Ara

Tasavvufta Murâkabe Eğitimi

Tasavvufta Murâkabe Eğitimi

Ebu Osman el-Mağribî (ö. 373/983) tasavvuf yolunda insanın nefsini âşinâ kılması gereken üç fazîletli amelden bahseder. O bunları; muhâsebe, murâkabe ve amelin şer’î bilgiyle idâre edilmesi olarak sıralar.1 İmam Kuşeyrȋ (ö. 465/1073) eserinde hocası Ebu Ali Dekkâk (ö.405/1014)’tan rivâyetle bir anekdot aktarır. Olayı aktardıktan sonra da “kulun yaratılmışlar karşısında riâyet edeceği rikkat ölçüsünün hassaslığı bu kadar fazla olur da Yaratanımız karşısında rikkatimize nasıl ehemmiyetsiz kalabilir?” diye sormayı ihmâl etmez. Olayı şu şekilde aktarır: “Pâdişahlardan birinin bir vezîri vardı. Vezir bir gün pâdişâhın huzûrunda iken orada bulunan gulam/hizmetçilerden birine gözü kaydı. Vezir hizmetçiden şüphelendiği için değil, ondan kendisini ilgilendiren bir ses veya hareket hissettiği için bakmıştı. Vezîrin hizmetçiye bakmakta olduğunu tesâdüfen pâdişah gördü. Vezir ‘pâdişah şüpheli bir iş için hizmetçiye baktığımı vehmeder’ diye korkuya kapıldı. Vezir o tarafa bakmaya devâm etti. O günden sonra vezir ne zaman pâdişâhın huzuruna girse dâimâ bir tarafa bakardı.”2 İmam Kuşeyrȋ bu anlatı ile bizleri Hakk’ın hukûkuna riâyet etmede titizlik göstermeye dâvet eder. Himmetimizi, dikkatimizi, konsantrasyonumuzu ve bütün ilgimizi Hakk’a hasretmemizi ister. Kullukta göz kaymasına, istikâmet çizgisinde adımlarımızın şaşmasına, kulluk yolunda adres şaşkınlığına müsaade etmez. İmam Kuşeyrȋ konunun daha iyi anlaşılması için eserinde bir başka anekdota yer verir. Şöyle ki: “Bir pâdişâhın genç bir hizmetçisi vardı. Öbür hizmetçilerden çok ona ilgi gösterirdi. Kendisine alâka gösterilen hizmetçi öbürlerinden daha fazla kıymetli olmadığı gibi, daha güzel de değildi. Bir kere bu durum bahis konusu edilerek pâdişahtan bunun sebebi soruldu. Pâdişah, hizmetçiyi gammazlayanlara onun hizmet yönünden öbürlerinden daha üstün olduğunu anlatmak istedi. Günlerden bir gün atına süvâri oldu, hizmetçilerini de yanına aldı. Kendilerinden uzak olan bir dağda kar vardı. Emir bu kara baktı, sonra da başını eğdi. Hizmetçi derhâl atını mahmuzladı ve oradan uzaklaştı. Orada bulunanlar onun neden koşarak gittiğini anlayamadılar. Kısa bir süre sonra bir miktar karla döndüğü görüldü. Emir ona dedi ki: ‘Benim kar istediğimi nereden anladın?’ Hizmetçi bu soruya: ‘Çünkü sen kara baktın, pâdişâhın bir şeye bakışının bir maksadı ve hikmeti vardır’ diye cevap verdi. Emîr şöyle dedi: ‘Bu çocuğa husûsî sûrette ikram ve teveccühte bulunuşumun sebebi şudur: Herkesin bir meşgûliyeti vardır. Onun meşgûliyeti ise pür dikkat benim bakışlarıma nazar etmekten ve hâllerimi gözetlemekten ibârettir.’3 İmam Kuşeyrȋ bu hikȃyeyi naklettikten sonra taşı gediğine koyar ve der ki: “Âlemlerin Rabbi olan bir pâdişâhın irâde ve isteğine ne kadar riâyet etmek lâzım geldiği buna kıyâs edilmelidir.” Kulluk i’tinâ ister. Kulluk ciddiyet gerektirir. Kulluk adanmışlık rûhuyla yaşam sürmeyi esas alır. Kulun Allah ile irtibâtı sağlam olmalı, dikkati ilâhî ölçülere riâyet olmalı, her dâim Hakk’ın rızâsını celbeder olmalı. İmam Kuşeyri murâkabe dersinin ciddiyetine dâir üçüncü anekdota da eserinde yer verir. Bu da şöyledir: “Talebeleri olan bir şeyh vardı. Şeyh bu talebelerinden birine, öbürlerine gösterdiği teveccühten fazla teveccüh gösterirdi. Şeyhe bunun sebebi soruldu, size bunu izah edeyim, dedi. Talebelerden her birine bir kuş verdi, gidin bu kuşu kimsenin sizi görmediği bir yerde kesin, dedi. Aynı şekilde fazla alâka gösterdiği talebeye de bir kuş vermişti. Kuşunu alan oradan uzaklaşmış, bir müddet sonra herbiri kuşu keserek geri dönmüştü. Fazla ilgiye mazhâr olan talebe ise kuşu sağ olarak geri getirmişti. Şeyh ona; ‘Sen de kesseydin a oğlum’ dedi. Talebe şeyhine dedi ki: ‘Bu kuşu kimsenin bulunmadığı bir yerde boğazlamamı emir buyurmuştunuz, kimsenin beni görmeyeceği bir yer bulamadım (Allah her yerde hazır ve nâzırdır)’. Bunun üzerine şeyh; ‘İşte bunun için ona özel bir ihtimam gösteriyordum’ dedi.”4 Bu anekdot murâkabe eğitiminin birinci şartını ortaya koymaktadır. O da her an Allâh’ı görüyor bilincine sâhip olmak, müşâhede eğitimini tamamlamak, Hakk’a nâzır olmak, Hakk’ın nazarını idrâk etmek, hiçbir yerde yalnız olmadığımızı bilmek, her an O’nun bizimle berâber olduğunu hissetmek. Allâh’ın varlığına şâhitlik eden kul O’na aykırı bir amel işleyebilir mi? Allâh’ın gözetiminde olduğunu bilen kul hiç Allâh’a isyân eder mi? Allâh’ın dostluğunu önemseyen bir kul hiç Allâh’ın katında mahcup olmayı ister mi? Tasavvufȋ gelenekte kâlbin kontrol altında tutulması istenir. Kâlb hânesine girip çıkanlara dikkat kesilmek esastır. Kâlbe sirâyet eden her türlü duygu ve düşünceye havȃtır adı verilir. Havȃtırın Rahmânȋ mi şeytânȋ mi olduğuna kâni olmak esastır. Nefsȃnȋ, şeytȃnȋ ve dünyevȋ her türlü havȃtırdan kâlbi âzâde etmek esastır. Zîrâ kâlbe girip çıkan havȃtırı kontrol altında tutmak, Allâh’ın koruması ve himâyesi altına girmek demektir. Allah kâlbini murâkabe eden kulunun organlarını hatâ ve günah işlemekten korur. Ebu’l-Huseyn b. Hind (ö.?)’e “Bir çoban değneği ile sürüsünü ne zaman zararlı otların bulunduğu tehlikeli meradan sürüp çıkarır?” diye sorulunca, o şu cevâbı vermiştir: “Üzerinde bir murâkıp bulunduğunu idrâk edince.”5 Bu dünyâ Allâh’ın merasıdır. Allâh’ın dünyâ denilen hazînesinde emrimize verilmiş sürülerin sorumlu birer çobanı mesâbesindeyiz. Allâh’ın varlık sahasında yaşam sürerken ilâhî hudûdu gözetmek, haram ve günah denilen zararlı otlardan sürümüzü korumak, âile efrâdımızı günah ve isyân uçurumundan uzaklaştırmak zorundayız. Çünkü hesap vereceğimiz bir murâkıbımız vardır. O da Allah’tır. Abdullah İbn Ömer (r.) yolculuk yaparken davar güden bir çoban görmüş ve “Bana bu sürüden bir koyun satar mısın?” diye sormuş. Çoban; “Sürü benim değil, satamam” demiş. İbn Ömer; “Sâhibine, koyunun birini kurt kaptı dersin, olur biter” demiş. Çoban İbn Ömer’e; “Peki Allah nerede?” diye karşılık vermiş. İbn Ömer bu vakadan sonra bir müddet şöyle deyip durmuş: “O köle, Allah nerede? demişti”6 Allâh’ın varlığını idrâk, îmânın işlevselliğine işârettir. Allah ile iletişim dili güçlü şahsiyetler Allâh’ı her işlerinde hesâba katan basîret ehli isimlerdir. Îmânın kemâli hayâtı Allâh’ın rızâsı doğrultusunda anlamlandırmaya çalışmaktır. Abdullah İbn Ömer bu sorularıyla muhatabının iç dünyâsını gün yüzüne çıkarmakta, sahabe toplumunun inceliğini ortaya koymaktadır. Kırsaldaki çobana varana kadar İslȃm’ın toplumda ne denli içselleştirildiğini, îmânın sağlam karakterli bireylerin yetişmesine ne denli güç kattığını görmekteyiz. Bu gerçeği Cüneyd-i Bağdȃdȋ şu şekilde temellendirmektedir: “Bir kimse murâkabenin hakîkatine ererse, başkasından değil, sâdece Rabbinden alacağı nasîbi elden kaçırmamak için kaygılanır.”7 Murâkabenin hakîkatine erenlerin murâkabeyi üç farklı boyutta hissettiklerini öngören Câhidî Ahmet Efendi (ö.1070/1660) murâkabenin bu üç mertebesini şu şekilde sıralamaktadır: Birinci mertebe; Hakk’ı gözetmek ve başka şeyleri bırakmaktır. Hakk’ı gözetmek, O’na yakın olmak demektir. Bütün gidişâtımızın Hakk’a doğru olması demektir. İkinci mertebe; Hakk’ın bizleri gözettiğini bilmek, her zaman Allah tarafından kontrol edildiğimizin farkında olmaktır. Üçüncü mertebe; bütün işâretlerin ezelde ve ebedde bir mânâsının olduğunu düşünerek, bunları gözlemektir.8 Câhidî Ahmed Efendi, murâkebeyi karşılıklı bir şekilde yapılan gözetleme ile sonuçta sâlikin bilinçleneceği bir makam olarak izah etmektedir. Sâlik, her zaman Allâh’ın emir ve yasaklarına uyarak Allâh’ın hakkını gözetmelidir. Bu, murâkabenin birinci mertebesidir. İkinci mertebesinde biraz daha bilinçlenen sâlik artık Allâh’ın her an kendisini gözettiğinin farkında olarak Allâh’a daha yakın olmalıdır. Nihâyet sonunu düşünerek, murâkebesini oldukça geniş tutmalı ve tüm davranışlarını kontrol altına almalıdır. Murâkebe, yaratıcı ile aralıksız birlikte olma şuurunu canlı tuttuğu için benliğin saflaşma ve berraklaşmasına sebep olmaktadır. Aslında bunu kısaca, iç âlemi dinleme veya içe yöneliş şeklinde ifâde etmek mümkündür.9 Murâkabe eğitiminde derviş, kâlbinden geçen bütün düşüncelere Allâh’ın muttalî olduğunu bilir. Tüm davranışlarını, ahlȃkȋ meziyetlerini ve ȃdȃb-ı muȃşeretini Peygamber Efendimiz’in (sav) hayat ölçülerine uyarlamaya çalışır. Gönlünü her dâim Allâh’a bağlı kılar.10 Allâh’ın huzurunda olma bilincini sağlayan murâkabenin taşıması gereken şartları Abdülkerîm Kuşeyrȋ şu şekilde sıralamaktadır:

  1. Nefsi Allah ile murâkabe hâlinde bulundurmak: Ebu Muhammed Cerȋrȋ (ö.321/933)’nin de ifâde ettiği üzere tasavvuf yolu iki esas üzerine binâ kılınmıştır. Birincisi sürekli olarak nefsin Allah ile murâkabe hâlinde bulundurulması, ikincisi zâhirin şerîat ilmi ile kâim kılınmasıdır.11
  2. Gaybı mülâhaza, sırrı muhâfaza etmek: Abdullah Mürtaȋş (ö.328/939)’in de belirttiği gibi, murâkabe her düşünce ve söz esnâsında gaybı mülâhaza ederek sırrı muhâfaza etmektir.12
  3. Dînî hükümlere riâyet: İbrahim b. Havvas (ö.291/903)’ın ifâdesiyle söyleyecek olursak, dînî hükümlere riâyetkâr olmak murâkabe hâlini doğurur. Murâkabe hâli ise için ve dışın, sırrın ve alȃniyetin, kalp ve organ fiillerinin Allah Teâlâ’nın rızâsı için ihlaslı olması netîcesini vücûda getirir.13
  4. Nefse hâkim ve kâlbe nâzır olabilmek: Bu durum Ebȗ Hafs Haddȃd (ö.265/878)’ın Ebȗ Osman el-Hȋrȋ (ö.298/910)’ye yaptığı şu nasîhatte daha iyi anlaşılmaktadır: “Vaaz etmek için kürsüye çıkınca, önce nefsine ve kâlbine nasîhat et. Halkın etrafında toplanmalarına sakın aldanma. Çünkü onlar senin dış yüzünü murâkabe etmekte, Allah ise iç yüzünü denetlemektedir.”14
  5. Sırrı korumak
  6. Allâh’ın hudûduna riâyet etmek: Bu gerçeği Ebu Bekr Muhammed Vâsıtî (ö.320/941) şu şekilde ifâde etmektedir: “İtaatlerin en fazîletlisi, vakitlerin muhâfaza edilmesidir. Bu ise kulun sâdece haddini mütâlaa etmesi (Allâh’ın durduğu sınırda durması), Rabbinden başkasını murâkabe etmemesi sûretiyle olur.”15 İbn Ata er-Rüzbȃrȋ (ö.369/979)’ye itaatlerin en fazîletlisi sorulunca o şöyle demiştir: “Bütün zaman boyunca Hakk’ı murâkabe etmektir.”16

Tarîkatlarda zikrin insan rûhunda huzur ve itmi’nânı sağlaması, nefsin kontrol altında tutulması ve nefsin tasallutundan korunabilmek için dervişlere murâkabe dersleri öngörülmektedir. Derviş kâlbini murâkabe için hazır hâle getirince; önce namazdaymış gibi oturup başını dizlerine doğru eğer ve "eûzü besmele" okuyup üç kere "Allah hâzırım, Allah nâzırım ve Allah benimle berâberdir" mânâsına gelen “Allâhu hâzırî, Allâhu nâzırî, Allâhu ma’î” yi tekrarlar. Bu hâl, sâlikin Hak'tan başkasına şuuru kalmaması, hattâ kendinden bile haberi olmaması tarzında devâm ederse faydalıdır; aksi takdirde murâkabenin kendisi değil merâsimi yapılmış olur. Böyle bir nimete külfetsiz sâhip olmak mümkün değildir. Bu hâle sabırla, cehd ve gayretle yavaş yavaş ulaşılabilir. Murâkabe ânında dervişin bütün dikkatini teksîf ederek, Hakk'a müteveccih bir hâlet-i rȗhiyye içinde olmasından sonra; "Allah beni görüyor" (Murâkabe-i rü'yet). "Allah benimle berâberdir" (Murâkabe-i ma'iyyet). "Allah bana benden yakındır" (Murâkabe-i kurbiyyet). "O evveldir, O âhirdir, O zâhirdir, O bâtındır, gerçek var ancak O'dur" (Murâkabe-i vahdet). "O'ndan başka her şey yok olucudur" (Murâkabe-i fenâ) tarzındaki cümleleri tekrarlar ve o hâlleri yaşamaya çalışır. Tarîkatlardaki murâkabe dersleri, kişinin meşrebi de göz önüne alınarak çeşitli şekil ve tarzda yapılabilmektedir.17 Özellikle Bayramiyye melȃmȋlerinde murâkabeye karşılık olarak kullanılan bir tâbir ise “gönül beklemek”tir. Bu durumu La’lizâde Abdülbâki Efendi şu şekilde ifâde etmektedir: “Allah aşkını arzu edenlerin kâlbine bakılması, melâmî büyüklerinin özelliklerindendir. Sâlik, tarîkate girdikten sonra ‘tahliye-i derun’ ile görevlidir ki buna ‘gönül bekleme’ adını verirler. Buna göre sâlik, elinden geldiğince kâlbindeki mâsivâ düşüncelerini atmalı, Allah’tan başkasını hatırından çıkarmalı, mürşide zâhiren ve bâtınen teslîm olup onun emrine göre hareket etmelidir. Mürşid mürîdin istidâdına göre onu terbiye eder. Bu esnâda sâlik, mürşidini sevmeli ve onun tavsiyelerini tutmalı, hal ve sırlarını yabancılardan korumalı, şerîat ve tarîkatın gereklerine uymalı, bu yolun yolcuları ile sohbet etmelidir.”18 Ahmed Ziyȃuddin-i Gümüşhȃnevȋ (ö.1311/1893) eserinde bizleri murâkabenin edepleri konusunda uyarmakta ve murâkabe dersini deruhte ederken murâkabenin şu edeplerine riâyet edilmesini tavsiye etmektedir:

  1. Tahkîk/gerçeği bulma edebi. Kim murâkabesinde gerçeğe ererse, Allah-ü Teâlâ onu ger­çeğin himâyesine alır.
  2. Ta'ris/hayranlık duyma edebi. Kim murâkabesinde O'nun hayranlığında kalırsa, O'na olan hayranlığı onu başkasına hayranlıktan müstağnî kılar.
  3. Tevekkül edebi. Allâh’a tevekkül eden sâlikin tevekkülü, onu kendine güven­mekten müstağni kılar. Allah, kendisine güvenene her bakımdan yeter.
  4. Duâ edebi.19

Özetle dervişin kendini her an gözetip kontrol etmesi kendisini anlaması yönünde atılmış adımlar olarak değerlendirilebilir. Kişinin, böylesi bir murâkabe çabası içine girdiğinde kendi kendisini müşâhede ettiği, savunma hâlini hafiflettiği, hırsını azalttığı ve kendi başına hareket etme cesâretini artırdığı görülmektedir. Murâkabe kişiyi yalnızlık handikabından çıkarmakta, fânî duyguların esâretinden uzaklaşmaya ve hayâtı anlamlı kılan adımların atılmasına katkı sağlamaktadır. Dipnotlar: [1] Ebu’l-Kasım Abdülkerim el-Kuşeyrȋ, er-Risȃletu’l-Kuşeyriyye fi ilmi’t-tasavvuf, haz. Ma’ruf Zerrik & Ali Abdulhamid Baltacı, Daru’l-Hayr, Beyrut 1993, s. 192. 2 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 3 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 4 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 5 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 6 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 7 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 8 Câhidî Ahmed Efendi, Kitâbü’n-Nasîha, Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahim Efendi Bölümü, no: 350, vr.111a-112a. 9 Hamdi Kızıler, Câhidî Ahmed Efendi ve Tasavvuf Felsefesi, Tutku Yayıncılık, Ankara 2006, s. 233. 10 Ali Bolat, Muhammed Nûru’l-Arabî Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, Etüt Yayınları, Samsun 2010, s. 70. 11 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 12 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 13 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 14 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 15 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 16 Kuşeyrȋ, er-Risȃle, s.192. 17 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, s. 159-160. 18 Lâlizade Abdülbaki, Sergüzeşt Aşka ve Âşıklara Dair Melâmî Büyükleri, haz. Tahir Hafızalioğlu, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2001, s. 69. 19 Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî, Câmiu’l-Usûl – Velîler ve Tarikatlarda Usûl-, trc. Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İstanbul 1987, s. 224. Prof. Dr. Kadir Özköse

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak