Ara

Suçlar ve Cezâlar / Hamdi Hatipoğlu

Suçlar ve Cezâlar / Hamdi Hatipoğlu

Her Belâ ve Musîbet İmtihan Değildir

İnsanların başına gelen belâ ve musîbetlerin birçok sebep ve hikmetleri vardır, fakat çoğu insanlar bunu anlayıp gereği gibi değerlendiremezler. Belâlar ya umûmî veya husûsî olarak gelir. Umûmî olarak gelen belâlar herkesi kapsar. Husûsî olan belâlar genelde mü’minlerin başına gelir. Bu da ya imtihân ya uyarı yâhud cezâ niteliğinde olabilir.

1- Umûmî Belâlar

“Sâdece sizin içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakınınız ve biliniz ki Allâh’ın cezâsı şiddetlidir.” (el-Enfâl, 8/25)

Fitnenin birçok anlamı vardır. Buradaki fitne “toplum içinde îmânın bozulması, baskı, düzensizlik, kargaşa, hukûkun çiğnenmesi, hakka dayanmayan gücün hâkim olması ve böylece kulluk imtihânının kaybedilmesi tehlikesi”dir. Bu ya el birliği ile engellenecek ya da bunun zararı sınırlı kalmayacak, hak edenlerin yanında suçsuzlara da dokunacaktır. Çünkü onlar da fitnenin ortadan kalkması için ellerinden geleni yapmadıkları, haksızlığa karşı mücâdele etmedikleri için kusurlu ve sorumludurlar. Bunların içinde hiçbir kusûru olmayan çok küçük bir grubun (âcizlerin) bulunması da doğaldır. Allah bunlara günahları ve kusurları olmadığı halde başkaları yüzünden uğradıkları felâket ve acıların karşılığını âhirette verecek, bu acıları tadanlara “Keşke dünyâya tekrar dönsem de bunun benzerini bir daha yaşasam” dediren ödül ve karşılıklar lütfedilecektir. İlâhî kânun (sünnetullâh) böyledir.1

Peygamber Efendimiz (sav) fitne konusunda ümmetini uyarmış, “toplumda kötülük çoğalırsa içlerinde iyiler bulunsa bile helâkten kurtulamazlar” buyurmuştur.2 İyiyi toplumsal buyruk, kötüyü ayıp ve yasak hâline getirmedikçe toplumun kötülüklerden sorumlu olacağını ve bunun bedelini ödeyeceğini bildiren birçok hadîs vardır.3

Hulâsa: Âyetin delâletinden anlaşılan, bir kısım halkın kötülüğü ile umûm halka Allah azâb etmez; fakat iyiler kötülüğü engellemeye güçleri yettiği halde engellemezlerse, o zaman azap umûma gelir. Ancak herkes kendi fikrini beğeniyorsa nasîhat terk olunabilir.

2- Husûsî Belâ ve Musîbetler

Enbiyâ, evliyâ, sâlih kişiler ve bâzı mü’minleri imtihân için gelir. Bu tür belâ ve musîbetler bir rahmettir. “Mü’min illet, zillet ve kılletten (yoksulluktan) hâlî olmaz” demişler. Zîrâ dünyâ mü’min için dâru’l-karâr ve dâru’s-sürûr (ebedî kalınacak bir yer ve rahat edilecek bir mekân) değildir. Efendimiz: “Dünyâda rahat yoktur”4 buyurmuşlardır. Bu konuda birkaç şeye dikkat etmek gerekir:

a) Musîbete sabretmek zordur, onun sevâbını kaçırmak daha büyük musîbettir. Çünkü “Sabredenlere mükâfâtım elbette hesapsız verilecektir.” (ez-Zümer, 39/10) buyuruldu. Yâni kıyâmet günü namaz, oruç, zekât, hac ve sadaka gibi amellerin sâhiplerinin amelleri tartılır, herkes ameli ölçüsünde mükâfât alır. Ancak belâ ve musîbete uğrayanlar arasat meydanına geldiklerinde onlar için ne terâzi ne mîzân kurulur, ne de onların amel defterleri açılır. Sevaplarının haddi hesâbı yoktur. Musîbete uğramayanlar, musîbetzedelere ihsan buyurulanları ve onların derecelerini gördüklerinde “keşke dünyâda bu musîbetler bizim de başımıza gelseydi” temennîsinde bulunacaklardır.

b) Musîbeti geldiği zaman sabr-ı cemîl ile karşılamak gerekir. Sabr-ı cemîl, sıkıntısını kimselere söylemeden ve şikâyette bulunmadan eziyete katlanmaktır. Cenâb-ı Hakk’a havâle etmektir.

c) Belâ ve musîbetin kendi hakkında mağfirete vesîle olacağına inanmalıdır. Nitekim Hazreti Ali (ra)’den rivâyet edildiğine göre mü’minin mağfiret olmasına vesîle olan beş cezâ vardır:

  1. Hastalık ve musîbet. Günahlara kefârettir.
  2. Eğer isyânı fazla olup da bunlar yetersiz kalırsa sekerat-ı mevti şiddetli olur.
  3. Daha da fazla olup bu da yetersiz kalırsa kabirde münker ve nekirin şiddetli sorularına mâruz kalır.
  4. O da yetersiz kalırsa sırat köprüsü üzerinde tutuklanır ve bekletilir.
  5. Daha da fazla olursa cehennemde günâhı miktârı yandıktan sonra îmânı sebebiyle sonunda cennete girer.

Belâ ve musîbet gelince ilk etapta onu sabırla ve soğukkanlılıkla karşılamak gerekir. Nitekim Efendimiz (sav): “Sabır, belâ ilk vurduğunda sabretmektir.” buyurdular.

Bakara sûresinin 155. âyetinde “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” buyuruluyor. Âyette yer alan “korku” iki şekilde olabilir: Kulluğun yerine getirilmesi açısından korku, meselâ düşmanla cihâd ve savaşma emri gibi; bir de kullukla ilgisi bulunmayan korku. Açlığın ibâdet niteliğinde olması da mümkündür. Oruç gibi. Bir de kıtlık zamânı çekilen açlık gibi bir musîbet de olabilir. Mekkelilerin senelerce çektikleri kıtlık musîbetleri gibi. “Mallardan zâyiât verme” meâlindeki ifâde de aynı şekilde zekât ve sadaka vermekle insanların imtihân edilmesi olabileceği gibi malın telef olması olabilir. Yine Cenâb-ı Hakk’ın bu âyette haber verdiği imtihân iki şekilde gerçekleşir. Birincisi (düşmanla savaşmak gibi) ibâdet konumunda bulunan korku vb. şeylerle sınava tâbî tutulmadır. İkincisi ibâdet konumunda olmayan bir hususla, içinde korku bulunan cihadla yâhud kendisine isâbet edecek hastalık ve yorgunlukla onu imtihâna çekmesidir. Kul bu durumda kendi hayâtından endîşe eder. Açlık yoluyla: Allah Teâlâ’nın kulunu bir nevi açlık özelliği taşıyan oruç veya geçim darlığıyla imtihân etmesidir. Mallarda zâyiât: Hac, zekât ve servetler için tahakkuk ettirilen diğer mükellefiyetler yoluyla olabileceği gibi, ticâret hayâtında iflâsa uğramak, geçimini sağlama sırasında ortaya çıkan sıkıntılar yoluyla da olur. Ürünlerde zâyiât: Yağmurun az olması, iş ve el becerisinin yetersizliği yâhud cihâd ve hac gibi sebepler ile memleketlerin uzak olması.5

Belâ ve musîbetlerin en şiddetlisi peygamberlere gelmiştir. Sonra evliyâya ve daha sonra da derecelerine göre mü’minlere gelir.

Bir de günahların cezâsı peşîn olarak dünyâda verilebilir. Bu bâzı cezâların âhirete kalmasından çok daha ehvendir. Süleyman (as)’ın kıssasında anlatıldığı gibi, bâzan kişinin isyânı sebebiyle rızkı daralır, insanlar arasındaki mevkii kaybolur, düşmanları kendisine galebe çalar. Nitekim Rasûl-i Ekrem: “Kul, işlediği günah sebebiyle rızıktan mahrûm edilir.” buyurmuştur. İbn Mes’ud (ra): “Kul işlediği günah sebebiyle bildiğini unutabilir.” demiştir ki, Rasûl-i Ekrem’in “Bir günah irtikâb eden kimsenin, bir daha dönmemek üzere aklı gider.” buyurmasının mânâsı budur.

Rivâyete göre Cenâb-ı Hakk Yâkub (as)’a:

-Oğlunu senden niçin ayırdığımızı biliyor musun? diye sordu.

-Bilmiyorum, deyince Allah (cc):

-Sen oğullarına “korkarım başka şeyle meşgûl olurken onu kurt yer” dedin de Beni unuttun, onların gafletlerini düşündün de Benim onu koruyacağımı düşünmedin. İşte bunun için oğlun Yûsuf’u senden ayırdım.” dedi.

Sonra yine:

-Niçin onu sana iâde ettiğimi biliyor musun? diye sordu. Yâkub (as):

-Bilmiyorum, deyince Allah Teâlâ:-Bu kez Bana bağlanıp “Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir.” (Yûsuf 12/83) dediğin için onu sana iâde ettim, buyurdu.

Bunun gibi Yûsuf (as) da hapisteki arkadaşına: “Yûsuf, onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye “Efendinin yanında beni an” dedi de orada yedi sene kadar kaldı.”6

Nihâî gerçeği bilen Allah’tır ya, konuyla ilgili sahîh bir rivâyet gelmişse telkin ve öğretim konusunda olmuştur, yâni “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”7 deyiniz statüsünde. Aslında Yâkub (as)’ın istircâda bulunmaması ihtimâl dâhilinde değildir. Aksine Kur’ân’da haber verildiği gibi istircâda bulunarak, “Güzellikle sabretmekten başka çâre yoktur.”8 demiştir.9

İmâm-ı Gazzâlî, “Eğer Yâkub (as) istircâ etseydi, yâni “İnnâlillâhi ve innâ ileyhi râciûn” deseydi gözlerine perde inmeyecekti. Bu âyet sâdece Muhammed ümmetine verilmiştir.” diyor.

3- Uyarı Niteliğinde Gelen Belâ ve Musîbetler

“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.”10

Bu âyetin karada ve denizlerde bozulmanın ortaya çıkmasıyla ilgili kısmı hakkında tefsirlerde yer alan belli başlı yorumlar şunlardır: Karada ve denizde tûfan çıkması (fırtınalar, tayfun, hortumlar, hava kirliliği ve iklimlerin değişmesi vb.) endîşesi; bâzı arâzilerin verimsiz hâle gelmesi, tatlı suların tuzlu suya dönüşmesi, suların azalması, bitki türünün azalması, bâzı hayvanların neslinin kesilmesi. Depremler, sel felâketleri, yıldırım çarpması, kıtlık, yangın, bulaşıcı hastalıkların artması, doğal hayâtın bozulması; eğitim–öğretim, hukuk ve yargı sisteminin çökmesi. Köylerde ve kentlerde sosyal hayâtın ve ahlâk düzeninin bozulması, anarşi, terör, tefrîka, kâtillik, zinâ ve eşcinsellik gibi fâsid fikirlerin ve ahlâksızların demokrasi adına savunulması da bir felâketin habercisidir.

Zemahşerî âyetin “İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden”11 şeklinde tercüme edilen kısmını da “işledikleri günahlar ve yaptıkları haksızlıklar sebebiyle” biçiminde yorumlamıştır. Bâzı müfessirler ise bu âyet ile önceki âyetler arasındaki mânâ ilişkisini şöyle izah etmişlerdir: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı kesinlikle yerin de göğün de düzeni bozulurdu.”12 meâlindeki âyette şirk inancı, bozulma ve kaos sebebi olarak gösterilmiştir.13

“Yaptıklarının bir kısmı” diye tercüme edilen bölümü genellikle, insanların yaptığı yanlışlıkların bütün karşılığının burada değinilen musîbetten ibâret olmadığı, bilhassa âhiretteki cezânın bu dünyâdakinden çok daha ağır olacağı şeklinde açıklanmıştır.14

Öte yandan âyette insanlara yapıp ettiklerinin bir kısmını tattırmanın gerekçesi “dönebilsinler diye” şeklinde açıklanmasına göre beşeriyetin bu olumsuzlukları yaşaması yine onların eğriyi doğrudan ayırt etmeleri için tanınmış bir fırsat ve insanın dünyâ hayâtındaki varlık sebebi olan sınavın toplumsal boyutu olarak değerlendirilmeli ve herkes insanlığın bu ortak serüveninden dersler almalıdır.15

4- Cezâ Niteliğinde Olan Belâlar

Geçmiş ümmetlerin başına gelen felâketlerden ibret almamız gerekir. Eğer Efendimiz (as) âlemlere rahmet olarak gelmeseydi şimdiye kadar çoktan helâk olmuştuk. Lâkin kıyâmete kadar Muhammed ümmetinden toplu helâk olmalar kaldırılmıştır. Olsa kısmen ve bölgesel olabiliyor, nitekim bu tür olayları da zaman zaman yaşıyoruz.

Sebebi: Cenâb-ı Hakk: “Yâ Muhammed! Sen içlerinde iken Allah onlara azâb edecek değildir.”16 buyurdu.

Mekke müşrikleri, Rasûl-ü Ekrem tarafından ilâhî azapla tehdit edildikçe: “Şu azâbı getir de görelim.” derlerdi. Onun üzerine bu âyet indi. Âlemlere rahmet olan Peygamber aralarında bulundukça, Allah O’nun yüzü suyu hürmetine müşriklere azap göndermeyeceğini beyân etti. Ne zaman ki hicret olayı gerçekleşti, Mekke müşriklerinin rahatı kaçtı. Kıtlığa uğradılar, Medîne’ye adam gönderip Rasûl-i Ekrem’den duâ istediler. Sonunda Mekke’nin fethiyle işgâle uğradılar. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz’in varlığı, düşmanları için bile kazâya siper yerine geçmiştir. Peygamberin varisleri de böyledir. Onun arkasından giden âlimler ve ârifler de böyledir. Onların bir ülkede bulunmaları bir rahmet olduğu için kazâ ve belâların gelmesine engel olurlar. Onlar yok olsa azaplar üzerimize yağmur gibi yağar ve azapların gelmesi kolaylaşır.17

Kâfirlerin Dünyâdaki Cezâsı Âhirete Ertelenmiştir

Allah Rasûlü (sav) mü’minler ve kâfirlere rahmettir. Mü’minlere rahmet olması hakkında: “…yine siz bir ateş çukurunun tam kenarındayken oradan da sizi kurtardı…”18 yâni “siz neredeyse cehenneme girecektiniz. Allah sizi oradan kurtardı.” Hem mü’minlere bir hidâyet ve rahmet oldu. Kâfirlerin azaplarının tehirine sebep olması da bir rahmet oldu. “Halbuki sen onların içinde iken Allah onlara azâb edecek değildir.”19 Âyet-i kerîmede büyük bir müjde vardır. Kafirler ve müşrikler Rasûlullâh’ın dünyâyı teşrifleriyle dünyâdaki belâ ve musîbetlere uğramayacaklar, îman ve irfan ehli Sallallâhu aleyhi ve sellemin vücûdu bereketiyle âhirette şefâatiyle cehennem azâbından kurtulacaklar.

Bir rivâyete göre bu âyet-i kerîme inince kendinden sonra ümmetine azap olacağı endîşesi uyanmıştı. Onun hatırını tesellî etmek için âyetin devâmı olan: “…ve onlar magfiret dilerlerken de Allah onlara azâb edici değildir” kısmı indi. Yeter ki istiğfâr etsinler. Ebu Hüreyre (ra) rivâyet ediyor: “Nerdeyse ümmetimin azaptan iki güvencesi vardır. Biri kaldırılacak, diğeri kalacaktır.” buyurdu. Bu âyet-i kerîmeden mü’minlere âhirette yardım haberi gelmiştir. Şefâat edip medet eriştirmekle rahmet olduğu anlaşılıyor. Ama yardım haberi de gelmiştir. Çünkü kıyâmet günü yedi cehennemin kapısı açılıp çevresine ve mahşer halkı üzerine ateşler saçıp etrâfını kuşatacak. Hz. Risâletpenah Efendimiz Cenâb-ı Hakk’tan yardım dileyecek. O sırada Cebrâîl (as) “Ya Rasûlallah, mübârek elbisenin üzerindeki tozları silk ve ilâhî kudreti müşâhede eyle” diyecek. Hemen üzerindeki elbisesini silkince Allah Teâlâ’nın emriyle bir bulut oluşup ümmetin üzerine gelip gölgelik yapacak. Yine Cebrâîl (as) “Şimdi de mübârek sakalınızı silkin” diyecek. Ondan da amber gibi bir koku zuhûr edecek, ateş ile ümmeti arasına bir perde olacaktır. Böylece ümmeti ateşten koruyacaktır.20

Allah (cc) Azîzünzüntikamdır. Her ne kadar cezâları âhirete ertelense de zâlimlerin zulmü dünyâda yine de cezâsız kalmaz. Kâfir devletler uzun süre yaşayabilir ama zâlim devletler çok yaşamaz. Bir toplum veya şahıs zulümde ileri giderse cezâsı burnunun ucuna gelmiş demektir. Dünyânın başına gelen bu koronavirüsün verdiği mesajı anladıysak yeter. Amerika’nın ve Avrupa’nın cinâyet dosyası çok kabarıktır. Geçmişi zikretmeyeceğim, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de oluk oluk akıtılan Müslüman kanları henüz kurumadı. Çin Doğu Türkistan’da, Ruslar Suriye’de, Fransızlar Cezâyir’de yapmış oldukları Müslüman soykırımlarının cezâsını ödüyorlar. Batı’ya bunun faturası çok ağır gelecektir. Kâfirlerden çok Müslüman kanı döken ya İran’a ne dersiniz? İsrail’in dünyâdaki cezâsı ne zaman ve nasıl ödenecek onu merâk ediyoruz. “Ben istediğimi yaparım” diyen, nükleer güçle birbirlerini ve dünyâyı tehdit eden süper güçler bir zerre ile baş edemediler. Bunlar Allâh’ın askerlerine yenildiler. “Göklerin ve yerin orduları Allâh’ındır.”21

Hakk kulundan intikâmın yine kul ile alır,

İlm-i hakkı bilmeyenler onu kul yaptı sanır.

Vesselâmü aleyküm

Dipnotlar

[1] Diyanet Tefsiri, II/680

2 Buhârî, “Fiten”, 4, 28

3 Müslim, “Zühd”, 51; Ebû Dâvud, “Fiten”, 1-5

4 Koca Sûfîzade, Mecmau’l-âdâb, s. 116, 1307 - İstanbul

5 Mâtüridî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, s. 305, 307, Terc. Bekir Topaluğlu

6 Yûsuf, 12/ 42.

7 Bakara, 2/156.

8 Yûsuf, 12/18.

9 Mâtüridî, s. 307

10 Rum, 30/41.

11 III/205- 206

12 Enbiyâ, 21/22.

13 Diyanet Tefsiri, IV/322

14 İbn Aşûr, XXI / 50

15 Diyanet Tefsiri, IV/325

16 En’âm, 8/33.

17 Tahirül Mevlevî, Mesnevî Şerhi, I/122

18 Âl-i İmrân, 3/103.

19 Enfâl, 8/33.

20 Altıparmak Muhammed Efendi (ö. 1033), Delail-i Nübüvvet-i Muhammedî ve Fezail-i Şemâil-i Ahmedî, Dördüncü Fasıl, s.35, TBBM Kütüphanesi

21 Fetih, 48/7.

Eylül 2020, sayfa no: 48-49-50-51-52-53

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak