Tasavvufta Tezkiyenin Önemi ve Nefsin Mertebeleri “Nefs” kelimesi “ruh, can, hayat, hayâtın ilkesi, nefes, varlık, zât, insan, kişi, hevâ ve heves, kan, beden” mânâlarına geldiği gibi, “süflî arzular” anlamına da gelmektedir.[1] Tasavvufî düşüncede “nefis” kelimesiyle “şer” ve “günâh"ın kaynağı olan “kötü huy ve süflî arzuların tamâmı” kasdedilir. Bu hâliyle nefs, insanın en büyük düşmanıdır. Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse Peygamber Efendimiz’in (sav) hadîs-i şeriflerinde insan, nefsinin telkinlerine karşı uyarılmış, nefsinin kontrol altına alınması, onun kötülük ve günah kirlerinden arındırılması istenmiştir.[2] Dünyâya geldiğinde tertemiz olan ve hakîkati kavramaya müsâit olan insanın nefsi zamanla kirlenir, kararır. Artık insan, gerçekleri göremez hâle gelir. Onun içindir ki Kur’ân-ı Kerîm’de: “Nefislerinizi temize çıkarmayın çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.”[3] buyrulmuştur. Nefis, âdetâ şeytânın işbirlikçisidir. Şeytan telkinlerini, vesvesesini nefis aracılığıyla yapar. İşlediği günâhı ona iyi gösterir, onu tahrîk eder ve nihâyet insan, nefsinden gelen bu telkinleri dinlemeye, onların Allâh’ın emirlerine, Hz. Peygamber’in (sav) sünnetine uyup uymadığını araştırmadan onlara îtibâr etmeye kalkarsa günah bataklığına düşer. İşte bunun içindir ki, nefsin en önemli özelliği Hz.Yûsuf’un (as) dilinden Kur’ân’da şöyle açıklanmıştır: “Muhakkak ki nefis, kötülüğü emreder.”[4] Mü’minin nefsin kötülüğünden korunabilmesi, şeytânın telkinlerine uymaması için dikkatli olması ve onu kontrol altında tutması îcâb eder. Buna “nefis tezkiyesi” denilmektedir. “Kötülük ve günah kirlerinden temizlenmek” anlamına gelen tezkiye kelimesi ’tasfiye, tathir’ olarak da ifâde edilir. “Allah ve Rasûlü, insanlar ve mü’minleri mânevî temizliğe dâvet eder, onları kötülük ve günahkirinden arındırır.”[5] Allâh’ın arındırması yanında, insanın kendi irâdesiyle nefsini mânevî kirlerden arındırması önemli olduğundan bir âyette,“Kim arınırsa kendi yararına arınmış olur, dönüş Allâh’adır”[6] buyurulmuş, mânen temizlenenlere ebediyyen cennette kalacakları[7] müjdelenmiştir.[8] Nefsi tezkiye etmek; onu küfürden, yanlış inançlardan, fenâ ahlâkî kirlilikten temizlemektir. Yâni onu Kur’ân ve Sünnet’e aykırı her türlü îtikâdî, ahlâkî ve amelî yanlışlıklardan arındırmak, îmân, ilim, irfân, hikmet, ve takvâ ile donatmaktır. İnsanı kemâl noktasına ulaştıracak ahlâk-ı hamîdeye ulaşmak için eğitmektir. İnsan eğitiminden söz etmek için insanı tanımak gerekir. Nefsi tezkiye/tasfiye/tathir etmek, en büyük cihaddır. Bunun başarılması ise o kadar kolay değildir. Bunun için devamlı bir mücâhede, murâkabe ve muhâsebe gerekmektedir. “Esma tarîki denilen tarîkatlarda nefsin yedi mertebesi ve sıfatı olduğu kabûl edilir ve bu mertebelere (akabe) “atvâr - seb‘a” adı verilir. Bu tarîkatlarda nefis terbiyesi (seyr ü sülûk), bu yedi mertebenin her birinde Allâh’ın yedi isminden (lâ ilâhe illallâh, Allâh, hû, hakk, hayy, kayyûm, kahhâr) biri zikredilerek o mertebenin aşılması sûretiyle gerçekleştirilir”. [9] Bu mertebeler şöyledir: 1.Nefs-i Emmâre: Devamlı kötülük emreden nefistir. En aşağı mertebedir.Nefs-i emmâre sâhiplerinin en büyük özelliği, nefsî arzularının peşinden gitmeleridir. 2. Nefs-i Levvâme: Kendisini kınayan ve ayıplayan nefistir. Gafletten uyanarak işlediği günahları farkedip bundan dolayı pişmanlık duyan, tevbe etmeye başlayan nefistir. 3.Nefs-i Mülhime: İlhâm alan nefis demektir. İlham ise, Allah tarafından kâlbe gelen mânâ, doğuş demektir. 4. Nefs-i Mutmainne: Şüpheleri kalmamış, tatmin olmuş nefis demektir.
- Nefs-i Râzıyye: Râzı olan, memnun olan nefis demektir. Allâh’ın bütün imtihan ve ibtilâlarına sadâkat göstermiş, gelmiş ve gelecek her şeye râzı olmuş, bütün gayret ve arzusu Mevlâ’nın hoşnutluğunu kazanmak olan nefistir.
6. Nefs-i Merdıyye: Bu makama yükselen nefisten Allah (c.c.) râzı olduğu için “Nefs-i Mardiyye” adını almıştır. Râzı olunmuş nefis demektir. 7. Nefs-i Kâmile: Bu makamda nefis artık sâfileşmiş, kemâle ermiştir. Nefsin tuzaklarından kurtulup mertebe katetmenin yolu, tasavvuf mekteplerine göre farklılıklar göstermektedir. Meselâ, “Muhâsibî” diye tanınan ilk sûfîlerden Hâris b. Esed nefsi sorgulama esâsını kabûl ederken, Sehl bin Abdillah et-Tüsterî, riyâzeti, mücâhedeyi ve nefis üzerinde hâkimiyet kurmayı esas almıştır. el-Muhâsibî, “er-Riâye” isimli eserinde şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır: “Takvâ âbidlerin ilk mertebesidir. Onunla bir üst mertebeyi idrâk eder ve onunla amellerini tezkiye ederler. Çünkü Allah, onunla rızâsı istenilmeyen hiçbir ameli kabûl etmez.”[10] “Kardeşim! Takvâ aklından çıkmasın. Çünkü o sermâyendir. Bundan sonra yapacağın nâfileler ise kârındır. Sermâyesini tamamlamadığı halde kârla uğraşan tüccar, akıllı ve mahâretli sayılmaz.”[11] [1] Râgb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nfs” md. [2] Bakara, 129, 151; Nisâ, 49; Nûr, 21; Cum’a, 2; Aclûnî, I, 143 [3] Necm, 32 [4] Yusuf, 53 [5] Bakara, 129, 151; Nisâ, 49; Nûr, 21; Cum‘a, 2 [6] Fâtır, 18 [7] Tâhâ, 76 [8] Uludağ,S. DİA,XXXX,127, “Tasfiye” mad. [9] Uludağ,S.. DİA,XXXII528, “Nefs” mad. [10] el-Muhâsibî, “er-Riâye (trc. Abdülhekim Yüce,)s.38 [11] el-Muhâsibî, a.g.e.,s.40
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak