Ara

Tâhâ El-Harîrî (k.s)

Şeyh Tâhâ hazretleri Erbil'in nahiyesinden olup, o havalide ilm-ü fazlı ve kemal-i ahlakıyesi ile temeyyüz etmiş, bilâhere Rasül-i Ekrem Efendimiz hazretlerinin ruhanî teveccühat ve füyuzât-ı nebeviyelerine mazhâr buyurularak irşâd-ı ibadla emrolunan müstesna bir şahsiyettir. Efendimiz (s.a.v), o zamanın Nakşibendî tarikatının mürşidi Seyyid Tâhâ el-Hakkârî hazretlerine bir icâzetname yazıp göndermek üzere mânen emir buyururlar. Şeyh Tâhâ el-Hakkârî hazretleri, Tâhâ el-Harîrî yi görmediği halde aldığı manevi emr-i nebevi üzerine Nakş-i bendi tarikatından irşada mezun olmak üzere bir icâzetnâmeyi yazıp Tâhâ el-Harîrî 'ye gönderir. Seyyid Tâhâ el-Hakkârî ile Tâhâ el-Harîrî hazretlerinin bulundukları mahal arasındaki mesafe, iki günlük kadardır. Bilâhere orta bir mahalde görüşmek arzu edilir. Seyyid Tâhâ el-Hakkârî hazretleri, görüşülecek mahale Tâhâ el-Harîrî hazretlerinden önce gelir. Seyyid Tâhâ el-Hakkârî'nin huzuruna girerken, Tâhâ el-Harîrî kapıda biraz bekledikten sonra girer. Müridlerinden bazıları, Seyyid Tâhâ el-Hakkârî'nin huzuruna girerken, Tâhâ el-Harîrî kapıda bekledi zannına kapılırlar. Tâhâ el-Harîrî hazretleri ise, odanın içini sayılamayacak kadar çok melâike-i kirâmın doldurduğunu ve onları rahatsız etmemek için bir müddet beklediğini ifade buyurur. TAHA EL-HARİRİ (k.s)'NİN KEMÂLATI Tâhâ el-Harîrî hazretlerinin irşadında şayân-ı dikkat iki nokta vardır: 1- Tâhâ el-Hakkârî hazretleri ile zahiren bir defa görüşmüşse de hakiki tefeyyüz ve terbiye-i manevileri şems-i hakikat ve nur-i nübüvvet (s.a.v)'den vuku bulduğundan irşadları ruhani (üveysi)'dir. 2- Terbiyeleri Fahr-i alem (s.a.v) vasıtasıyla gerçekleştiği için silsile-i neseb-i manevileri de doğrudan doğruya menbâ-ı feyz ve şems-i hakikatten olması itibariyle neseb-i mânevisinin vasıtasız ruhâni olması başkaca bir şerefe haizdir. Bilimum turuk-u âliyede,' ehemmiyete haiz olan silsile-i neseb-i manevi, teselsülen nakşi ve kadiri tanklarından Şah-ı Nakş-ı Bend ve Abdulkadir Geylani vasıtasıyla hülasa-i mevcudat (s.a.v) Efendimiz'e müntehi olduğu halde Tâhâ el-Harîrî hazretleri direk Peygamberimiz (s.a.v)'e dayanır. Tâhâ el-Harîrî hazretlerinin meşreb-i alileri Muhammedîdir. Çünkü cinnileri de irşada memur olmuşlardır. (Cüdduh) isminde kırk küsür dervişi olan bir halifeleri de vardı. KERAMETLERİ Tâhâ hazretleri kırk yıl irşadla meşgul olur. Gayr-i ihtiyari nice kerâmet ve tasarrufâtı vardır. Derlense büyük bir kitap olur. Gerçi velilerin derece-i kemâli izhar ettikleri kerâmet nisbetinde olamayacağı erbab-ı tarikça malum ve müsellem ise de bilmünasebe birkaç kerâmâtını yazmakla iktifa edeceğiz. Tâhâ hazretlerinin müezzini öğle namazı kılınacağı zaman havada bulut varmış, müezzin ezanı okuyunca öğle olmadı demişler. Müezzin de 'Bağdat'ta ezanı duydum da onun için okudum.' der (On iki günlük mesafeden ezanı duyar). Tâhâ hazretleri (k.s) de havaya elleriyle işaret edince bulutlar açılır, vaktin olduğu müşahade edilir. Tâhâ hazretlerinin müezzini sabahları erken ezan okur. Mollalar ezan erken okunuyor diye itiraz ettiklerinde müezzin, 'Ben arşdan ezan sesini işitmedikçe okumam.' der. Üstadımızın pederi Şeyh Muhammed Said hazretlerinin maiyyetinde otuz sene kadar hizmette bulunan (Mirza) ihtiyar olmakla istirahatla emrolunur, yine de maişetini alırmış. Birgün, bir dere kenarında, gece Tâhâ hazretlerini görür. Halinden ve maişetinden sorar. O da kendisine yeterli olduğunu ama aile efradına yetmediğini söyleyince hazret, 'Her gün kesende o mikdar para bulursun ama kimseye sır verme.' buyurur. Üç yıl kesesinden o miktar para eksik olmaz. Ailesi bu paranın kaynağını ısrarla sorar, o da haber verince bir daha kesede o parayı bulamaz. Şeyh Tâhâ hazretlerinin dervişlerinden birinin tarlasından sabanı çalınır. Keyfiyeti Tâhâ hazretlerine bildirildiğinde o da, ahırdan merkebi alıp binmesini, hayvan nerede durursa çalınan eşyanın orada olacağını haber verir. Derviş merkebe biner, hayvan birinci ve ikinci köyden durmadan geçer, üçüncü köyde bir evin kapısında durur. Ev sahibi misafir geldi zanıyla kapıyı açarak, buyurun der. Derviş: - Bizim saban (çift sürme aleti)'ı almaya geldim, deyince. Ev sahibi: - Vereyim, diyerek çaldığı sabanı sahibine teslim eder. Sofu meczublardan biri cezbe halinde kırlarda gezerken kırk atlı er yanından geçer. Başlarındaki zat meczuba selam verip, - Beni tanıdın mı? der. O da: - Tanıyamadım deyince atlı zat, 'Ben senin ağabeyinim' der. Bir zaman sonra meczub hadiseyi dergahta Tâhâ hazretlerine anlatınca Hazret; 'Onlar kırklardır. Üç sene bizi kendilerine reis tayin ettiler. Selam veren biz idik. Cismaniyetimiz burada oturursa da ruhaniyetimiz vazife yapar.' buyururlar. Tâhâ hazretleri hayatında hiçbir mâsiyet işlememiş, ancak bir gün akarsu kenarında abdest alırken suyu bulandıran bir kurbağayı ileriye atınca hayvan ölmüştür. Tâhâ hazretleri 'Levh-i mahfuz'da, sicilimde daha evvel yazılıp da affolunan bir masiyet günah olarak bunu gördüm.' buyurur. Tâhâ hazretlerinin dervişlerinden biri, mezuniyetle köyüne gider. Geç kalışı merak uyandırınca meczublar dan biri: 'Endişe etmeyin ağır hastadır. Ailesi bile ondan ümit kestiler ama gelir. Çünkü o dervişin levh-i mahfuzda ismi nin yazıldığı ömür yaprağını ye şil görüyorum' der. Bir kimsenin eceli yaklaşınca levh-i mahfuzda ismi yazılı olan yaprak solmaya başlar. Kırk gün sonra nihayet tamamı ile sararır. Öleceği gün düşer derviş meczub. Sonra filvaki hasta derviş iyi olduktan sonra gelip, ağır hasta olduğunu, bu sebeble geç kaldığını bildirir. Cenab-ı Hakk şefaatlerine mazhar kılsın (amin).
 
 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak