Ara

Sûfînin Erbaini: Tasavvufta Kırk Hâl Ve Makam Sûfînin Yaratılış Gâyesini Hatırlayıp Rabbine Dönmesinin İlk Adımı: Tevbe

Sûfînin Erbaini: Tasavvufta Kırk Hâl Ve Makam  Sûfînin Yaratılış Gâyesini Hatırlayıp Rabbine Dönmesinin İlk Adımı: Tevbe

‘Hâl’1 ve ‘makam’2 kavramları tanım ve içerik bakımından sûfîler arasında bâzı farklı değerlendirmelere tâbi tutulsalar da genel olarak mânevî yolculuğunu/seyr ü sülûkunu gerçekleştiren bireyin bu esnâda yaşadığı/tecrübe ettiği durumları ifâde için sûfî terminolojide yerini almış iki önemli kavramdır. Tanım ve içerikteki farklılıklar; sûfîlerin yetiştikleri çevre, hangi tecrübenin hâl hangisinin makam olduğu yönündeki farklı değerlendirmeler ve hâl ve makâmın kesbî veya vehbî olduğu konusundaki fikir ayrılıkları gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Sûfînin seyri esnâsındaki tecrübelerini ifâde eden bu kavramlar, sâlikin/dervişin değişen/dönüşen, gelişen ve kemâle doğru olan bu mânevî yolculuğunun aşamalarını ifâde etmesi bakımından mühimdir.3 Biz bu dizi yazı çalışmamızın ilkinde sâlikin Rabbine yönelmesinin ilk adımı kabûl edilen ‘tevbe’ konusunu işleyerek seyr ü sülûk sürecinde sâlikin tecrübe ettiği/edeceği kırk hâl veya makâmı gündeme getirmeye çalışacağız.

 

Sâlikin Hatâsının/Günâhının Farkına Varıp Rabbine (O’nun Rızâsına) Samîmiyetle Dönmesindeki Anahtar Kavram(lar): TEVBE (İNÂBE VE EVBE)

Sâlik, ihlas ve amel bütünlüğü içerisinde ilâhî rızâya ulaşmayı amaçlayan ve bu amacına ulaşmak için nefis, şeytan, dünya ve şeytanlaşmış insanlar gibi engelleri aşmayı hedeflemiş kimse olarak tanımlanmıştır.4 Sâlik, rızâ-i ilâhîye ulaşabilmek için mânevî bir yolculukla bahsedilen engelleri aşmayı hedefleyen kimsedir ki onun bu yolculuğuna ‘seyr ü sülûk’ denilmektedir.5 Bu yolculuğa açılan kapı ise “kişinin, gidişâtındaki hatâları farkedip hayâtını Rabbinin standartlarına endeksleyerek bir hayat yaşaması gerektiği şuuruyla rabbine yönelmesi” yâni aslına dönmesi anlamına gelen tevbe kapısıdır.6 Kur’ân-ı Kerim’de ‘Ey îmân edenler! Hepiniz Allâh’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz’7 âyetiyle bütün îman sahipleri genel bir tevbeye dâvet edilmiştir. Allah Teâlâ özellikle günâha/hataya düşen ve Rablerinin rahmetinden ümidini kesenlere “De ki: “Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir”8 uyarısıyla kulluk şuurlarını tâzelemeleri ve Rablerinin rızâsına endeksli bir hayâta samîmiyetle dönmeleri konusunda yol göstermiştir.9 Yüce Mevlâ, bu ve benzeri uyarılarıyla10 sâliki/kişiyi seyr ü sülûke mânen hazır hâle getirecek, bir başka ifâdeyle onu ilâhî sevgiye ulaştıracak anahtarın tevbe olduğunu telkin etmiştir. Kişide değişimin başlangıç noktasını tevbe teşkîl etmektedir.11 Hz. Peygamber’in (sav) ‘Pişmanlık tevbedir’12 hadîs-i şerîfi bu noktada bize ışık tutmaktadır. Bu yönlendirmeleriyle Hz. Peygamber (sav) günâhın rûhun kiri, tevbenin ise rûhun cilâsı olduğu hakîkatini dile getirmişlerdir. Tasavvufî düşüncede rûhundaki gelişime tâlip olan kişi/sâlik, tevbe kapısından bu mânevî yolculuğu anlamlı kılma gayretine yönelmiş olmaktadır. Hz. Peygamber’in (sav) günde yetmiş (bir rivâyette de yüz) defa Allah Teâlâ’dan af dilediğini belirtmesi13 bu konuda müminlerin takınmaları gereken tavrın ne olması gerektiğini göstermektedir.

 

Düşünce ve eylemlerini ilâhî rızâya endeksleyen sûfîlerse tevbeye ‘günâhını unutmandır’ ve ‘günâhı unutmamandır’ şeklinde tarifler yapmışlardır. İlk bakışta çelişkili târiflermiş gibi görünen bu tanımlamalara göre sâlik konumunun konjonktürüne uygun bir şekilde ‘günâhını unutmalı’ veya ‘unutmamalı’dır. Eğer sâlik ‘havas’ durumuna geldiyse günâhını unutmalı ‘avam’ durumdaysa günâhını unutmamalıdır. Bir başka yoruma göreyse ilk târif tevbesini bozmayan kimseler, ikinci tanım ise tevbesini zaman zaman bozup günaha düşenler için dile getirilmiştir. 14

 

Tevbeyi, ‘geçmiş hatâların verdiği iç sancısı ve kötü huyları iyi huylarla değiştirme15 şeklinde tanımlayan Gazâlî16 ve ‘Allâh’a muhalefetten dönmek ve kişinin zimmetinde oluşmuş başkalarının haklarından edâya güç yetirdiğini sâhiplerine ödemesidir’17 olarak tanımlayan İbn Arabî de tevbenin aslında samîmi ve kararlı bir niyetle Yüce Yaratıcıya kulun/sâlikin yönünü dönmesine işâret ettiği hakîkatini dile getirmeye çalışmışlardır.

 

Sûfîler, tevbenin Allah Teâlâ katında makbûl bir tevbe olabilmesi için üç şart gerektiğinden bahsetmişlerdir. İlk olarak kişi/sâlik işlediği günahtan pişmanlık duymalı, ikinci olarak o günâhı derhâl terk etmeli, üçüncü olarak da o günâha dönmemeye azmetmelidir.18 Sûfîler, tevbenin aşamalarına da değinmişlerdir. Onlara göre tevbenin ilk aşaması pişmanlık, ikinci aşaması günâhı işlememeye kesin olarak karar vermek, üçüncüsüyse işlenen haksızlıkları telâfi için çaba göstermektir.19 Dikkat edilirse burada geçerli bir tevbe için ve aşamaları olarak dile getirilen hususlar bireyi/sâliki bilişsel, duyuşsal ve davranışsal açıdan bir bütün olarak değişim ve dönüşüm eylemine sahip olmaya iten etmenlerdir.20

 

Sehl et-Tüsterî (k.s) ise şu açıklamalarla tevbeyi tanımlamıştır: ‘Tevbe kötü hareketlerden kaçınıp Kitap ve Sünnet’te övülmüş olan iyi hareketlere yönelmektir. Helâl yemedikçe o kul için tevbe hatâsız değildir. Helâl yemenin doğru olması da Yüce Allâh’ın hukûkunu gözetip onları edâ etmekle mümkün olur. Bu söylediklerimizden her biri kulun Allâh’a sığınıp O’ndan yardım dilemesiyle mümkündür.21 Burada Sehl’in (k.s) helâl lokma mevzuuna vurgu yaparak tertemiz bir yönelişin temelinin helâl lokma hassâsiyetine sâhip olmaktan geçtiğini dile getirdiği göze çarpmaktadır.22

 

Tasavvufta tevbenin üç makâmından da bahsedilmiştir. Buna göre büyük günahlardan arınmayı ifâde eden ‘tevbe’ ilk aşamayı; küçük günahlardan uzak durmayı ifâde eden ‘inâbe’ ikinci aşamayı; nefsten Allâh’a dönmeyi karşılayan ‘evbe’ ise üçüncü aşamayı temsîl etmektedir.23 Sûfîlerin tevbeyle ilgili bu aşamaları dile getirmeleri, her bir aşama için daha fazla motivasyon gerektiği ve en üst seviyede bir tevbeye ulaşmak için kişinin/sâlikin dur durak bilmeden bir gayretin içerisinde olması gerektiğinden dolayıdır.24 Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli şekilleriyle gündeme getirilen ‘İnâbe’ ve ‘Evbe’ kavramları25 ilâhî yardımla ulaşılan makamlardır. Bu noktada sâlikin hedefi bu yüksek derecelere ulaşmak için tevbeyle başlayan sürecin kontrolünü sağlayabilmek olmalıdır.

 

Sonuç Yerine

Tasavvuf psikolojisi açısından tevbenin aşamalarından bahseden sûfîlerin bu konudaki görüşleri sâlikin uyanıklık hâlini korumaya yöneliktir. Tevbenin her bir aşaması için daha üst düzey bir motive sürecine vurgu yapan sûfîler, tevbenin psikolojik yönüne dâir de tespitlerde bulunmuşlardır. Bu anlamda tevbenin kâlple münasebetini ifâde eden ‘ihlas’ kavramı ve tevbenin gerçek anlamda tezâhür edeceği mekân olan ‘kalp’ ile tevbe makâmını izah etmeye çalışmışlardır.

 

İnsanın/Sâlikin çevresi ve iç dünyâsıyla ilgili bu önemli tesbitler günümüz insanı açısından da önem arz etmektedir. Kendisine yabancılaşan ve maddeyle doyuma ulaşabileceği zannıyla türlü hırsların esîri olan çağdaş insanın, rûhun merkezi kâlpte ihlasla gerçekleşecek bir tevbeye geçmişten daha fazla ihtiyaç duyduğu açıktır. İlmî geleneğin bilgiye ulaşmadaki kolaylıklar vesîlesiyle bir şekilde devâm ettiği günümüzde, irfânî geleneğin insanımızın iç âlemine yapacağı yolculuğuna sağlayacağı katkının ilk adımı olan tevbeyi bir de bu açıdan düşünmek/değerlendirmek gerektiği kanaatindeyiz.

 

Dipnotlar:

[1] Hâl sözlükte, ‘sıfat, oluş, bulunuş, keyfiyet, sûret, içinde bulunan zaman, mânâ, cezbe, ihsân-ı Hakk, durum, dönüşme, bir yerden bir başkasına taşınma, değişikliğe uğrama, sene, kudret, maharet’ gibi mânâlara gelir.3 Bir tasavvuf terimi olarak hâl, ‘sûfînin herhangi kastı olmaksızın ve irâdesini yönlendirmeksizin doğrudan doğruya Allâh'ın lütfetmesiyle kulun kalbine attığı sevinç, neşe, hüzün, kabz, bast, şevk, heybet gibi ruhî durumlar’dır. Abdulkerim Küşeyrî, er-Risâle=(er-Risâletü’l-Kuşeyriyye fi ilmi’t-tasavvuf) (Tahk.Ma’rûf Zerîk-Ali Baltacı), Abdulhalim Darü’l-Hayr, Beyrût 1993.s. 57; Sühreverdî, İrşâdü’l-mürîdîn (Terc.Mehmet Emin Fidan), Hacegân Yay., 2000 İst., s. 183-184; İbn Arabî, Istılâhâtü’s-sûfiyye, Resâilü İbn Arabî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut Tarihsiz, s. 3; Muhammed Ali b. Ali Tehânevî, Keşşâfü ıstılâhâti’l-fünûn, Dâru Kahraman, İstanbul 1984, c.I, s. 359; Seyyid Hüseyin Nasr, Tasavvufî Makaleler, s. 84-89; Şemseddin Samî, Kamus-ı Türki, Çağrı Yay., İstanbul 1317, s. 537; Şarkâvî, Hasan, Mu’cemu’l-elfâzi’s-sûfiyye, Müessesetü Muhtar, Kahire 1992, s. 115; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul 2004, s. 245; Mehmet Demirci, ‘Hâl’, XV, DİA, İstanbul 1997, s. 216.

2 Makâm sözlükte ‘menzil, merhale, mansıp, istikrâr, mesnet, devam, sebat, konak, mertebe, dervişlerin sürekli hâlleri, durulan yer ve kıyâm edilen yer’ mânâlarına gelir. Bir tasavvuf ıstılahı olarak ise makâm ‘sâlikin mücâhede, riyâzet ve uzlet hususlarında Hakk’ın huzûrunda bulunduğu mânevî yer olup gayret sarfederek, tekrâr ederek kazandığı ve vasıf hâline getirdiği âdap ve ahlâkın her birine verilen genel bir ad’ olarak kullanılmıştır. Necmüddin Kübrâ, Tasavvufî Hayat, s. 123–124; Hasan Şerkâvî, Mu’cemü’l-elfâzi’s-sûfiyye, s. 115-116.

3 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, MÜİF Yay., İstanbul 2001, s.187-188; 152-156; Yüksel Göztepe, ‘Hâl ve Makamın Analizine Yönelik İlk Girişimler’, CÜİFD, Sayı: XII/2, Sivas 2008, s.407-417. Bu konuda geniş çaplı değerlendirmeler için bkz. Abdullah Damar, ‘Tasavvuf Terimlerinin Oluşumu’, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 17, s. 161-189; aynı müellif,. ‘Abdullah Herevî ve Menâzilü’s-Sâirîn’, Tasavvuf: ilmi ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 8 [2007], sayı: 18, s. 321-335.

4 Seyyid Cafer Seccâdî, Tasavvuf ve İrfan Terimleri Sözlüğü, Çeviren: Hakkı Uygur, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, s.398-399.

5 Ali Ramazan Dinç Manevi Yolculuk: Seyr ü Sülûk, Mavi Yay., İstanbul 2002, s.1-125.

6 Cüveynî, Ebi’l-Meâlî Abdulmelik, Kitabü’l-İrşâd İlâ Kavâti’l-Edilleti fî Usûli’l-İ’tikâd, thk. Esad Temim, Beyrut, 1413/1992, s. 337; Taftazânî, Sa’deddin, Mesub b. Ömer b. Abdillah, Şerhu’l-Makâsıd, thk. Abdurrahman Amira, Beyrut, 1409/1989, c. V, s.163.

7 Nur 24/31.

8 Zümer 39/53.

9 Kur’ân-ı Kerim’de tevbe, türevleriyle birlikte seksen yedi yerde geçmektedir. M. F. Abdulbaki, el-Mu'cem, s. 156-158.

10 Tahrim 66/8; Tevbe 9/112; Bakara 2/222; Araf 7/23; Müminun 23/109.

11 Mehmed Münib, Tuhfetü’l-mülûk fî irşâdi ehli’s-sülûk, İstanbul 1268, s.19.

12 İbn Mace, Zühd 5.

13 Buhari, Daavat 13; Müslim, Zikir 41. Günâhından tevbe edenin günah işlememiş gibi olduğunu belirten hadîs-i şerif de bu konuda sûfîlere ilham kaynağı olmuştur. İbn Mace, Zühd 30.

14 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.158; Himmet Konur, Sûfî Ahlakı, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, s.32.

15 Gazâlî, İhyâu Ulûmi'd-Din, Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, İstanbul 1974, c.IV, s.10.

16 İbrahim Çelik, İmam Gazalî’nin İhya-u ulûmî’d-din Adlı Eserinde Tevbe Kavramına Yaklaşımı’, International Journal of Social Science, Number: 25-I Summer I 2014, p. 445-459.

17 Muhyiddin İbn Arabî, el-Futuhâtü'l-Mekkiyye, Thk: Osman Yahya, Kahire 1988, c.XIII, s.298.

18 Kuşeyri, Risale, s180; Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, (Tasavvufun Esasları) Çeviren: H. Kamil Yılmaz-İrfan Gündüz, İstanbul, 1990, s. 592.

19 Kuşeyri, Risale, s.181-182.

20 Hasan Kayıklık, Sûfî Psikolojisi, Akçağ Yay., Ankara 2011, s.127.

21 Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, s.605.

22 Sûf3iler açısından tevbenin gerçekleşmesi ve tevbenin diğer fonksiyonları için bkz., Erdoğan Fırat, Şahsiyet Gelişiminde Tevbenin Fonksiyonu, (Basılmamış Doçentlik Tezi), Ankara, 1982, s. 99 vd.

23 Ebu Ali Dekkâk da böyle bir ayrımı dile getirmiştir. Kuşeyri, Risale, s.48.

24 Gerhard Böwerıng, ‘Zulme Uğrayan ve İlhâdla Suçlanan İlk Sûfîler’, Çeviren: Abdurrezzak Tek, UÜİFD, Cilt: XII, Sayı:2, Bursa 2003, s. 368.

25 Abdurrahman Kasapoğlu, ‘Kur’an’da “İnâbe” Kavramı: Dinî Tecrübe Açısından Bir Yaklaşım’, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 9 [2008], Sayı: XXII, s.137-159.

Kasım, 2014

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak