İlim, edeb, takvâ olsun
Gönlünüze feyiz dolsun
Kov istemem, ihvân bilsin
Söz getirmek, fenadır bu
Kıymetli kardeşlerim!
Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey îmân edenler, Allah’tan korkun (ittikâ) ve O’na ulaşmaya vesîle arayın” (Mâide, 5/35.)buyrulmuştur. Âyet-i kerîmede evvelâ takvâ üzere olma emredilmiştir. Bu menhiyatı, kötülüğü terketmek mânâsına olduğundan tahliye (mâsivâyı gönülden atma) mesabesindedir.
Âyetin ikinci kısmı ise vesîleye tutunma, ise tahliye (gönlü süsleme) hükmündedir. Yâni güzel vasıflarla bezenme, iyi huylar edinme anlamındadır.
Âyet-i kerîmenin ilk kısmında emir buyrulan takvâ üzere olma ve Allah’tan korkma konusunu Hz. Ömer’in hayatından bir örnekle izah etmeye çalışalım.
Ömer İbnu’l-Hattab(ra) Efendimiz, Allah Teâlâ Hazretlerinden pek ziyade korkardı. Bazen Kur’ân-ı Azîm’in âyetleri okunur, dinleyince havfinden dolayı bayılır günlerce hasta yatardı.
Hatta bir gün kalbini istila eden bir haşyet üzerine, eline yerden bir saman çöpü alarak, “Keşke ben böyle bir çöp olaydım. Keşke ben mevcut bir şey olmasaydım. Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere ‘Keşke unutulup gitmiş olaydım.’ (Meryem, 19/23.) Düşük çocuk gibi düşmüş olaydım. Keşke vâlidem beni hiç doğurmasaydı, hiç anadan doğmuş bir şey olmasaydım.” demişti. Hâlbuki kendisi cennet ile müjdelenen sahâbelerdendi. Hz. Ömer, Allah’tan bu kadar korkarsa, bizler ne kadar Allah’tan korkmalıyız, hesap edin. Allah korkusu niye içimize işlemiyor? Kalbimiz kararmış. Günâh üstüne günâh, günâh üstüne günâh, günâh üstüne günâh... Artık istiğfâr bile tesir etmiyor.
Âyet-i kerîmenin ikinci kısmında ise Rabbimiz bizlere, takvâyı elde etmek için bir vesîleye sımsıkı sarılmamız gerektiğini ifâde buyuruyorlar. Bu dünyada zengin olmak istiyorsan, ziraat yapacaksın, dükkân açacaksın, bir zanaatla meşgûl olacaksın, aksi takdirde zengin olmak mümkün değildir. Yâni bir vesîleye sahip değilsen mal-mülk elde edemezsin.
Aynen bunun gibi rüyetullahı, cemâlullahı müşâhede etmek için de bir takım “vesîle”lere sarılmak gerekir. Tarîkat-ı âliyye müşâhede-i cemâlullahı için bir vesîledir. Tarîkat iki şeyden ibarettir: Birisi mürşid-i kâmile muhabbet, diğeri ise sünnet-i seniyyeye ittiba. Mürşid-i kâmile ne kadar muhabbetin varsa o kadar feyiz alırsın. Muhabbetin ne kadar az ise feyzin de o kadar az olur.
Kardeşimizin birisi Es’ad-ı Erbilî Efendimizin meclisinde oturuyormuş. Sohbet esnasında gözlerini kapıyor. Kalbine birazcık feyzin damladığını görüyor. Gözünü bir daha kapıyor. Yan tarafında bulunanlara feyiz gürül gürül ulaşıyor. Sohbet meclisi sona erince, Es’ad-ı Erbilî Efendimiz, o zatı çağırıyorlar ve ona buyuruyorlar ki: “Bugün keşfin açıldı, feyzin ihvâna nasıl dağıldığını gördün. Senin kalbine gelen feyiz çok az. Diğerlerininkine ise oluk oluk... Çünkü senin muhabbetin o kadar oğlum. Muhabbet ne kadar çok olursa, feyiz de o kadar çok olur.”
Eserlerde tafsilatla anlatılır, mânevî feyze mazhar olmak için üç şey lazım: İhlâs, edeb, bir de mürşid-i kâmile muhabbet. İhlâs olmazsa tadı olmaz. Edebsiz olursa insan zaten feyiz gelmez. Üçüncüsü ise mürşid-i kâmile muhabbet. Ancak muhabbet olmazsa olmazdır. Mürşid-i kâmile muhabbet edenin zaten ne ihlâsı ne de edebi bozulur.
Hülasa, vesîle, mürşid-i kâmillerin sohbetinden istifâde etmektir. Ehlullahın sohbeti, iksir-i a’zamdır. Sâlike asıl tesir eden de budur. Nefs ancak ehlullahın meclisinde uyanır. İlim için Kur’ân kâfidir. Fakat nefsin ıslâhı mürşid-i kâmile sıkı sıkıya sarılmadan elde edilmez.
Cenab-ı Hak cümlemizi ehlullahın iksir-i a’zam olan sohbetleriyle ve nazarlarıyla hem-dem eylesin. (Âmin)
Hamd olsun âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a!
Temmuz 2025, sayfa no: 42-43
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak