Ara

Tut Ellerimden Yâ Rab! Tut ki Düşmeyeyim

Tut Ellerimden Yâ Rab! Tut ki Düşmeyeyim

Biz tedbîri çok severiz, lâkin takdirden de kaçışımız yoktur. Cenâb-ı Allah hayrı takdîr etmiş ve onu bir sebebe bağlamıştır. Şerri de takdîr eden bizzat Mevlâ'mızdır. Nitekim şerleri de defetmek için pek çok sebepler hazırlamıştır. Her şeyden önce kula gereken; "Allâh'ım! Ellerimden tut. Beni bana bırakma. Başıma gelen her hâdisenin Sen’den olduğunu bilecek bir gönül lütfet!" niyâzında bulunmaktır.

Tedbir, bize bahşedilen aklı yerli yerince kullanmaktır. Tevekkül ise tedbir ve teşebbüsleri bir kenara atmak değil, bilakis onlara dayandıktan sonra Allâh'ın kudret tecellîsine sığınmaktır. İmam Gazâlî hazretleri buyurur ki: "Çok kimse tevekkülü, her işi oluruna bırakıp, kendi irâdesiyle bir şey yapmamak, para kazanmak için uğraşmamak, tasarruf yapmamak, yılandan, akrepten, aslandan sakınmamak, hasta olunca ilâç içmemek, dîni, şerîatı öğrenmemek, din düşmanlarından sakınmamak sanır. Tevekkülü böyle düşünmek yanlıştır. Şerîata uygun değildir. Şerîata uygun olmayan şeyler nasıl tevekkül olabilir?" 

Tedbir, ilâhî bir emirdir. Nitekim Âyet-i Kerîme'de; “Ey îmân edenler! Bütün tedbirlerinizi alın.” (Nisâ, 71.)buyurulmaktadır. Tevekkül ise alınan tedbirlerin sonucudur. Yâni, tevekkül sonuca âit bir şeydir. Peşînen başta tevekkül yakışmaz mü'minlere! Çünkü Allah gayreti sever, kulun çalışmasından memnûn olur. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm ilk emir olarak "oku" ile başlar. Yâni kuldan istenen sürekli bir hareket halinde olması, kendi üzerine düşeni yapmasıdır. Bu hususta M. Akif Ersoy ne güzel söyler: 

“Allâh'a dayandım!” diye sen çıkma yataktan…

Mânâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan!

Ecdâdını, zannetme, asırlarca uyurdu;

Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?

Üç kıt’ada, yer yer, kanayan izleri şâhid:

Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhid.

Âlemde “tevekkül” demek olsaydı “atâlet”

Mîrâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet?

Çoktan kürenin meş’al-i tevhîdi sönerdi;

Kur’ân duramaz, Nezd-i İlâhî’ye dönerdi.

(Safahat, 469, 470) 

Bizler tedbir husûsunda gâyet başarılıyız. Göz ardı ettiğimiz hassas nokta ise şu: Tevekkül, sebeplere değil, sebepleri yaratana güvenmek ve O'nu tercîh etmektir. Bâzan aklımızı kullanarak elde ettiğimiz, bâzan gücümüzle sâhip olduğumuz her şey Mevlâ'mızın bizlere ikrâmıdır. Unutulmamalıdır ki, Cenâb-ı Hakk'ın bizlere bahşettiği nîmetler çoğu zaman bizlerin 'tevekkül' husûsundaki imtihânıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de, kendisine verilen nîmet ile Mevlâ'ya kafa tutmaya kalkışan Kârun anlatılırken; "Bu bana benim maharetim sâyesinde verildi!" cümlesi vurgulanır. Yâni mü'min tedbir alırken, aldığı tedbîrin de kader dâiresinde olduğunu bilip, Mevlâ'sını devreden çıkarmamalıdır. Nitekim âyet-i kerîme'de: "Allâh'a güven. Güvenip dayanmak için Allah yeter!" (Ahzab, 3.) buyurulmaktadır. 

Kişi ne tedbîrini putlaştıracak, ne de 'tevekkül' adı altında tembelliğe yönelecek! Çünkü tevekkülün bir mânâsı da taabbüddür. Yâni tevekkül, kulluktur! Bu hususta şu âyet-i kerîmeler ne kadar câlib-i dikkattir: 

“Size verilen her şey dünyâ hayâtının geçici zevklerinden ibârettir. Allah katında olanlar ise daha iyi ve daha kalıcıdır. Bunlar, îmân eden ve Rablerine Tevekkül edenler içindir. Onlar büyük günahlardan ve hayâsızlıklardan kaçınırlar, öfkelendiklerinde dahi bağışlarlar. Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle kılarlar. İşleri de aralarındaki danışma ile yürür. Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için harcarlar. Onlara haksız bir saldırı yapıldığında elbirliğiyle kendilerini savunurlar.” (Şûrâ, 36-39.) 

Âyet-i Kerîmelerden de anlaşıldığı üzere, tevekkül bir 'boş verme', 'gözden çıkma' değildir. Tevekkül; gerekli tüm sorumlulukları yerine getirdikten (tedbirleri aldıktan) sonra sonucu Cenâb-ı Hakk'a havâle etmektir. 

Allah Resûlü tedbir ve tevekkül husûsunda ne güzel buyurur:

“Mü'minlerin her birinde (ayrı ayrı) hayır olmakla berâber Allâh'a göre kuvvetli mü'min, zayıf mü'minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Sana fayda verecek şeyler üzerinde azim ile çalış, Allah’tan yardım iste, acze düşme. Eğer sana bir musîbet ulaşırsa: Keşke ben şöyle yapsaydım bu böyle olurdu deme. Fakat Allah böyle takdîr etmiş, o dilediğini yaptı de! Çünkü keşke kelimesi şeytânın amelini açar.” (Müslim, 142-143/8)  

Tedbir; gayret ve çaba ile Rabbimizin kapısını çalmak, tevekkül ise Rabbimizden gelecek her türlü sürprize hazırlıklı olmaktır. Tedbiri gözümüzde büyütmeden, O'nun bizim adımıza çok başka planlarının olabileceğinin şuurunda, yâni 'rızâ makâmında' bulunmaktır. Bu hususta Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'ye kulak vermek şart! 

“Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ve ihsânı bir kuluna başka bir yerden, hiç bekle­mediği bir yerden, başka bir iş sebebiyle erişebilir! Kulun, bu İlâhî lütfu, vehmine bile getirmediğini bildiği hâlde, yine de çalışıp çabalamayı elin­den bırakmaması, bütün ümîdini, vehmini belli bir yola bağlaması ve böylece çalışıp çabalaması gerekir! Kul, hâcet kapısını çalar durur. Belki de Cenâb-ı Hak, o hâceti, o rızkı başka bir kapıdan ona ulaştırır. Hâl­buki kul, ona dâir hiç bir tedbirde bulunmamıştır. Allah, kulunu hesap­lamadığı yerden rızıklandırır!’ Kul tedbirde bulunur, Allah takdîr eder! Olabilir ki kul, kulluğu, âcizliği yüzünden vehme düşer de, 'Ben bu ka­pıyı çalıyorum; ama Hak, bana bu kapıdan ihsanda bulunmuyor, baş­ka bir kapıdan lütufta bulunur' der. Cenâb-ı Hak, o kulunu bu kapı­dan rızıklandırır. Zâten bütün kapılar, bir sarayın kapıları gibidir! 

Ey umduğuna sıkıca bağlanan kişi! 'Ben, bu yüce ümit ağacından mey­ve yiyeceğim!' diyen! Orada umduğundan sana bir fayda gelmez; ama o ihsan başka bir yer­den gelir, çatar! Şaşılacak şey şudur ki; Cenâb-ı Hak umduğunu o taraftan vermeyi di­lemiyordu da, o ümîdi sana ne diye verdi? 

Gönlün şaşırsın kalsın, hayrete düşsün diye, bir san’at göstermek, bir hikmeti belirtmek için verdi!

Ey fayda dileyen kişi! 'Murâdım acaba nereden olacak; murâdıma nere­den, nasıl ulaşacağım?' diye gönlünü hayrete düşürmen için verdi! 'Kendi aczini, zavallılığını, kendi bilgisizliğini anlayasın da, gizli âleme inancın artsın' diye verdi. 

Rızkını terzi olarak kazanmak istersin; 'Terzilikle geçinir, yaşarım' diye düşünürsün, derken, kuyumcu olur çıkarsın; rızkını kuyumculuktan kazanırsın! Hâl­buki bu kuyumculuk, aklının ucundan bile geçmiyordu, vehminden çok uzaklarda idi.

Mâdem ki o rızık, o taraftan gelmeyecekti, peki, neden terzi olmak istedin?  

Bu hâl, Cenâb-ı Hakk’ın akıl ermez, nâdir bir hikmeti yüzündendir; Al­lah, bu hâli ezelde yazmıştı! Bir de; aklın fikrin şaşırsın diye, tamâmıyla hikmetine hayrân olup ka­lasın diye bu böyle oldu!" (Mesnevî / c.III) 

Rabbimiz! Bize öyle bir tevekkül bahşet ki, ömrümüzün her ânında sana olan hayranlığımız artsın. Bize öyle bir tedbir öğret ki, dünyâ ve âhirette bizi rızâna ulaştırsın. Rabbimiz! Bize dünyâda da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateş azâbından koru! Âmîn…

Nisan 2023, sayfa no: 27-28-29

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak