Ara

Tasavvufta Kişinin/Tâlibin Motivasyonunu Canlı Tutan İki Kavram / Abdullah Sivaslı

‘Havf ve Reca’ Diller alır kirpiğin cânlar bağışlar leblerin Lâ-cerem âşıkların havf u recâ üstündedir1 Köken itibariyle korkuyu ifade eden ‘havf’ ile ümit içerisinde bulunma anlamına gelen ‘reca’ kavramları, Kur’ân ve Sünnet’in gösterdiği kaliteyi/standardı yakalama noktasında kaliteli yaşamı amaçlayan bireyi motive eden, bu istikamette kişiyi olumlu yönde destekleyen ve bu sayede kişinin hayatını âhirete yatırıma endeksli bir halde yaşamasına zemin hazırlayan iki önemli kavramdır.2 Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’tan, Allâh’ın makamından, azabından, âhiretten, hesabın kötüsünden, adaleti yerine getirememekten, ilahî sınırları koruyamamaktan, insan, şeytan ve putlardan korkma gibi konulardan söz edilmiş bu korkulardan bir kısmı övülürken bir kısmı da yerilmiştir.3 Sûfîler, Allâh’a yaklaşan veya yakın olmayı isteyen kimsede O’nu sevme ve O’ndan korkma halinin söz konusu olduğundan bahsetmişlerdir. Onlara göre, kimilerinde sevgi kimilerinde ise korku şeklinde ortaya çıkan bu durum ‘kurb’ yani Allâh’a yakınlığın semeresidir.4 Sûfîlerce Hz. Peygamber’in (sav) ‘Hikmetin başı Allah korkusudur’5 sözleri Allah Teâlâ’yı tanıma ve O’nu tanıdıkça tâlibin O’ndan kuvvetli bir şekilde korkmasına vesile olduğuna işaret olarak kabul edilmiştir.   Sûfîler, Allah korkusunun üç derecesinde bahsetmişlerdir. Avam, orta derecedekiler ve ulu müminlerin Allah’tan korkmalarını detaylı şekilde bir sınıflandırmasının olduğunu söylemişlerdir. Buna göre avam, Allâh’ın azabından, orta derecedekiler Allah Teâlâ ile kurdukları manevî bağın kopmasından korkmakta6, ulu müminlerse Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmamaktadırlar.7 Gazali de Allah’tan ve azabından korkmak şeklinde havfın iki türü olduğundan bahsetmiştir.8 Havf ile ilgili Ebu Hafs Haddâd şu önemli tespitleri dile getirmiştir: ‘Havf, Allâh’ın kamçısıdır, dergâhından kaçanları onunla yola getirir. Havf, müminin kalbinde bir ışıktır. Kalpte olan iyi-kötü duygular bu ışıkla görülür.’9 Ebu Medyen’e göre havf, tâlibi ibadete teşvik edip günahı engelleyen bir kırbaç mesabesindedir. Ona göre havfın kalbe yerleşmesi murakabe halini yani kendini sürekli kontrol altında tutmayı tâlibe miras bırakması anlamına gelmektedir.10 Gazali de Ebu Medyen gibi korkuyu Allâh’ın bir kamçısı olarak tanımlamış ve havfı Allâh’ın kullarını kendisine yakınlık rütbesine onunla ulaştırdığı unsur olarak tanımlamıştır. Bişr-i Hafî, havfın Allah’tan gelen bir melek olduğunu ve sadece takva sahiplerinde bulunacağını ifade etmiştir. Zünnûn-ı Mısrî ise havfın kalpte olduğu sürece kişiyi doğruya ulaştıracağını korku halinin gidince kişinin yoldan çıkacağını belirtmiştir.11 İbnü’l-Arif, havfın tasavvufun başında yer aldığını ve onun tâlibin karşılaşacağı ceza endişesiyle kalbinde oluşan bir iç yangını olduğunu söylemiştir. Ona göre havf saygıyla karışık bir duyguyu içermektedir ki bu halin panzehri reca halidir.12 Abdullah el-Herevî ise havfı verilen haber karşısında kalbin kararsız kalması hali olarak tanımlamıştır. Herevî’nin belirttiğine göre havf, ahirette sevap ve ceza konusundaki haberlere kesin inanmasından dolayı kalbin, korkudan kararsızlık içine düşmesidir.13 Havf ve recanın önemine dair sûfîlerden şu söz nakledilmiştir: ‘Dünyada havf ve reca beraber kimde bulunursa o ateş kokusu duymaz, kimden de ayrılırsa o cennet kokusu duymaz.’14   ‘İşte bunlar Allâh’ın rahmetini umarlar. Allah affedici ve merhametlidir’15 ayetinde ifade edildiği gibi Allâh’a kavuşmayı umanlara/reca halini yaşayanlara Allah Teâlâ rahmet nazarıyla bakmaktadır. Sûfîler, yeis haline yani Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeye alternatif olan reca halini havfın dengeleyici unsuru olarak görmüşlerdir. Sûfîlere göre reca, Celal’i Cemal ile görmek ve Allah Teâlâ’nın rahmetinin genişliğine bakmaktır. İbn Hafif’in tanımıyla reca, Hakk’ın lütfunun mevcut olduğu müjdesini almaktır. Yine onun ifadesiyle reca, ümit bağlanan sevgilinin keremini gören kalbin rahatlamasını ifade etmektedir.16   Sûfîler genel olarak havf-reca dengesine dikkat çekerek konuyu değerlendirmişlerdir. Ebu Ali er-Ruzbari’nin şu ifadelerinde bu hususu görmekteyiz: ‘Havf ve reca, kulun iki kanadı gibidir. İkisi de eşit olursa kuş düzgün durur ve uçar. Biri eksik olursa kuşun uçuşu zayıflar. Kanadının ikisi de giderse kuş ölüm sınırına girer.’ Aynı noktaya Sülemî de şu şekilde temas etmiştir: ‘Havf ve reca kulu her halinde, fiilinde ve vaktinde doğrultan iki dizgindir. Ne zaman ki bunlardan biri diğerinden fazla olursa kul hareket edemez, ilerleyemez. Havfın ağır basması umutsuzluğa, recanın ağır basmasıysa aşırı güvenle gevşekliğe götürür.’   HAVF VE RECANIN DÜNYEVÎ VE UHREVÎ BAZI KAZANIMLARI İtikadî açıdan da son derece önemli olan havf-reca konusunda sûfîlerin genel değerlendirmelerine bakıldığında onların bu hallerin geleceğe/istikbale ait haller olduğunu ifade ettiklerini görürüz. Bu noktada sûfîler, havf-reca dengesinin, tâlibin umduklarına nail korktuklarından emin olabilmesi için tâlibi motive edici konumuna işaret etmişlerdir.17 Sûfîlerin ifadesine göre havf, takva duygusuna ulaşmaya bir sebeptir. Ayrıca havf, kalbin kişiyi doğruya sevk eden yanlıştan uzak tutan bir hasletidir. Dolayısıyla havf, bu haliyle Kur’ân’ın hedef olarak müminin önüne koyduğu takva duygusuyla hayatını anlamlı kılmasına yardımcı olan önemli bir noktayı ifade etmektedir. Reca/ümit ise insanı heyecanlandıran onu tembellikten kurtaran, tahammül gücünü artıran ve paniğe kapılmasını önleyen husus olarak sûfîlerin dikkat çektiği bir konu olmuştur. Sûfîlerin ifadesine göre reca sahibi olmayan insan huzurlu/mutlu bir hayat süremeyeceği için tâlib bu halin kıymetini gerektiği şekilde bilmelidir.18   Sûfîlerin havf-reca dengesine sıklıkla vurgu yaptıkları gözlemlenmektedir. Onlara göre bu noktada bir dengesizlik itikadî sapmalara ve İslâm’ı eksik/yanlış bir şekilde değerlendirmeye sebep olacaktır.19 Bu nedenle sâlik, kulluğun temelini ifadesi bakımından havf-reca dengesine dikkat etmelidir.   Sûfî düşünce, havfın kişiyi günah ve hata işleme konusunda sürekli tedbirli ve ihtiyatlı kılan bir şuur haline kavuşturacağı vurgusunu da yapmıştır. Bu nedenle hatalardan uzak yaşayarak ilahî huzura varabilme gayreti açısından havfın önemi gerektiği şekilde kavranmalıdır. Sûfî perspektife göre havf-reca düşüncesi dengeli ve ne yaptığının farkında bireylerin yetişmesine vesile olur. Bu güzel hasletin insanlarda bulunmasını önemini II. Mahmud şu satırlarda dile getirmiştir:   Ne ümmîd ü ne bîmdür işimiz Hemân bize havf ü recâ yaraşır20   Sûfîlere göre, havf ve reca dengesi tâlibin ‘ibnü’l-vakt’ olmasına yani zaman sermayesini en verimli şekilde kullanmasına zemin hazırlamaktadır.   Yahya b. Muaz da havf-reca dengesinin tâlibin hayatına yön verişindeki konumuna şu ifadelerle işaret etmiştir: ‘Recanın alameti gücü ölçüsünde taatlere yönelmek, havfın alameti bütün ayrılıklardan uzaklaşmaktır.’21   Sûfîlere göre, tevbe ile bütün benliğini Cenâb-ı Hakk’a yönlendiren tâlib, tefekkür-tezekkür süreçleriyle kulluğunu farkına vardıktan sonra, yönünü halktan Hakk’a çevirdiği uzlet/halvet süreçleriyle Allah Teâlâ’nın rızasını gözetme yolunda önemli adımlar atmaya başlamış demektir. Bu noktada tâlibin/sâlikin sevgi, korku, ümit, heyecan, istek, titreme, motive olma, kararlı davranma, istikameti koruma, günahtan sakınma, hayra kanalize olma ve daha birçok psikolojik hali tesis için havf-reca dengesine riayet ederek hareket etmesi gerekmektedir. Sûfîler, inanç ve amel bakımından korku-ümit dengesinin son derece önemli olduğunu sık sık vurgulamışlardır. Günümüzde de zaman zaman karşılaşılan korku kaynaklı kişilik bozuklukları ve aşırı özgüven sebebiyle bencillik veya umursamazlık hali gibi birçok kişilik bozukluğundan bireyi korku-ümit dengesi anlayışı içerisinde tedavi etmenin mümkün olabileceğini ifade edebiliriz. Havf-reca hallerinin/makamlarının kulluk yolculuğunda motivasyonu tesis edici özelliğinden bugün de istifade etmemiz gerektiği hakikati gözlerden kaçırılmamalıdır.   Dipnotlar: [1] Mutlu Ulucan, ‘Necâtî Bey’in Şiirlerinde Korku’, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. XX, Sayı: I, s.216. 2 Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yay., Ankara 2005, s.242; s.548-549. 3 Araf 7/59; Âl-i İmran 3/19; Enbiya 21/47; İnsan 76/10; Şura 42/22; Bakara 2/262; Hud 11/84; Zümer 39/13; Maide 7/27-28. 4 Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili, Mavi Yay., İstanbul 2006, c.II, s.58. 5 Acluni, Keşfü’l-Hafa, Kahire 1351, c.I, s.507. 6 Sûfîler ilk iki korku halini hoş görmemişlerdir. H. Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yay., İstanbul 2011, s.210-21.. 7 Serrac, Lüm’a, Kahire 1960, s.89-90; İbn Cüzey, et-Teshil, Beyrut Tarihsiz, c.Il, s.35. 8 Gazali, İhya, Kahire 1939, c.IV, s.164. 9 Kuşeyrî, Risale, Kahire 1966, s.308. 10 Ebu Medyen, Ünsü’l-Vahîd, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi 2310, vr.54b, 57a. Geniş bilgi için bkz., Hamide Ulupınar, İbn Arabî’nin Mürşidi Ebu Medyen el-Mağribî, Gelenek Yay., İstanbul 2013, s.162. 11 Kuşeyrî, Risale, s.306-309. 12 Mehmet Necmettin Bardakçı, İbnü’l-Arabî Öncesi Endülüs’te Tasavvuf’, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü’l-Arabî Özel Sayısı-2), [2009], sayı: 23, s.346. 13 Kuşeyrî, Risale, s.60-61. 14 Abdurrahman Ece, ‘El-Gumârî ve El-Muğîr Ale’l-Ehadisi’l-Mavdûa Fi’l-Cami’i’s-Sağîr Adlı Eseri’, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, Sayı: IV, s.122. 15 Bakara 2/218. 16 Kuşeyrî, Risale, s.318. 17 Hayrani Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, AÜİF Yay., Ankara 1986, s.131. 18 Kadir Özköse, Dervişin Günlüğü, Ensar Yayıncılık, Konya 2008, s.116-117. 19 Nesefî, Tebsıratü’l-edille, DİB Yay., Ankara 1990, c.II, s.421-430. 20 Sultan II. Mahmud, Divân-ı Adlî, Millet Ktb., nr: 274, vr.1b. 21 Gazali, İhya, c.IV, s.191.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak