Ara

Sȗfȋ Gelenekte Mûsikî Âhengi

Sȗfȋ Gelenekte Mûsikî Âhengi
Ruhsal tedâvinin, içsel huzûrun ve insan sağlığının üzerinde mûsikînin ne denli tesir halkası oluşturduğu târih boyunca yapılan bilimsel çalışmalarla tespit edilmiş ve bir gerçek olarak ortaya konmuştur. Seviyeli düzeyde ortaya konan ve icrâ edilen, insan rûhunu saran mûsikî eserlerinin insan sağlığı üzerindeki olumlu etkilerinden faydalanılarak mûsikî ile tedâvi yöntemleri ortaya konmuştur. Çünkü mûsikî insanı derinden etkiler, bilinçaltı duygularını gün yüzüne çıkarır, insanlık şifrelerini çözümler. Bu açıdan mûsikî rûhumuzun derinliklerinde bulunan hakîkatleri hatırlamamızı ve bulmamızı sağlar. Sȗfȋler eserlerinde mûsikî ve bulmak anlamına gelen vecd kavramını birlikte kullanmışlardır. Vecde gelen kişi, keşfinin açılması ile zihnini dinlendirir veya mizâcına, meşrebine ve seyr u sülȗktaki derecesine göre bir hal ile hallenir. Khaçaturyan dinlerken insan kendini sanki büyük bir savaş meydanında bulur, Wagner dinlerken bütün tüyleri diken diken olur; gecenin sessizliğini yaran sabah ezanını dinlerken rûhunu huzur atmosferi sarar, bir bayram sabahı dinlenen Itrî tekbirleri kulakları bambaşka bir hâle büründürür.2 Mûsikîyle tedâvi yöntemleri kadîm dönemlerden beri gerçekleştirilmektedir. Eski Yunan’da nitelikli mûsikînin icrâsı devletin görevleri arasında sayılırdı. İyi yapılmış besteler kutsal sayılırdı. Bu besteler üzerinde en küçük bir değişiklik yapılmasına izin verilmezdi. Mûsikî hayâtın her alanında büyük bir etkiye sâhipti. M.Ö. 6. asırda yaşayan büyük Yunan filozofu ve matematikçisi Pythagoras mûsikî alanında yaptığı bilimsel çalışmalar yanında umutsuzluğa düşen kimseleri veya çabuk öfkelenen insanları belirli melodilerle tedâvi yöntemlerini araştırmıştır. Bu yöndeki çalışmaları Hippocrates ve Aristoteles de yapmıştır. Aynı şekilde Eski Roma, Mısır, Mezopotamya, Hint uygarlıkları, Çin ve Japon kültürlerinde de mûsikînin tedâvi edici yönü üzerinde durulduğu görülmektedir. Örneğin Konfüçyüs, mûsikîye eğitim ve ahlâk aracı olarak büyük önem vermiş, mûsikînin olumlu etkisinden faydalanmak için çalışmalar yapmıştır. Konfüçyüs’e göre mûsikî insanlar arası ilişkileri düzeltir, gözleri parlak, kulakları keskin kılar. Kanın hareketini teskin eder. “Bir milletin müziği bozulduysa, ondan önce o milletin çok şeyinin bozulduğuna hükmetmek gerekir.” sözünün sâhibi olan Konfüçyüs toplumsal bütünlüğün adresini mûsikînin âhenginde görmektedir. Onun bu sözü mûsikî ile millî kimlik arasındaki ilişkinin önemini göstermesi bakımından oldukça ilginçtin.3 Dâvûd (as)’ın güzel sesiyle meşhur olduğu, güzel sesiyle mezmȗr okuduğu, onun bu okuyuşuna mahlûkâtın eşlik ettiği ve güzel sesiyle çevresini etkilediği bilinmektedir.4 Dâvûd (as) her ne zaman Zebur’u okusa tüm cennet halkının bu sese kulak kesildiği rivâyet edilmektedir.5 Dâvûd (as) gibi Peygamber Efendimiz (sav) de zarâfet ve estetik örneği olan mûsikîden ileri düzeyde lezzet alırdı. Bilal-i Habeşȋ ve Abdullah İbn Mektum gibi güzel sesleriyle meşhur olan, ezanı yakıcı, güzel ve âhenkli okuyan iki sahabesini müezzini olarak seçmesi onun mûsikî zevkinin bir göstergesidir. Peygamber Efendimiz Kur’ȃn-ı Kerîm’i kendi mübârek ve fasih lisânıyla okuduğu gibi seslerin Kur’ȃn okuyuşuyla güzelleştirilmesini ve Kur’ȃn’ın güzel sesle okunmasını tavsiye etmiştir.6 Güzel sesle okunan Kur’ȃn ȃyetlerinin Mekke’de ihtidâ hareketlerini hızlandırdığının farkında olan Mekkeli müşrikler; “Aman dikkat edin! Kulaklarınızı tıkayın! Hepinizi büyüler bu Kur’ân sesi” demişlerdi.7 Mûsikînin insan sağlığı üzerindeki etkisi kadim kültürler kadar İslȃm medeniyetinin benimsediği bir düşüncedir. İslȃm medeniyetinde de birçok İslȃm bilgini mûsikînin insan sağlığı ve insan psikolojisi üzerinde ne kadar önemli etkiler yaptığı konusu üzerine bilimsel çalışmalar yapmış ve önemli eserler vücûda getirmişlerdir. Mûsikînin hem nazariyesi hem de icrâsı ile ilgilenen İslȃm düşünürleri azımsanamayacak orandadır. Bunlardan önde gelen isimleri; Ebubekir er-Râzî, (ö. 320/932), Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn-i Sina (ö. 429/1037) olarak sıralayabiliriz. Bunlardan Ebubekir er-Râzî; “Melankolik hasta, balık tutma veya avlanma gibi eğlenceli işlerden biri ile uğraşmalıdır. Mümkünse çeşitli oyunlara alıştırılmalı, huyunu ve davranışlarını beğendiği kimse ile buluşup görüşmeli, dostluk kurmalıdır. Musikî öğrenmeli, öğretmeli, özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir.”8 Mûsikî ile tedâvi sürecinin ileri boyutlarına dikkat çekmektedir. Fârâbî kaleme aldığı Kitâbu’l-mûsîku’l-Kebîr isimli eserinde mûsikînin matematiği ve ses fiziği ile ilgili bilgiler vermekte, mûsikînin insan psikolojisi üzerindeki etkilerine yer vermekte ve mûsikînin tedâvi edici özelliğine işâret etmektedir.9 İbn Sina’ya gelince o da Kitâbu’ş-Şifâ isimli eserinin bir bölümünü mûsikîye ayırmış ve mûsikînin tıpta oynadığı rolü şu sözleri ile ifâde etmiştir: “Tedâvinin en iyi ve en etkili yollarından biri hastanın aklî ve rûhî güçlerini artırmak, ona hastalıkla daha iyi mücâdele için cesâret vermek, hastanın çevresini sevimli hâle getirmek, ona en iyi mûsikîyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.”10 Akıl hastalarının Avrupa’da tıbbî tedâviye layık görülmeyip yakıldığı bir devirde, mûsikî ile rûhî ve diğer hastalıklara müptela olanların tedâvisi için planlanan Edirne’deki II. Bayezid Hastanesi asırlar sonra yapılan hastane mîmârilerine ışık tutmuştur. Bu hastanede hastalara mûsikînin nasıl icrâ edildiği Evliya Çelebi tarafından detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Bunun gibi Şam, Amasya, Sivas, Kayseri ve Bursa gibi önemli merkezlerde hastaneler bünyesinde mûsikî ile terapi seansları icrâ edilmiştir.11 Belli başlı mûsikî makamlarının sâdece ruhsal tedâvide değil birtakım fizikî hastalıkların tedâvi edilmesinde de doğrudan etkili olduğu belirtilmektedir. Örneğin rast makâmının felçlilere, Irak’ın sersemlik ve çarpıntıya, Rehavî’nin baş ağrısına, Büzürk’ün ateşli hastalıklara, Zengüle’nin kalp hastalıklarına, Hicaz’ın idrar zorluğuna, Bûselik’in kulunca ve bel ağrılarına, Uşşâk’ın kalp ve mide hastalıklarına ve sıtmaya iyi geldiğini ortaya konmuştur.12 Gerek insanlık gerekse İslâm medeniyetinde mûsikî hem duygu birlikteliğini hem de huzur atmosferini sağlarken, mûsikîden ileri düzeyde etkilenen ve beslenen en önemli muhit sȗfȋ çevreler olmuştur. Tasavvuf erbâbı mûsikînin ruhsal yönden faydasına inanmış ve mûsikînin tedâvi gücünü seslendirmişlerdir. Günümüzde birçok tarîkat bünyesinde mûsikînin yaygın bir şekilde kullanılması bunun açık bir göstergesidir.13 Tasavvuf mûsikîsi popüler müziğin ötesinde, oyun ve eğlence kıvâmındaki müziği değil sonsuzluk muştusunu yansıtan mûsikîyi gündeme getirmişlerdir. İnsanın derinliklerine sirâyet eden bu mûsikîyi “semâ” adıyla adlandırmışlardır. Kur’ȃn tilâveti dinlemeye, kulaktan gönle sirâyet eden hoş sadâyı işitmeye, sesten öte gerçekleşen hakîkatler, sırlar, hikmetler, ru’yetler ve müşâhedelerin her biri semȃ etmenin başlıca sebepleridir. Semȃ coşku dünyâsıdır. Semȃ kozmik sesin icrâsıdır. Semȃ rûhun derinliklerine sirâyet eden hoş sadȃya kapılıp devrȃn eylemektir. İmâm-ı Gazâlî müziği rûhun gıdâsı sayar ve rûhun müziği dinlerken aldığı gıdâ ile kendi yüce makâmına yöneleceğini, bedeni idâre etmekten vazgeçeceğini, bu hâlin etkisi ile bedende sallantı ve hareket görüleceğini söyler.14 Elest bezmindeki hitâbın güzelliği ile sermest olan ve kendinden geçen ruhlar, dünyâda da mûsikî dinlemeye başlayınca sallanmaya başlarlar. Dolayısıyla mûsikî, tasavvufî yükselişte bir araçtır. Araplar kervanların önüne güzel sesli birini geçirir, kervanın yürüyüş ritmini ayarlayarak yüklerini kolayca taşımalarını sağlarlardı. Bu sebeple “Arabın şarkısıyla develer dahi etkilenirken, devede bile aşk ve cezbe varken insanoğlunda bulunmazsa, o insan değil eşek” sayılmıştır.15 Kişide aşk ve cezbe varsa, şarkı ve çalgı âleti şöyle dursun; hayvanların ayak sesi, dönen dolap, öten kuşların çıkardığı sesler bile mûsikîdir. Burada önemli olan onun hatırlattığı şeyler, hatırlatma işinde kullandığı kelimeler, söz dizimi, netîcede etkileme gücüdür.16  Elest bezminde elestü birabbikum hitâbıyla sermest olan ruhlar, ten kafesine hapsedilip dünyâya gönderildikten sonra da yaprakların hışırtısından suların çağıltısına, kuşların ötüşünden kozmik ȃlemin âhengine, sözsüz melodiden kalabalık orkestra sesine, nefesu’r-Rahman’dan İsrâfil (as)’ın sȗra üfleyişine kadar her ortamda yankılanan sünnetullâhın göstergelerini müşâhede eder ve ilâhî hitâbı hatırlar. Ȃlemdeki kozmik âhengin sesini anlayabilmek için bu işâretlerin göstergelerini idrâk etmek gerekmektedir. Bu idrâkin bir nişânesi olarak Mevlȃnȃ Celȃleddîn-i Rȗmȋ Mesnevi’sine ‘dinle neyden’ hitâbıyla başlar; dinlemenin, işitmenin, sesin ve mûsikînin önemini belirtmektedir. Bu çağrı bir gerçeğin ifâdesidir. Zîrâ dînin bir mükellefiyet, bir de muhabbet yönü vardır. Edâ-yı mükellefiyet/sorumluluklarımızın nasıl yerine getirileceği ulemâ tarafından öğretilirken, Îman yolunda muhabbetin ve aşkın nasıl ortaya konulacağı Mevlȃnȃ’nın ‘dinle neyden’ hitâbında saklıdır. Muhabbetin izhârında mûsikî güçlü bir araç olarak devreye girmektedir. İnsan rûhunun derinliklerine sirâyet eden mûsikînin güçlü sesi donuk kalanları cevelâna, sönük olanları ışıldamaya, tükenmiş olanları donanmaya sevk eder. Bu candanlık sȃlikte semȃ ve devrâna, cehrȋ ve coşkulu zikre sevk eder. Bu devrȃn kalıpların değil kalblerin devrânı olmaya başlar. O sebeple tarîkat âyinlerindeki mûsikî meşkleri ruhların kanatlanmasına vesîle olan temel unsurlardır.17 Osmanlı’nın gelişen haşmetine eşlik edercesine otorite ve hakkâniyette kemâl kesbettikçe İstanbul’da icrâ edilen tasavvuf mûsikîsinde de gelişim seyri gerçekleşmiş, Osmanlı şehzâdelerinin ruh kıvâmı kadar mûsikîmizin çelebilerinde de güzîdeler yetişmeye başlamış, güçlü kültür atmosferi içinde Osmanlı mûsikîsinin üstadları şâheserlerini ortaya koymuş, mûsikîde yakalanan bu kalitenin icrâ sahası çağımızın konservatuvarlarının da ötesinde Osmanlı tekkelerinde icrâ edilir olmuştur. Osmanlı’nın zirve deneyimleri ve medeniyet tasavvuru kültür, sanat ve estetik kâbiliyeti kadar kutsalın ifâde edilme tarzını da şekillendirmiş, dindarlık inceliğini, kulluk zarâfetini, ibâdet hayâtının sanat hâline getirilmesini ve îman erlerinde bir coşku selinin yaşanmasını sağlamıştır.18 Hatırlatılması gereken bir diğer husus, klasik mûsikîmizin sazdan çok sese, yâni şiir ve güfteye dayanan bir mûsikî olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla mûsikîmizin şâheserlerine âit güftelerin hemen tamâmını edebî gelenek ve zevkimize bağlı olarak yazılmış şiirler teşkîl eder. Öyle ki klasik Türk mûsikîsi formları içinde bestelenmiş söz eserleri, bestelenmiş şiirlerin vezni ve bunların bestelenmesinde kullanılmış mûsikî usûlleri arasında dikkat çekici bir ilişkinin varlığı dikkat çekmektedir. Geleneksel anlamda bu güftelerin öğrenilmesi ve ezberlenmesi ise ancak bir üstâdın dizi dibinde oturulup ondan meşk edilmesi sûretiyle olmaktadır. Bu gerçek de tekkelerin vazgeçilmez fonksiyonunu gün yüzüne çıkarmaktadır. Zîrâ tekkeler şi­ir ve mûsikînin yegâne mercii, bilgi şerbetinin aktığı çeşmeler, İslâm mâbedlerinin ilk büyük konservatuarları olmuştur.19 Özetle tekkeler, Osmanlı toplumunda şiir, mûsikî, hat başta olmak güzel sanatların beşiği, yurdu ve yuvası hâline gelmiştir. Şiirle mûsikîyi zikir meclislerinde biraraya getiren dervişler, edebiyat ve mûsikînin göz, gönül ve kulakları tatmin eden birlikteliğini gerçekleştirmişlerdir.20 Tekke ve tarîkat dünyâsında şiirle mûsikî, beste ile güfte dâimâ berâber olmuştur. Bunun en mühim sebebi de zikir meclisle­rinde okunan ilâhilerdir. Dervişlerce teren­nüm edilen birçok manzûme yine dervişlerce bestelenmiş, zikir meclislerinin hareket ve âhengine uygun olarak daha sonra notaya alınmıştır. Tekkenin yetiştirdiği bestekârlar ve tekke atmosferinde yetişen mûsikîşinaslar tek düze eserler vermemiş ve sâdece tekke mûsikîsi dalında eser ortaya koymamışlardır. Meselâ Mevleviyye tarîkatına müntesip olan Mustafa Itrî “Tekbir” ve “Salât-ı Ümmiye” gibi besteleriyle ümme­tin duygu dünyâsına tercümân olmuştur. Hafız Post, Dede Efendi, Ahmed Irsoy, Sadettin Heper, Ahmed Avni Konuk, Tamburi Os­man Bey, Kutb-ı Nayî Osman Dede de birer Mevlevî dervişidir. Kadiriyye müntesiplerinden Osman Bey’in “Gel gülşen-i tevhîde şu bülbül gibi yâ hû” bestesi, Celvetiyye dervişlerinden Abdurrahman Nesib Efendi’nin “Gönül hayran oluptur aşk elinden” bestesi, Şabaniyye müntesibi Nafiz Bey’in “Yar yüreğim yar, gör ki neler var” bestesi, Halvetiyye şeyhi Çalakzâde Mustafa Efendinin “Pâk eyle gönül çeşmesini su durulunca” bestesi, Nakşibendiyye müntesiplerinden Mesud Efendi’nin “Şam u seher zikrederim” bestesi, Melȃmiyye zümresinden Mehmed Bey’in “Feryâd ile mahvoldu mecâlim” bestesi, Rifȃiyye bağlılarından Hulusi Efendi’nin “Yâ sâhibe'I-alame” bestesi, Bektȃşiyye müntesibi Haşimi Beyin “Ey benîm çeşmim nuru” bestesi, Gülşeniyye müntesibi Ali Şir’in “Derviş olan kişinin sözleri umman olur” bestesi, Sa’diyye dervişi Ali Efendi’nin “Hastayım gamdan helâk oldum” bestesi ve Sünbüliyye müntesibi Abdülkerim Efendi’nin “Hakdan gayrı sevgili külli yalandır yalan” bestesi farklı tarîkatlara mensup dervişlerin yaptığı bestelerden birkaç örnektir.21 Prof. Dr. Kadir Özköse (Temmuz 2016) Dipnotlar: [1] Bozok Üniversitesi Rektör Yardımcısı, YOZGAT. 2 A. Sait Aykut, “Ten Üzerine Kış Gecesi İlhamları”, Cogito Yapı Kredi Yayınları Üç Aylık Düşünce Dergisi, Bahar 2006, Sayı: 46, s. 11. 3 Fazlı Arslan, “Musikî ve Sağlık”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 75, Ocak 2007, s. 60-61. 4 Arslan, “Musikî ve Sağlık”, Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 75, s. 60. 5 Aykut, “Ten Üzerine Kış Gecesi İlhamları”, Cogito, Sayı: 46, s. 11. 6 Ömer Tuğrul İnançer, “Ehl-i Beyt-i Mustafa Hem Temizdir Hem Temizleyicidir”, Kültür-Edebiyat ve Araştırma Dergisi Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 76, Şubat 2007, s. 29. 7 Aykut, “Ten Üzerine Kış Gecesi İlhamları”, Cogito, Sayı: 46, s. 11. 8 Arslan, “Musikî ve Sağlık”, Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 75, s. 61. 9 Arslan, “Musikî ve Sağlık”, Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 75, s. 61. 10 Arslan, “Musikî ve Sağlık”, Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 75, s. 61. 11 Arslan, “Musikî ve Sağlık”, Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 75, s. 61. 12 Arslan, “Musikî ve Sağlık”, Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 75, s. 62. 13 Arslan, “Musikî ve Sağlık”, Somuncu Baba, Yıl: 13, Sayı: 75, s. 62. 14 İmam-ı Gazâlî, İhyâ, trc. A. Serdaroğlu, c. II, s. 723-724. 15 Şeyh Sa’dî, Bostan, çev. H. İlaydın, İstanbul 1992, s. 169. 16 Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Mûsikî ve Sema’, Bursa 1992; Osman Nuri Küçük, “Tasavvuf Müziği ve İnsan”, Süleyman Uludağ Kitabı, İstanbul 2008, s. 352-371; Hür Mahmut Yücer, Şeyh Sa’deddîn ve Sa’dîlik, İnsan yayınları, İstanbul 2010, s. 286-287. 17 Ömer Tuğrul İnançer, “Osmanlı Târihinde Sȗfȋlik Ȃyin ve Erkȃnları”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler Kaynaklar-Doktrin-Ayin ve Erkan-Tarikatlar-Edebiyat-Mimari-İkonografi-Modernizm, haz. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Târih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2014, s. 127. 18 S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme Yozgat’a Güzelleme, Semih Ofset Matbaacılık, Ankara 2009, s. 108. 19 Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir-Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası-, İnsan Yayınları, İstanbul 2004, 137-138. 20 Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, Sır Yayıncılık, İstanbul 2004, 167. 21 Kara, Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 248.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak