Ara

Sȗfȋ Gelenekte Kıyâfetin Dili

Sȗfȋ Gelenekte Kıyâfetin Dili
Allâh’ın isimlerinden birisi de es-Settȃr’dır. O, ayıpları örten, kusurları âşikâr kılmayan ve yanlışlıklara mühlet verendir. Kusursuz insan olmaz. Her hâli ile serâpâ güzel ve sonsuz kemal sâhibi olan ancak Allah’tır. Tesettür kelimesi de es-Settȃr ismi ile aynı kökenden gelmektedir. Tesettür mahremiyetin gereği ve özelin korunmasıdır. Görülmesi ayıplanan kusurların saklanması ve hayânın muhâfazasıdır. Tesettür bu anlamda bir medeniyet, kıyâfet bu anlamda bir edeb göstergesidir. Kıyâfet içsel duyguların dışarıya bir tür yansıyış biçimidir. Kıyâfet mahremiyet ölçülerine riâyet dâvetiyesidir. Tasavvuf ilmi dışa değil içe bakış sanatı, şekle değil öze riâyet çabası, sûrete takılmayı değil sȋrete yolculuğu önemseyen bir ilimdir. Tasavvuf fıtrata sâhip çıkma, özümüzü koruma, rûhumuzu aydınlatma ilmidir. Bu ana hasletleri sebebi ile tasavvuf, merâsimden ibâret bir ilim değildir. Tasavvuf ilminde gösteriş olamaz, desinler diye hareket edilmez. Reklam çabasına kalkışılamaz. Sırlar ilmi olarak Tasavvufta içte yaşanan güzelliklerin dışarıda ifşâ edilmesi düşünülemez. İslȃm’da ruhbanlık olmadığı için sȗfȋ gelenekte kisve dayatması olamaz. Diğer Müslümanları ilgilendiren giyim kuşam ölçütleri aynen sȗfȋ çevreleri de bağlamaktadır. İslȃm’da kast sistemi bulunmadığı için, tasavvufta herhangi bir sınıfın kisvesini yansıtan kıyâfet dayatılamaz. İslȃm’da kıyâfetin sâde olanı, doğal kıvâmı, vücut hatlarını belli etmeyecek ölçüde bol ve rahat olanı, temiz ve düzenli olanı, erkek ve kadınlarda setr-i avret çizgilerini koruyacak ebatta olanı makbûldür. Kıyâfetlerin abartılması, kıyâfetlerle caka satılması, kıyâfetlerin gurur ve kibir gösterisine dönüşmesi, dağınık ve perişan bir görünüme bürünülmesi, Allâh’ın huzurunda bulunmaya yakışmayan ve edeb dışı olanı İslȃm’da yasaklanan kıyâfet biçimleridir. Kıyâfetlerin rahat olanı, zevkimize, toplumsal dokumuza, kültürümüze ve çevreye göre şekillenen renk, desen ve biçimleri de İslȃm’ın müsâmahayla baktığı boyutlardır. Dolayısıyla İslȃm’da kıyâfet deyip geçmemek ve kıyâfetin hakkını vermek gerekir. İslȃm’ın farz kıldığı örtünme ölçütüne uyum sergilemeye çalışan sȗfȋler, kıyâfetlerine yaraşır bir tutum sergilemeyi şiâr edinmişlerdir. İslȃmî ölçütlere riâyet kadar, Yol’un esaslarına uygun bir kıyâfetle görünmeyi de tercih etmişlerdir. Derviş kıyâfeti, saltanat kisvelerindeki kaftanın aksine, çobanların abalarını hatırlatan kaba ve korumalı kıyâfetlerdir. Derviş kıyâfetleri ahâlinin süslü püslü, cicili bicili, endamlı ve markalı kıyâfetlerinin aksine oldukça sâde ve tabii giysilerdir. Derviş kıyâfetleri iddiasızdır. Derviş kıyâfetleri mahviyet eseridir. Derviş kıyâfetleri acziyetin ifâdesidir. Dervişler kibre bürünen kimi zenginlerin ipekli kıyâfetlerinin aksine yünlü, pamuklu ve sıradan kıyâfetler giyerler. Derviş kıyâfetleri, erkeğin ve kadının kendi cinsine uygun tarz ve yapıdadır. Dervişlikte cinsiyet yapısının ölçülerini taşıran bir kıyâfet olamaz. Derviş ve dervişelerin kıyâfetleri hizmete her an hazır olmaya dönük giysileridir. Tasavvufta kast sistemi yoktur ama âidiyet bilinci yüksektir. Sosyal dokuda toplumun kabûlünü benimseyen derviş kisveleri, sâhiplerinin toplum içerisinde makbûl ve mâkûl yerini de göstermektedir. Sȗfȋ çevrelerin toplumun takdirine mazhar olan karakter ve kimlikleri kisvelerine yansımıştır. Tasavvufta tarîkat erbâbının, kisvelerinin hakkını vermesi, büründükleri kıyâfetlerin rûhuna uygun davranmaları esastır. Tasavvuf sembolik dile sâhip bir ilimdir. Her şeyin sembolik bir ifâdesi olduğu gibi giyilen kıyâfetlerin de sembolik anlamları bulunmaktadır. Örneğin tarîkat icâzeti almış şeyhlerin giydikleri hırkanın tarîkatta çok özel bir yeri vardır. Tarîkat hırkası bedeni boylu boyunca kaplar. Giyilen hırkayla şeyhin kalb eğitimini tamamladığı, kalbine sâhip çıkması gerektiği, kalbinin nȗrȃnȋliği dâim kılması gerektiği vurgulanır. Tarîkat ehline icâzetle hırka giydirilirken Ahîlikteki icâzet törenlerinde ahîlerin beline şed kuşatılır ve şalvar giydirilir. Hırka kalbi sembolize ederken, şalvar nefsi sembolize etmektedir. Şalvar giydirilen ahîden nefsini muhâfaza etmesi, nefsȃnȋ arzularını kontrol etmesi, şehevȋ duygularının vehmine kapılmamaları istenir. Giyilen hırkaların renkleri icâzet alan sȗfȋ şahsiyetin mânevî terbiye usullerine göre değişiklik arzeder. Tasavvufta benimsenen renklerin dili vardır. Her bir nefis mertebesinin sâhip olduğu bir renk bulunmaktadır. Dolayısıyla giyilen hırka o ismin nefsȃnȋ tarîkatlardan mı rȗhȃnȋ tarîkatlardan mı icâzet aldığını gösterir. Hırkanın koyu renkli siyah veya lâcivert olması dikkat çekmektedir. Giyilen hırkalar yamalıdır. Giyilen hırkanın yıpranmış olanı makbûldur. Yolculukta giyilen hırkalar farklıdır. Ȃyin-i Şerîfin icrâsı sırasında giyilen hırkalar farklıdır, günlük hayatta giyilen hırkalar farklıdır ve hizmet ederken giyilen hırkalar farklıdır. Dervişin alȃmet-i fȃrikası olan kıyâfetlerden biri de başına koyduğu tȃcıdır. Derviş tȃcı mensup olunan tarîkatın bir remzidir. Tȃclardaki terkler tarîkatların özelliğine göre farklı sayılardaki dilimlerden oluşmaktadır. Dolayısıyla İslȃm toplumundaki derviş zümrelerinin kimlikleri kıyâfetlerine yansımaktadır. İslȃm toplumunda derviş zümrelerinin acayip topluluklar, illegal gruplar ve tanınmayan zümreler olarak dolaşmasına fırsat verilmemiştir. Derviş zümreleri giydikleri kıyâfetin adamı olma mecbûriyetini yüreklerinde hissederler. Medeniyetlerine, inançlarına, toplumlarına, dergȃhlarına ve dervişlik edebine aykırı davranmaya mecalleri olamaz. Toplumsal kontrol mekanizmaları onlara kendi dünyâlarının ve sorumluluklarının dışına çıkmaya müsaade etmez. Sȗfȋlerin, ulemânın, tüccârın, esnafın veya askeriyenin kıyâfetleri onların sosyal sorumluluklarının ifâde biçimidir. Kültür dünyâmızda kıyâfetlerle kimlikler arasında bir uyum olmuştur. Kıyâfetlerin sorumluluk yükünün işâreti olması beyân edilirken, giyim kuşamda abartıya kaçılmaması gerektiği, tasavvufun kılık kıyâfete indirgenmemesi gerektiği, sûretperestliğe bürünmemek gerektiği vurgulanmıştır. Bu duygudan hareketle Melȃmiyye Hareketi doğmuştur. Melȃmȋler bu hassâsiyetleri gereğince tȃc ve hırka giyinmekten kaçınmışlar, tarîkat alȃmetleriyle dolaşmaktan uzaklaşmışlar, sıradan insanlar gibi yaşamaya özen göstermişler, tekke kurmaktan, vakıf sâhibi olmaktan kaçınmışlardır. Makâlemi Yûnus Emre’nin şu dizeleriyle sonlandırmak istiyorum: Dervişlik olaydı tȃc ile hırka Biz de alırdık onu otuza kırka. Prof. Dr. Kadir Özköse (Mayıs 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak