraatim hakkında Allah tarafından indirildi." dedi. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, 23/340) 

İletişim teknolojilerinin hayâtımızın merkezinde yer aldığı günümüz dünyâsında, "ifk" hâdisesinden sosyal medyaya dâir almamız gereken pek çok mesajlar var. Sosyal medya, kişiler arası iletişim imkânları sunmasının yanı sıra, içerik oluşturma ve bilgilerin paylaşımına da izin vermektedir. Bu iletişim ve bilgi paylaşımı diğer kullanıcılara da etki etmekte ve onları farklı düşüncelere sevk etmektedir. Her alanda olduğu gibi özellikle dînî içeriklerin paylaşılmasında da bir sınırı olmayan sosyal medya ağları, ciddî bir bilgi kirliliğini de berâberinde getirmektedir. Bunun temel sebebi de, paylaşımlar yapılırken dînî, ahlâkî değerlere riâyet edilmemesi, hak ve adâlete dikkat edilmemesi ve dürüstlükten yoksun olunmasıdır. Diğer taraftan dînî içerikli mesajlar ve ifâdelerle sosyal medya üzerinden içerisi boş, dindar olduğunu zanneden bir toplum oluşturularak dindarlık dejenere edilmektedir.

Abdullah b. Übey b. Selûl’ün başlattığı ifk hâdisesinde Hassân b. Sâbit, Mistah b. Üsâse ve Hamne binti Cahş’ın belirtilen hassâsiyete sâhip olmamaları ve duydukları bir şeyin aslını araştırmadan paylaşmalarının o günün İslâm toplumunda yarattığı infiâl bu bağlamda değerlendirildiğinde, işin şenaati daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır. Bu denli hızlı iletişim olanaklarına sâhip olmanın dezavantajları da bulunmaktadır. Bilgisayarın tek bir tuşuna yapılacak dokunuşla ne kadar insanın kişilik haklarının zedeleneceği düşünüldüğünde, "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur!" (İsra, 36.) âyeti daha da anlamlı hâle gelmektedir. Çünkü Hassân b. Sâbit, Mistah b. Üsâse ve Hamne binti Cahş için helâlleşmenin mümkün olduğu düşünüldüğünde bugün bunun imkânsızlığı gāyet açıktır! 

Sosyal medyada stratejik olarak yerleştirilen, gerçeği perdeleyen kavramlar, bizlere sâhip olmamız gereken tevhîd dilini kaybettiriyor. Dili kaybetmek, dîni kaybetmenin ilk aşamasıdır. Ve bu ortamda kavram çatışması yaşayan nice insanlar dînî hassâsiyetlerinden, âilevî değerlerinden kayıplar vermeye başlıyor. Unutulmamalıdır ki, kavramı kaybedenler, anlamlarını kaybetmeye mahkûmdur. "Bilgi çağı" dedikleri şeyin, ilim ve bilim ile hiçbir alâkası yok. Birileri bu durumu sömürme aracı olarak kullanıyor. Batı'nın her işteki temel yöntemi yıllarca bu olmamış mıdır zâten? Hırsızlığa, manipülasyona, aldatmaya ve ahlâksızlığa herkesin benimseyeceği bir isim takmak…

"İfk" hâdisesini çok iyi idrâk edip, sosyal medyayı kullanalım derken kendimizi kullandırtmaya fırsat vermemeli dostlar! Dînimiz hak ve adâlete riâyet etmeyi, doğru olmayı ve yalan ve iftirâdan uzak durmayı Müslüman birey için en önemli özellikler olarak kabûl etmektedir. Nitekim Yüce Allah "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Berâberindeki tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adâlet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür." (Hud, 112.) buyurmaktadır. Buna ilâveten Peygamber (sav)'in, "Kişiye her duyduğu şeyi söylemesi günah olarak yeter." (Ebu Davud, Edeb, 87) hadîsi de âyette belirtilen vasıfları destekleyerek kişinin her duyduğunu paylaşmasının dînî sorumluluğuna vurgu yapmaktadır.

Temmuz 2023, sayfa no: 18-19-20-21

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak