Kıymetli kardeşlerim!
Azgın nefsimizi terbiye etmek için mürşide teslîmiyet gerekir. Mürşid-i kâmilin nefsimizin ıslâhı için bizleri tâbî tuttuğu her türlü imtihâna da sabretmek gerekir. Nefis terbiyesinde teslîmiyet ve sabır çok önemlidir. Sizlere bu meseleyi daha da kolaylaştırmak için, uzun yıllar şeyhlerine hizmet eden iki mürîdin menkîbesini nakledeyim:
Şeyh Efendi, bir gün yatsı namazını kıldırmak üzere imâmete geçer. Efendi Hazretleri namaza başlamak üzere iftitah tekbirini ‘Allâhu Ekber!’ diyerek alır. Arkasında cemâat olan iki mürîdi ise tekbir almak için ellerini kaldırırlar. Aman yâ Rabbi! Bir de ne görsünler? Şeyh Efendi’nin kulaklarının yerinde iki tâne merkep kulağı var. Nefislerinin verdiği vesveseyle kendi kendilerine söylenmeye başlarlar: ‘Allah Allah, keşfimiz açıldı, şeyh deyip kendisine intisâb edip dersini çektiğimiz, Mânâ Âlemi’nde merkepmiş meğer.’
Namaz sona erdikten sonra birisi diğerine ‘Yazık söyleyelim de tövbe etsin, kurtulsun’ der.
- Efendim! Kusura bakmayın da bizim keşif gözlerimiz açıldı. Biz, sizin kulaklarınızın yerinde iki merkep kulağı görüyoruz.
- Vah vah! Öyle mi evlâdım? O zaman şu ustura bıçağını alın da bâri ben namaza durunca yine gözükürse kesin atın o kulakları oradan.
Şeyh Efendi namaza durmuş, kulaklar çıkıvermiş, müridler de kesivermişler. Namaz biter bitmez Şeyh Efendi geriye dönmüş, iki mürîdinin de üstü-başı kan olmuş. Meğer onlar, kendi kulaklarını kesip atmışlar. Aynada kendilerini görüyorlarmış.
Şeyh Efendi, onlara: ‘Ben, nefsinizi tebdîl ede ede, kötü huylarınızı iyileştire iyileştire, sizin nefsinizi insâniyete çevirecektim. Nefsinizi millete menfaati olan merkebe tahvîl ettim idi. Ama sizler sabredemediniz. Sabırsız dervişler bu kapıya lâyık değildir. Şeyhine su-i zanda bulunan dervişlerle bizim işimiz olmaz. Çıkın dışarı! Çıkın! Kabûl etmiyorum, reddediyorum sizi!’ der ve onları huzûrundan kovar.
Hem mürşid-i kâmil demişler, hem istihâre etmişler, sonra da intisâb etmişler, fakat tahlîl edememişler meseleyi.
Neden? Çünkü ilim ehli değiller. Tarîkat için ilim lâzım.
Es’ad-ı Erbilî Hazretleri de aynı şekilde kıymetli pederim Şeyh Mustafa Hulûsî’nin nefsini katletmişti. Bu olayın olduğu gün sevgili anneciğim bir rüyâ görmüş. Rüyâsının akabinde başlamış ağlamaya. Ağıtına büyükannem uyanmış.
- Niye ağlıyorsun kızım?
- Rüyâmda şeyhi oğlunuzun boğazını kesti, kan oluk oluk akıyordu. Dayanamadım, ağlıyorum.
Büyükannem velî bir hanımdı. Rüyâyı hemen yorumlamış:
- Şeyhi oğlumun nefsini bugün katletti. Islâh etti.
Bu azgın nefsi kesmek, ıslâh etmek bizlerin elinden gelmez. Ancak nefs-i emmâre, bir mürşid-i kâmilin hakîkat kılıcıyla kesilirse nefs-i mutmainne’ye, nefs-i râziye’ye, nefs-i merziyye’ye dönüşür. Mürşid-i kâmile teslîm olmalı iyice. O, akıl, zikir, hilm, sabır, kanâat, tevekkül, tevâzu ile kötü huylarımızı iyileştiriverir. Bizlerde hırs var, tama var, buhl var, adâvet var, buğz var, hased var, kibir var, yalan var. ‘Yok, yok!’ diyoruz ama kendi kendine patlak veriyor, ortaya çıkıyor. Yaralarımız çok. Bunlardan kurtulmamız içinse bir tabîb-i hâzık, bir mânevî doktora muayene olmalıyız. Mânevî doktorun Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı reçetelerle devâ bulmalıyız. Bu ilaçları, istenildiği kadar -tadı acı olsa da- devâ için içmeliyiz.
Allah Teâlâ Hazretleri, mânevî hastalıklarından kurtulan ve kendisine hakîkî kul olanlardan eylesin bizleri. (Âmîn)
Hamd olsun âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a.
Eylül 2020, sayfa no: 36-37
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak