Eğitimde kolaylaştırıcı ve cezbedici yöntemler izleyen Hz. Peygamber (sav), sabrı ve tahammülü teşvik ve tavsiye etmiş; öfkeye ve şiddete asla fırsat verilmemesini Müslümanlardan beklemiştir. Tebliğinin de önemli bir ilkesi olan bu hususu “Öğretin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın, öfkelendiğiniz zaman susun!” sözleriyle hatırlatmış ve arkasından “Öfkelendiğiniz zaman susun” sözünü üç defa tekrar etmiştir. (İbn Hanbel; I, 239, 283, 365; Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 319).
Nitekim affeden Peygamber (sav), kendisine, ailesine ve Müslümanlara en çok zarar verenlerden birisi olan Medineli münafıkların lideri Abdullah bin Ubey’i bağışlamıştır. Abdullah bin Ubey ki Peygamberimiz’in (sav) saygınlığına ve otoritesine darbe vurmak için ortaya çıkan her fırsatı kullanmıştır. Uhud Savaşı’nda 300 taraftarıyla ayrılarak (İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, II, 39; ayrıca bkz. Muhammed b. Ömer Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğazî, tah: Marsden Jones, Beyrut 1984, II, 415 vd.) Müslümanların kararlılık ve mukavemetine zarar vermiştir. Hz. Aişe hakkında İfk hadisesi (Bkz. Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğazî, II, 426- 439.) olarak bilinen olayda iftiralarda bulunmuş; fitne ve kaos çıkararak Allâh’ın Resûlü’ne (sav) zarar vermek amacıyla Mescid-i Dırar’ı inşa etmiş; Mekkeli müşrikleri, Müslümanlarla savaşmaları için tahrik etmiştir. Her şeye rağmen, Peygamberimiz (sav) onu bağışlamış ve hatta affetmekle kalmayarak ona nezaket içerisinde davranmıştır. (Muhammed b. İshak b. Yesâr, es-Sîre, tah: Muhammed Hamidullah, Konya 1981, 303-304; Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, I, 52-53.)
Hz. Peygamber’in (sav) münafıklığından şüphe etmediği adama mukabelesi, gerçekten insanüstüdür ve affetmenin en son noktasıdır.
MÜ’MİN Mİ, MÜNAFIK MI?
İbn Ubey’e gelince, Tebük’ten bir ay sonra hastalanmış, bir müddet sonra hayatını kaybetmiştir. Kaynaklar, yine de onun mü’min olarak mı, münafık olarak mı öldüğü konusunda ittifak halinde değildirler. Kendisine çok zarar verdiği halde Hz. Peygamber (sav), cenaze namazını kılmış ve kabri başında duâ etmiştir. Allah Resûlü’nün ona karşı yaptıklarına dayanamayan Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in (sav) bu kadar lütufta bulunmasına itiraz etmiştir. Hz. Peygamber (sav) ona gülümseyerek şöyle cevap verdi:
“Ömer, arkama geç. Bana bir seçenek verildi, ben de seçtim. Bana: “ Sen, ister onlar için bağışlanma dile ya da istersen onlar için bağışlanma dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlama dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz.”(Tevbe, 80) denildi. Eğer yetmiş defadan fazla bağışlanma dilediğimde Allâh’ın onları bağışlayacağını bilsem duâlarımın sayısını artırırdım”. Daha sonra namazı kıldırdı, tabutun yanında mezarlığa kadar yürüdü ve mezarın başında durdu. Bundan kısa bir süre sonra münafıklar hakkında şu âyet nazil oldu: “Onlardan ölen birinin namazını hiçbir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar, Allâh’a ve Resûlü’ne (karşı) küfre saptılar ve fasıklar olarak öldüler.” (Tevbe, 84; Buhârî, Cenâiz, 47, 56; Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğazî, III, 1057-1058; Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, 443-444).
EFENDİMİZ HASTALIĞINDA ZİYARET ETTİ
Bu âyet Tebük dönüşünden hemen sonra inen vahyin bir bölümü idi. Dolayısıyla bu âyet İbn Ubey’e uygulanamazdı, çünkü Hz. Peygamber (sav) onu hastalığı sırasında ziyaret etmiş ve ölüm korkusunun onu farklılaştırdığını hissetmişti. Birçok ihanet ve olumsuzluğun içerisinde bulunmuş olan İbn Ubey, Hz. Peygamber’den (sav) öldüğünde kefenlenmek için bir elbisesini ve kabre kadar tabutunun yanında bulunmasını arzu etmiş, O da bu talebi geri çevirmemiştir. Daha sonra da: “Ey Allâh’ın Resûlü, ümit ederim ki tabutumun yanında duâ eder ve günahlarımın affı için Allah’tan bağışlanmamı dilersin” demişti. Hz. Peygamber (sav) yine kabul etmiş ve o öldükten sonra da, sözünü yerine getirmişti. (Buharî, Meğazî, 19; Vâkıdî, age, III, 1057-1058; Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Leduniyye, II, 338-339).
Tüm bu olaylar esnasında ölen İbn Ubey’in oğlu Abdullah da bulunmaktaydı. (Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı, 444).
AZILILARI BAĞIŞLADI
Kendisine çeşitli kabilelerden elçi ve temsilciler gelen Hz. Peygamber’i (sav) Sakif kabilesinden de elçiler ziyaret etti. “Heyetler Yılı” olarak bilinen hicretin dokuzuncu yılında Medine’ye Arabistan’ın her bölgesinden temsilciler geldi. Bunların içerisinde Yemen’den gelen elçiler ve Müslüman olduklarını ilân eden dört Himyerli prensin mektupları da bulunmaktaydı. Hz. Peygamber (sav) onlara İslâm’ın uygulamasını bildirdi: “Dînine bağlı olan bir yahudi veya bir hıristiyanın dîninden döndürülmeyeceğini, fakat cizye (haraç) ödeyip, Allâh’ın Resûlü’nün himayesi altında olacağını” belirterek yahudi, hıristiyan ve Müslümanlardan vergi toplamakla görevlendirilen memurlara karşı iyi davranışlarda bulunmasını istedi. (Lings, age, 444). Kindar olmayan Hz. Peygamber (sav) özellikle şahsına karşı yapılanlardan dolayı hiç kimseden intikam almamış, en azılı ve zalim olanları bile bağışlamıştır. Hz. Aişe’nin ifâdesine göre, Hz. Peygamber (sav) hiçbir zaman hoş olmayan, yakışıksız, hakaret içerikli veya müstehcen sözler söylemez, dışarıda insanların arasında yüksek sesle bağırarak konuşmaz, kötülüğe kötülükle mukabele etmezdi. Aksine karşıdakini bağışlar, hatasını görmezlikten gelir, affeder ve hoşgörü ile olaylara yaklaşırdı. (Bkz. İbn İshâk, es-Sîre, 135-150, 254).
MEKKE’NİN FETHİ GÜNÜ
Kurey’şin önde gelen müşrikleri Allâh’ın son Resûlü’nü tehdit eder, kendisiyle alay ederler, onu hakir görürler, sataşırlar, söverler ve kısaca her türlü maddî ve mânevî eziyetleri yaparlardı. Hatta işi o dereceye götürdüler ki, Medine’ye hicret ettiğinde evini kuşatarak kendisini öldürmeye teşebbüs ettiler. Ayrıca O’na (sav) karşı savaştılar, kanını akıttılar, yaraladılar, arkadaşlarını şehit ettiler. Fakat bütün bunlara rağmen Hz. Peygamber (sav), o günkü şartlara göre çok güçlü bir ordu ile Mekke’ye muzaffer olarak girdiğinde hiç kimseden intikam almadığı gibi, azılı müşrikleri bile bağışladı. (Eraslan, Keleş, En Güzel Örnek Hz. Peygamber, 52).
Hatta amcası Hamza’nın karnını yarıp, ciğerini çıkarıp, burun ve kulaklarını koparmış olanlardan bile intikam almayan Hz. Peygamber (sav), Araplar arasında bu tür cani uygulamalar âdet (müsle) olmasına rağmen, bunu da kesin bir şekilde yasaklamıştır. (İbn İshâk, es-Sîre, 314-315).
SÜREKÂ’YA “EMAN” VERDİ
Düşmanları, O’nun (sav) kutlu hareketini engellemek için tüm imkânları, ambargoları ve psikolojik savaş teknikleri uygulamalarına rağmen, bir sonuç alamadılar. Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye gittiğini duyduklarından itibaren Kureyş, O’nun (sav) başına büyük bir ödül koymuş, O’nu (sav) diri veya ölü getirene bunun verileceğini vaat etmişti. Bu mükâfat, o gün benzerine az rastlanan yüz deve tutarında bir ödüldü. O günün kiralık katillerinden biri olan Sürâka b. Cü’şûm bu düşünceyle atına binerek yola çıkan ve elinde mızrağıyla Hz. Peygamber’i (sav) öldürmeye teşebbüs eden ilk kişiydi. Atıyla Hz. Peygamber’e (sav) çok yaklaşmış ve birkaç kere O’nun (sav) üzerine hamle ederek öldürmek istemiş, birkaç kez bunu denediği halde hiçbirinde amacını gerçekleştirememişti. Karşısında korkusuzca duran ve kendisine merhametle bakan yüce Peygamber’in vakar ve itimat dolu yüzüyle karşılaştıktan sonra mucizevî bir etkiyle içindeki duygular değişmiş, kötü düşüncesinden dolayı tövbe etmiş, Hz. Peygamber’den (sav) kendisine “eman” verildiğini bildiren bir yazı yazılıp verilmesini istemişti. Nitekim bu belge yazılı bir şekilde kendisine verildi. (Buharî, Meğazî, 17, 26; Rikâk, 11; Süraka’ya güven mektubu için bkz. Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi=İdarî Belgeleri, 58-59). Ancak Hz. Ebû Bekir’in kaleme aldığı bu yazının metni günümüze kadar ulaşmamıştır. (Hamidullah, age, 58-59).
Sürekâ, bu olaydan sekiz yıl sonra Mekke’nin fethi sırasında, İslâm’ı kabul etti. Yaptıklarından dolayı kendisine hiçbir zaman bir hesap sorulmadı. (İbn Hişâm, es-Sîyretü’n-Nebeviyye, I, 489-490; Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed (Sîretü’n-Nebî), II, 640).
KUREYŞ AMBARGO UYGULADI
Peygamberimiz’in (sav) kendi kabilesi Kureyş’in yaptığı diğer bir acımasız uygulama, ekonomik ve toplumsal boykottur. Üç yıl boyunca Mekke’de Hz. Peygamber (sav) ve akrabalarını ekonomik ve sosyal bir ambargoya tabi tutan Kureyş, çocuklar açlıktan feryat ederken, büyükler ot ve ağaç kabukları yemek zorunda kalırken Allah Resulü’nü ve ailesini açlığa ve toplumsal tecride mahkûm bırakmıştır. (İbn İshâk, es-Sîre, 137-147).
Kureyş, Hz. Muhammed Mekke’de bulunduğu sırada O’na (sav), Ehl-i Beytine ve Müslümanlara acımasız ve vicdanları sızlatacak uygulamalarda bulundu. Hz. Peygamber’i (sav) ve kabilesini Ebû Talip Mahallesi’nde üç yıl boyunca giriş çıkışları kontrol ederek boykot ettiler, gıda ve yiyecek girişini yasakladılar.
Sosyal ve ekonomik boykotun neticesinde, Resulullah, hanımı Hz. Hatice, amcası Ebû Talip ve Ebû Leheb’in dışındaki tüm akrabaları, Mekke dışındaki Şi’b Ebî Tâlip adı verilen bir vadiye yerleşmek zorunda bırakıldılar.
ÇEKİLEN SIKINTI VE IZDIRAPLAR
Boykotla birlikte Hz. Muhammed (sav) ve akrabaları çok şiddetli sosyal ve siyasal izolasyona tâbi tutuldular.
Şu tarihî notlar çekilen sıkıntı ve ızdırabı bir nebze de olsa tasvir etmektedir:
“Burada zulüm görenlerden birinin bize anlattığına göre kendisi bir gece, uzun bir zaman evvel kesilmiş bir hayvanın artığı bir deri parçası bul(muş); bunu suda kaynatıp yemek yapma düşüncesi (O’nu (sav) çok sevindirmişti). Bir gün Hatice’nin şehirde kalan müşrik yeğenlerinden birinin, içinde yiyecek bulunan bir paket(i) göndermesi, şehirde kanlı bir kavganın çıkmasına sebep olmuştu. Hiç şüphesiz, Eşhuru’l-Hurum (mukaddes aylar) esnasında, dışarıdan gelen hacı adaylarından hububat temin etme imkânı doğuyordu; şurası var ki şehirde cereyan eden bütün ticarî ve iktisadî imkânlardan mahrum bırakılmış bulunan bu mülteciler kısa zamanda ellerindeki parayı da tükettiler.” (Bkz. İbn İshâk, es-Sîre, 140; Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğazî, II, 828; İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, I, 188, 208, 210; Ahmed b. Yahyâ Câbir Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, tah: S. Zekkar, R. Zerkâlî, Beyrut 1996, I, 266, 270-273; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 113-114).
Orada bulunan Müslümanlar, dünya tarihinde eşine rastlanmayan vahşi ve insanlık dışı bir muameleye tabi tutularak mahrumiyet, sıkıntı ve acı içinde aç kaldılar, ıstırap çektiler. Onların bu boykota karşı vakur ve gururlu direnişleri, Kureyşlilerin düşmanlıklarını daha da şiddetlendirdi. Ancak tüm bu yapılanlara karşı Medine döneminde, Kutlu Peygamber’in uygulaması ise; kıtlık zamanlarında Yemâme’den Mekke’ye buğday gitmesine müsaade ederek Mekkelilerin açlıktan ölmelerini engelledi. (İbn Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut 1979, II, 87-90; Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, III, 273).
Aslında bu olay, Hz. Muhammed’in diğer insanların sıkıntılarından dolayı gerçekten elem duyduğunu ve insanlığın dostu ve yardımcısı olarak, en çok ihtiyacı olduğu sırada düşmana bile yardımı reddetmediğinin bütün insanlığa ilanıdır.
MUSİBETİ EFENDİMİZİN DUÂSI KALDIRDI
Onların kahreden ve acımasız bu zulümleri (Bkz. İbn İshâk, es-Sîre, 212-213) karşısında ellerini, her şeyin görgü ve bilgisi altında cereyan ettiği Allâh’a kaldırıp duâ eden Hz. Peygamber’in (sav) kabul edilen duâsı sayesinde Yüce Yaratıcı, Kureyş üzerindeki rahmet şemsiyesini kaldırmış ve Mekke’de ağır bir kıtlık başlamış, insanlar kemik ve leşlerle beslenmek zorunda kalmışlardır. Bu felaket üzerine Ebû Süfyan Hz. Peygamber’e (sav) giderek, “Muhammed! Kavmin mahvolup gidiyor, Allâh’a duâ et de bu felaket kalksın!” diye yalvardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) tereddüt göstermeden hemen duâ için ellerini kaldırdı ve Allah’tan bu felaketin kalkması için yalvardı. Hz. Peygamber’in (sav) duâsıyla Mekkeli müşriklerin başlarına gelen musibet onlardan uzaklaştı. (Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed (Sîretü’n-Nebî), II, 642 (naklen; Buharî, Tefsir-i Sûreti 44/2).
KENDİNE KILIÇ ÇEKENE CEZA VERMEDİ
Kendisine ve O’na (sav) inananlara yapılanları zihninden ve hafızasından silip affeden Hz. Peygamber’in (sav) hayatında bu özelliklerinin tezahür ettiği örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Şu örnek, tolerans ve hoşgörü alanında çağımız insanlarının ulaştığı seviyenin henüz daha emekleme safhasında olduğunu gösterecek kadar şaşırtıcı ve sıra dışıdır:
“Sahabeden Câbir anlatıyor: “Biz Resulullah (sav) ile beraber Zâtü’r-Rıkâ’da bulunuyorduk. Gölgeli bir ağacın yanına vardığımızda, orada Resullullah’ı bıraktık. Resulullah, kılıcını başucunda duran bir müşriğin (Dü’sûr) elinde görmüş. Adam: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” demiş. Resulullah: “Allah” deyince müşrik kalakalmış. Ashabı yanına vardığında kılıcı yerdeydi. Resulullah olayı ashabına anlattı ve müşrik bedeviye bir ceza vermedi.” (Buharî, I, 208; İbn Hişâm, es-Sîyretü’n-Nebeviyye, II, 205; İbn Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, II, 174; Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Leduniyye bi’l-Minehi’l-Muhammediyye, I, 437-438; Afzalurrahman, age, III, 273).
Bu konuşmanın sonucunda Müslüman olan Dü’sûr, kavminin yanına giderek onları İslâm’a davet etmiştir. (Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, X, 55).
Uhud savaşında Mekkeli Müşrikler Hz. Peygamber’e (sav) taş fırlattılar, ok yağdırdılar, kılıç salladılar, mübarek dişini kırdılar, mübarek yüzünü yararak kan içerisinde bıraktılar. Ama onların amansız saldırılarına karşı Hz. Peygamber’in (sav) tek silahı yaptığı şu duâ idi: “Allâh’ım! Bu insanlara hak yolu göster çünkü onlar bilmiyorlar.” (Bkz. İbn Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, II, 154-155; el-Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Leduniyye bi’l-Minehi’l-Muhammediyye, I, 401-402; II, 332; Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, III, 274; Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed (Sîretü’n-Nebî), II, 642-643; Muhammad Husayn Haykal, The Life of Muhammed, trans: Ismail Ragi A. al Faruqi, Delhi 1994, 265).
LANET DEĞİL RAHMET İÇİN
Hz. Peygamber (sav), kendisine yapılan acımasız ve insanın tahammül sınırlarını zorlayan işkencelere rağmen bunu yapanlara asla lanet etmemiştir. O (sav), kendisine karşı düşmanlık yapanlara hayır duâ ile mukabele etmiş ve onları bağışlamıştır. Bir taraftan düşmanları Hz. Peygamber’i (sav) öldürmeye teşebbüs etmiş, O ise onlara merhamet gösterip duâ etmiştir.
Örneğin; Peygamber’in ashabından Habbâb b. el-Eret ağır baskılar altında kaldığı bir sırada, “Ey Allâh’ın Resulü! Düşmanlarına lanet et” dedi. Bunu da duyunca O’nun (sav) yüzü (tasdik etmeyişinin belirtisi olarak) kızardı. Bir keresinde ashab yine benzer olarak lanet etmesini istediklerinde O (sav): “Ben lanet etmek için değil, âlemlere rahmet olarak gönderildim” buyurdu. (Müslim, Birr, 87 (h. no: 2599); el-Kastalânî, el-Mevâhibu’l-Leduniyye bi’l-Minehi’l-Muhammediyye, II, 332; Afzalurrahman, age, III, 274).
[1] İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya [Şubat 2016]
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak