Ara

Sūfîlerin Bid’at Karşısındaki Tutumları ve Bid’atlerle Mücâdelede Tavsiyeleri

Sūfîlerin Bid’at Karşısındaki Tutumları ve Bid’atlerle Mücâdelede Tavsiyeleri

Hz. Peygamber’in (sav) vefâtından sonraki dönemlerde insanlar pek çok ihtilâfa düşmüşlerdir. Siyâsî, ekonomik ve mezheplerin ortaya çıkışı gibi konular dönemin tartışma konuları olmuştur. Bu tartışmalardan nisbeten uzak durmaya çalışan, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye uygun bir hayat yaşamayı benimseyen, her an Allah’la birlikte olma ve gafletten, bid’atten uzak durma şuuru ile hareket eden kimseler zamanla “sûfî” ve “mutasavıf” gibi isimlerle anılmaya başlanmıştır. Bir dönem sonra “sûfî” ve “tasavvuf” ibâresinin Kur’ân’da olup olmadığı ve tasavvufun Kur’ân ve Sünnet’ten mi iktibâs edildiği konusunda eleştiriler yeni bir ihtilaf konusunu doğurmuştur. 

Sûfîler zümresi kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap vermek için tasavvufa dâir eserler kaleme almıştır. Bu eserlerde tasavvufun ilk kaynağının Kur’ân, ikinci kaynağının ise Sünnet olduğu görülmektedir. İlk sûfîlerden i’tibâren, sûfîlerin Kur’ân ve sünnete bağlılıkları kendi sözlerinde ve haklarında yazılmış olan eserlerde açık ve net bir şekilde ifâde edilmektedir. Örneğin, mutasavvıfların ilk imamlarından olan ve “seyyidu’t-tāife” olarak adlandırılan Cüneyd-i Bağdâdî (öl. 297/909) tasavvufun Kur’ân ve Sünnet’le mukayyet olduğunu şu şekilde ifâde etmektedir: “Kur’ân ezberlemeyen ve Hadis yazmayan kimselere tasavvuf yolunda tâbī olunmaz. Çünkü bizim bu ilmimiz Kitap ve Sünnet’le mukayyettir.”1 Yine o şöyle demiştir: “Bizim bu mezhebimiz Resûlullâh’ın (sav) hadîsi ile tahkîm edilmiştir.”2 Onların bu anlayışları sâdece teoride kalmamış pratikte de kendini göstermiştir. 

Sûfîlerin Kur’ân ve Sünnet’e dâir bu bağlılıklarını bu şekilde ifâde etmelerine ve uygulamalarına rağmen tasavvuf, kimi kesimler tarafından din dışı olmakla ithâm edilmekten kurtulamamıştır. Özellikle Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve Ebû’l-Ferec, İbnü’l-Cevzî gibi isimler, tasavvuftaki bāzı anlayış ve uygulamaların din dışı olduğunu ve insanları saptırdığını iddia etmektedirler. Bu şahısların etkisiyle tasavvuf bid’at veya bid’at-i seyyie (kötü bid’at) ifâdesiyle ithâm edilmiştir. 

Kendilerinin sûfî tāifesinden olduğunu iddia eden bāzı kimselerin şerîate muhālif işlerinde bâtın ilme uyduklarını söylemeleri, müşkil gelen işlerini rüyâda Resûlullâh’a danıştıklarını ifâde etmeleri, ilham ve keşf yolunu Kur’ân ve Sünnet’in üstünde saymaları tarzındaki sapkın görüşleri, tasavvufun din dışı ithâm edilmesine sebep olmuştur. Ancak tasavvufun teşekkül ettiği dönemde klasik eserler veren kimseler olsun sonraki dönem müellifleri olsun bizzat böyle iddialara karşı çıkmış ve tenkīd etmişlerdir. Örneğin, Ebû Nasr es-Serrâc el-Lüma’sında, Kuşeyrî er-Risâle isimli eserinde, Hücvîrî Keşfü’l-maḥcûb’unda ve Gazzâlî İḥyâʾsında sapkın görüş ve uygulamalara işâret etmiş, uyarılarda bulunmuştur. Bid’atler karşısında ilk müstakil eser olan Kitâbü’l-Ḥavâdis ve’l-bid’aʿ Endülüslü Mâlikî fıkıh ālimi ve muhaddis aynı zamanda bir mutasavvıf olan Turtûşî (ö. 520/1126) tarafından kaleme alınmıştır.3 

İlk dönem sûfîlerinden Hüseyin en-Nûrî’nin (öl. 295/907) “Allah ile öyle bir hâlim vardır ki; o beni şerîat ilminin hudûdunun hāricine çıkarıyor’ iddiasında bulunan bir kimseyi gördün mü, sakın ona yaklaşma!..”4; Bâyezîd Bistâmî’nin (öl. 234/848 veya 261/874) “Bir adamın havada bağdaş kurup oturacak kadar kerâmetlere sāhip olduğunu gözlerinizle görseniz, o adamın Allâh’ın emirlerini, nehiylerini ve hudutlarını muhafaza ve şerîata riāyet husūsunda nasıl hareket ettiğini tetkīk edene kadar ona aldanmayınız.”5 uyarısı ve buna benzer sûfîlerin pek çok ifâdeleri Kuşeyrî’nin Risâle’sinde ve diğer sûfî eserlerinde yer almaktadır. 

Müceddid-i elf-i sânî” yāni “İkinci bin yılın müceddidi” olarak adlandırılan ve meşhur bir mutasavvıf olan İmâm-ı Rabbânî (öl. 1034/1624) bid’ati sünnetin imhâsı olarak görür. Bir bid’ati ortadan kaldırmayı da sünnetin ihyâsı olarak görmektedir. Yine ona göre “bid’at din binâsının temeline konulmuş bir dinamittir. Sünnet ise ortalığı aydınlatan bir yıldızdır. Sapkınlığın karanlığından insanlar sünnetle yollarını bulur. Sünnetin dışına çıkıldığında ise şeytānın göz boyaması insanlar üzerinde tesir edecektir. (C.2 23. Mektup)”6 İmâm-ı Rabbanî, şer’î ilimlerin ve fıkhî bilgilerin eksik olduğu yerde bid’atlerin artacağını söyleyerek meclislerde fıkıh kitaplarının okunmasını tavsiye eder. (C.1 9.Mektup)

İmâm-ı Rabbânî, bid’atlerin bid’at-i hasene (iyi bid’at) ve bid’at-i seyyie (kötü bid’at) olarak ikili tasnîf edilmesine karşı çıkmıştır. Bid’at-i hasenenin (iyi bid’atin) sünneti ortadan kaldırdığını mektuplarında pek çok kez ifâde etmiştir. Her türlü bid’ati karanlık ve bulanıklık olarak görmektedir. Hattâ o bid’at ehliyle dostluğu yasaklar ve bunu küfür ehliyle dostluktan daha zararlı görür. Bid’at ehlinin en aşağısının ise ashâb-ı kirâma nefret besleyenler olduğunu ifâde eder.7

Sûfîlerin bid’at karşısındaki tutumlarına diğer bir örnek ise, sünnet olan yün aba veya yamalı elbise giymeyi bid’atçilerden bir grup şiār edindiği için terk etmeleridir. Onlar sünnete muhālif olsa bile, bir bid’atçinin ādetini terk etmenin de sünnet olduğunu ifâde ederler.8 

Bid’atlerle mücâdelede tek yolun akıl ve istidlâl olduğunu ifâde eden pek çok mutasavvıf mürîdlerine yolun başından i’tibâren fıkıh ile hadis öğrenmelerini, sünnete sıkı sıkıya bağlanmalarını, bid’atlerden uzak durmalarını tavsiye eder. Hacı Hasan Efendi (ks) “Vasiyet” adlı şiirinde müridlerine şu nasihatte bulunur:

Fıkıh ile hadis öğren

Nefsini yıkmaya davran

Mürşide binde bir uğran

Sakal altı sualdir bu.

 

Câhil sofulara varma

Bağlandığın ipi kırma

Huzurda boynunu burma

Görür içi, röntgendir bu.

Bu bağlamda gerek ilk dönem gerek son dönem sûfîlerin söz ve uygulamalarına bakıldığında, tasavvufun bid’at olduğu iddialarının mesnetsiz bir iddia olduğu görülmektedir. Sahte sûfîlerin bid’atlerle meşgūl olmaları tasavvufun aslından değil şahısların bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Bir sûfînin fikhî konulara vâkıf olması öncelikli meselesi olmalıdır, sonrasında da mutlakā sûfîlerin klasik kaynaklarını iyi okuması, Kur’ân ve Sünnet’e bağlılığın bu yolda mihenk taşı olduğunu görmesi gerekmektedir.

Dipnotlar
1 Abdülkerim el-Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, çev. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2019), 117.

2 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, 117.

3 Muharrem Kılıç, “Turtûşî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41/431.

4 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, 119.

5 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, 108.

6 Abdullâh Karaman, “İmâm-ı Rabbanî’de Şerîat-Tasavvuf Bütünlüğü”, İmâm-ı Rabbânî Dinî ve Tasavvufî Görüşleri (Ankara: Nasihat Yayınları, 2019), 196.

7 Kadir Özköse, “İmâm-ı Rabbanî’nin Hayatı”, İmâm-ı Rabbânî Dinî ve Tasavvufî Görüşleri (Ankara: Nasihat Yayınları, 2019), 42-43.

8 Hücvirî, Hakikat Bilgisi Keşfu’l-Mahcûb, çev. Süleyman Uludağ (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2018), 112.

Nisan 2022, sayfa no: 58-59-60

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak