Sözlükte ‘soymak, soyutlamak, ayırt etmek ve temizlemek’2 gibi anlamlara gelen tecrîd kelimesi tasavvufî düşüncede ‘kalbin veya Hakk’ın mâsivâdan soyutlanması’3 şeklinde anlaşılmıştır. Buna göre, ‘sâlikin zâhirini mal ve mülkten, bâtınını karşılık bekleme anlayışından arındırması, yaptığı her şeyi sırf Allah rızâsı için yapması, makam ve hal sâhibi olma düşüncesini hatır ve hayâlinden geçirmemesi’ tecrîd olarak târif edilmiştir.4
Tecrîd kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemektedir fakat sûfîler, Hz. İbrâhîm ve Hz. Mûsâ ile ilgili bâzı âyetlerde tecrîd makâmına işâret edildiğini söylemişlerdir. Onlara göre ‘Âlemlerin Rabbi dışında onlar benim düşmanımdır’5 sözlerini sarf eden Hz. İbrâhim ve ‘Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vâdi Tuva’dasın’6 hitâbına mazhar olan Hz. Mûsâ’nın içerisinde bulundukları haller tecrîd hâline/makâmına işâret etmektedir. Yine Hz. Peygamber’in (sav) miraçta iki yayın birbirine yaklaşması7 şeklinde târif edilen tecrübesi de tecrîd hâline bir işâret olarak kabûl edilmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) ‘Sizin dünyânızdan bana kadın, namaz ve güzel koku olmak üzere üç şey sevdirildi’8 hadîsinde ‘sizin dünyânız’ ifâdesiyle bu mertebeye/tecrîde işâret ettiğini de belirtmişlerdir.9
‘Şerîatda tecriddür dünyâsın terk etmek Terk etmeyin dünyân Hakk’n süydüm demesün Tarikatda ten-cânın terk etmek müşküldür Terk etmeyin ten-cânın tecrid boldum demesün’1
Sözlük anlamı itibâriyle ‘tek ve yalnız olmak, tek başına yapmak, yalnız kalmak, uzaklaşmak, bir işi tek tek ve ayrı ayrı yapmak, ibâdet için bir köşeye çekilmek, benzersiz olmak’10 gibi geniş bir anlam yelpazesine sâhip olan tefrîd ise ‘Allâh’ı şanına yakışmayan vasıflardan tenzih etmek ve O’nu ferd/tek ve eşsiz olarak görmek, kâinattan ve ondaki her şeyden sıyrılarak, Hakk ile tek kalmak’11 şeklinde tanımlanmıştır. Tasavvufî kaynaklarda tecrîd ve tefrîd birlikte değerlendirilen kavramlardır. Sûfîler, bu iki kavramı benzer ve farklı yönlerini dile getirerek tanımlamaya çalışmışlardır.12 Sûfîlerin bu konudaki görüşlerini ana hatlarıyla şu şekilde takdim edebiliriz:
Bütün Beklenti ve Varlık Düşüncelerinden Sıyrılarak Gerçek Var Olana Yönelmeyi İfâde Eden İki Kavram: Sûfîlerin Tecrîd ve Tefrîde Bakışları
Tecrîd kavramını ilk târif eden kimsenin Cüneyd-i Bağdadî olduğu nakledilmektedir. Onun tanımına göre tecrîd, ‘bir kimsenin zâhirini Hakk’a yüz çevirmekten ya da dünyevî şeylerden, bâtınını Hakk’a itirazdan uzak tutması’dır.13 Meşhur sûfî Serrac’a göre tecrîd, ‘kulun/sâlikin kalbini beşerî bulanıklıklardan uzaklaştırıp müşahedelerle baş başa kalması’dır.14 Kelâbâzî, ‘sâlikin hiçbir şeye mâlik bulunmamasını tecrîd, hiçbir şeyin sâliki/bireyi hükmü altına almamasını ise tefrîd’15 olarak târif etmiştir. Kelâbâzî, bir defasında da tecrîdi ‘kulun nâil olacağı makam ve halleri kalbinden bile geçirmemesi’16 şeklinde vasıflandırmıştır. İmam Sühreverdi ise tecrîd makâmının fenâ ve istiğrak hâline kişiyi/sâliki ulaştırdığından bahsetmiştir.17
Bu iki kavram İbnü’l-Arabî ile birlikte vahdet-i vücûd düşüncesi etrâfında şekillendirilmeye başlamıştır.18 Nitekim İbnü’l-Arabî tecrîd ve tefrîdi şu şekilde târif etmiştir: ‘Kalp ve sırdan mâsivânın ve kevn âleminin uzaklaştırılması tecrîd; kişinin kendisiyle berâber olduğu halde Hakk ile baş başa kalması ise tefrîddir.’19
Tecrîd kavramını geniş bir değerlendirmeye tâbi tutan isimlerden birisi Câhidî Ahmed Efendi’dir. Ona göre tecrîd ‘her iki dünyâdan ve etkilerinden arınma’ gelmektedir. Ahmed Efendi’ye göre, tecridin üç mertebesi vardır ki ilk mertebesi zâhirde dünyâ nimetini, bâtında nefsin hevâsını terk etme anlamına gelmektedir. Tecridin ikinci mertebesi tecrîdine engel olan zâhirî ilimleri bırakma ve ledünnî ilimle elde edilebilecek bir seviyeyi temsil etmektedir. Câhidî’nin tesbitine göre tecridin üçüncü derecesi ise sâhip olduğu tecrîdi kendi nefsinde müşâhede etmemeyi ifâde eden mertebesidir.20 Câhidî Ahmed Efendi’nin bu tecride dâir görüşlerini şu şiirinde müşahede etmek mümkündür:
‘Gel makam-ı uzlete gir tâlib isen ey fakîr, Ehl-i dünyâya karışan bil riyâ içindedir. Geç bu dünyâ izzetinden tecrîd ol Îsâ gibi, Kimde kim yoktur ferâgat azâb içindedir.’21
Câhidî Ahmed Efendi, tefrîdi ‘sâlikin gönlünü Allâh’ın dışındaki her şeyden temizlemesi, Hakk’ın muhabbeti ile yalnız kalması’ şeklinde tanılamış ve tefrîdin üç mertebesi olduğundan bahsetmiştir. Ona göre tefrîdin birinci mertebesinde sâlik zâhirde isteklerini, bâtında ise varlığını terk etmelidir. İkinci mertebede şan, şeref ve fahrdan uzak durması, bu şekilde Hakk’ın onu tanıması ama halkın onu tanımaması hâlidir. Yâni sâlikin sâhip olduğu makâmı halktan gizlemesidir. Üçüncü mertebe ise Hakk’a vâsıl olan sâlikin malı ve varlığını Allah ile fânî kılması durumudur. Bu durumda sâlik ancak irşâd için tekrar halkın arasına katılma hakkına sâhiptir.22 Muhyiddin Şekur ise benlik duvarlarını aşabilmenin ilk şartı ve kalbe giden yolun başı olarak nitelediği tecrîdi, ‘Allah adına dünyâdan vazgeçtiğini ilân etme’ şeklinde tanımlamıştır. Tefrîdi ise ‘hiçbir şeyi sâlikin/bireyin sâhiplenmemesi’ olarak tanımlamıştır.23 O, bu noktada başarı ve başarısızlık gibi ihtimallerin göz ardı edilmemesi ve dikkatli olunması gerektiğini de vurgulamıştır.24
Meşhur sûfî Kelâbâzî’nin, tefrîd ve tecrîd konularında dil ile anlatılan ve kelimelerle açıklanan her şeyin illetli olduğu ve hakîkatin bütün bu nakledilenlerden ötede olduğunu dile getirdiğine şâhit oluruz. Ona göre, bu konularda yapılan tespitler kişinin kendisi ma’lûl ve mahlûk olduğu için eksiktir. Hakk’ın hakîkati kişiye değil Hakk’a âittir ve O’na âit olan vasfıdır. Bu sebeple bireyin/sâlikin içerisinde bulunduğu hâle/makâma/duruma göre tecrîd ve tefrîde dâir dile getirdiği her söz/tespit eksik ve sıkıntılıdır.25 O, tecrîd ve tefrîd konusunda genel olarak bu iki makâmın vecd ehlinin özelliği olduğunu söyleyerek değerlendirmiştir.26
Nakledilen bu verilerden anlaşıldığı kadar tecrîd ve tefrîd bireyin/sâlikin vecd hâlini tecrübe edip gerekli bilgiye ulaşması noktasında sâlikte tecelli etmesi gereken iki haldir/makamdır. Bu iki makam gerçek anlamda varlığın sâdece Allah Teâlâ’ya âit olduğunu idrâk edebilmenin girizgâhı mesâbesindedir. Yine anlaşılan o ki, sûfîler, içerisinde bulundukları duruma göre tecrîd ve tefrîd kavramlarını değerlendirdikleri için bu iki kavram üzerinde uzlaşılmış bir târiften söz etmek mümkün değildir. Kimileri bu tecrübelerin derecelerin bahsederken kimileri de bu makâmın özellikleri konusunda farklı tespitleri nakletme yoluna gitmişlerdir. Fakat sûfîlerin bu iki kavramda altını çizmeye çalıştıkları husus, bir başka ifâdeyle sûfîlerin buluştukları ortak nokta, tefrîd ve tecrîd makâmında sâlikin kulluğu/ibâdeti Allah Teâlâ’ya hasretmesi ve halktan Hakk’a doğru bir kaçışın bu makamlar için vurgulanmış olmasıdır.
Konumuzu Eşrefoğlu Rûmî’nin tecrîd ve tefrîdi konu edidiği şu dizelerle sonlandıralım: ‘Dost dost disem dosta irsem kanda baksam dostu görsem Dâim dosttan haber virsem gelüp dostı sorışana’ ‘Yüri halvet eyle seni sende zerre koma seni, Senden gidericek seni dost sende idinür turak’ ‘Eşrefoğlu Rûmî’yi aradan tarh ideyüm, Senün ile bakayum seni göreyüm canum’27
Abdullah Sivaslı (Ocak 2017)
Dipnotlar: Ahmet Yesevî, Divan-ı Hikmet, Hazırlayan: Hayati Bice, Ankara, 1993. s.98. 2 İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, c.I, s.432-434; Cürcânî, Ta’rifat, s.35; İsfehânî, Müfredât, s.127. 3 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s.703; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.516. 4 Serrac, Lüm’a, s.341; Kelâbâzî, Taarruf, s.167; Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, s.135. 5 Şuara 26/77. 6 Taha 20/12. 7 Necm 53/9. 8 Nesai, İşaretü’n-Nisa, 1. 9 Semih Ceyhan, ‘Tecrîd’, İA, c.XL, s.248. 10 İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, c.II, s.1068-1069; İsfehânî, Müfredât, s.565 11 Serrac Lüm’a, s.341; Kelâbâzî, Taarruf, s.168; Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, s.135. 12 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s.703; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.516. 13 Ferîdüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya, s.412 14 Serrac, Lüm’a, s.321. 15 Kelâbâzî, Taarruf, s.168. 16 Kelâbâzî, Taarruf, s.167. 17 Sühreverdî, Avarifü’l-Maarif, s.654-655. 18 Suad el-Hakim, İbnü’l Arabî Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2005, s.610. 19 İbnü’l-Arabî, Istılahatu’s-Sufiyye, Beyrut 1990, s.534. 20 Câhidî, Kitabu’n-Nasîha, vr.128a. 21 Câhidî, Divân, vr.10a. 22 Câhidî, Kitabu’n-Nasîha, vr.128a-128b. Câhidî Ahmed Efendi’nin tecrîd ve tefrîd konusundaki görüşleri için bkz., Hamdi Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Anlayışı (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2004, s.275-277. 23 Shakoor, The Writing on the Water (Su Üstüne Yazı Yazmak), Sufi Kitap, İstanbul 2010, s.209. 24 Selami Erdoğan, Muhyiddin Şekûr Örneğinde ABD’de Tasavvuf Anlayışı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2007, s.78-79. 25 Kelâbâzî, Taarruf, s.135. 26 Kelâbâzî, Taarruf, s.111, 168. 27 Eşrefoğlu Rûmî, Divan, Tercüman 1001 Temel Eser, s.281, 317, 368.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak