Hz. Mevlânâ, yeryüzünde Hz. Peygamber’den (sav) sonra üzerinde en çok konuşulan insanlardan birisidir. Özellikle 2007 yılını UNESCO’nun ‘Mevlânâ Yılı’ olarak ilân etmesinden sonra insanların Mevlânâ’ya olan ilgisi daha da artmış, birçok görkemli tören ve sempozyumlarla Hz. Mevlânâ’nın ölümsüz mesajları tüm dünyâya ulaştırılmaya gayret edilir hâle gelmiştir. Elbette Hz. Mevlânâ’nın dikkat çeken bu yönü yalnız Müslümanları değil gayrimüslimleri de tesiri altına almıştır. Bugün sâdece Amerika’da Mevlânâ ile ilgili olarak kurulan yüzlerce dernek bunun en belirgin kanıtıdır. Bu tesir alanının bu kadar etkili olmasında, onun insanlığa yön veren mesajlarının sâdece insanlığın bir kesimine âit olmayan evrensel mesajlar olması gerçeği yatmaktadır. Bu evrensel mesajları anlamak ve günümüz insanının boğuştuğu birçok sorundan kendisini kurtarmak isteyen inançlı-inançsız herkes onun etki alanında bir anda kendisini bulmuştur. Biz bu çalışmamızda Hz. Mevlânâ’yı, herkesin baktığı açıdan görme arzusunun yanlışlığı üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü bütün insanlığa mâl olmuş böyle şahsiyetler, yaşadıkları dönemlerde ve vefatlarından sonra maalesef istismâra açık bir hedef hâline gelebilmektedirler. Bu sözümüzle herkesi, insanlara anlatılan Hz. Mevlânâ’nın hangi kategoride değerlendirildiğini düşünmeye dâvet etmek istiyoruz. Çünkü Hz. Mevlânâ kimilerine göre insanlığı ve insânî duyguları temel alan bir hümanist; kimilerine göre düşünceleriyle insanları etkileyen bir düşünür; kimilerine göre büyük bir felsefeci; kimilerine göre bir Moğol ajanı; kimilerine göreyse bir aşk âbidesidir. Hz. Mevlânâ’yı insanların bu kadar farklı değerlendirmeleri aslında yadırganacak birşey değildir. Çünkü herkes Hz. Mevlânâ’yı baktığı pencereden, görebildiği kadarıyla değerlendirmeyi tercih ediyor. Bu da insanları birçok ‘Mevlânâ Modeli’ ile karşı karşıya bırakıyor. Zaman zaman üzerinde durulması gereken en önemli noktalar, bu değerlendirmelerin gölgesinde kalabiliyor. Hz. Mevlânâ’yı anlatmaya, ifâde etmeye çalışan insanların birçoğunun, belki de iyi niyetli olarak atladıkları yönleri ve bu yönlerin ifâdesi ile elde edilecek daha etkili bir sistemi dile getirmek istiyoruz. Çünkü Hz. Mevlânâ, aşağıda zikretmeye çalışacağımız yönleri dikkate alınmadan anlatıldığında hem eksik hem de birilerinin gölgesinde kalan bir portreye sıkıştırılmış olmaktadır. MÜMİN/MÜSLÜMAN MEVLÂNÂ Hz. Mevlânâ herşeyden önce, bir olan Allâh’a şeksiz ve şüphesiz îmân eden, O’nun kulu ve Resûlü olan Hz. Muhammed’i (sav) kendisine peygamber olarak benimseyen, ehl-i sünnet inancına sıkı sıkıya bağlı, İslâm’ın temel inançlarının hiçbirisinden asla tâviz vermeyen ve bu inancını her platformda cesurca dile getiren son derece güçlü bir îmâna sâhip kâmil bir mü’mindir. O, bu inancını, ‘Ben yaşadığım sürece Kur’ân’ın hizmetkârıyım. Hz. Peygamber’in (sav) ayağının tozuyum. Kim bundan başka benden bir söz aktarırsa, o kişiden de, o sözden de şikâyetçiyim’1 sözüyle teyit etmiştir. Çok net ifâdelerle, Hz. Mevlânâ, bütün ömrünün özetini sunmaktadır. O, Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’e (sav) ömrünü adayan, tasavvufun ana hedeflerinden birisi olan kâmil mü’minlik makamına ulaşmış bir müslümandır. Onun eserleri incelendiğinde, bütün sisteminin merkezinde ‘Tevhîd’ anlayışının olduğu görülecektir. Allâh’ın varlığı, birliği, Hz. Peygamber’in (sav) O’nun kulu ve Resûlü olduğu, İslâm’ın en son ve en mükemmel din olduğu gerçeği ve Kur’ân’ın, insanlığın kurtuluş reçeteleriyle dolu son ilâhî kitap olduğu hakîkatinin sürekli vurgulandığı açıkça müşahede edilecektir. Bu yönüyle birçok farklı din mensuplarının dikkatini çeken Hz. Mevlânâ, onlardan daha önce İslâm dünyasının ilgisini üzerine çekmesi gereken bir insandır.2 Çünkü onun evrensel mesajlarına hayat veren kanallar hep, tevhîd inancına sâhip birisi olmasından ve tevhîdin ana kaynakları olan Kur’ân ve sünnetle beslenmesinden neşv ü nemâ bulmaktadır. ÂLİM/BİLGİN MEVLÂNÂ Hz. Mevlânâ, çok iyi yetişmiş bir İslâm âlimidir. O, babasından itibâren dizinin dibinde yetiştiği bütün âlimlerden en üst derecede istifâde ettiği zeki ve başarılı bir öğrencilik döneminin ardından ilimde yüksek bir mertebeye ulaşmış, kısacası bilgisini sağlam temeller üzerine inşâ etmiş büyük bir âlimdir. Bu ilminin ağırlığını devâsa eseri ‘Mesnevî-i Şerîf’e bakarak rahatça idrâk edebiliriz. Çünkü ona gelinceye kadar ‘mesnevî’ iki mısra hâlinde yazılan her türlü şiire verilen bir isimdir. Ama mesnevî onunla çok farklı bir anlam kazanmıştır. Çünkü onun yirmi bin beytten fazla beyitle meydana getirdiği mesnevîsi, mesnevî denilince akla ilk gelen muazzam bir eser olmuştur. Sâdece bu eserini bile gözönüne almak onun ilmî derinliğini anlatmak için yeterli olacaktır. Bu eseriyle birlikte ‘Fihî mâ fîh’ ve ‘Divân-ı Kebîr’ gibi diğer eserleri de göz önünde bulundurulunca onun ilmine olan hayranlığımız daha da artacaktır.3 Bu hayranlık târih içerisinde öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, Molla Câmî onun mesnevîsi için ‘Hz. Mevlânâ peygamber değildir ama kitabı vardır’ değerlendirmesinde bulunmuştur. Hazretin Mesnevî’sinde, Fihî mâ fîh’inde ve Divân-ı Kebîr’inde ortaya koyduğu, İslâmî ilimlere olan hâkimiyeti gerçekten hayranlık uyandırmaktadır.4 Bu eserlerine baktığımızda sâdece şiirdeki kudretini değil tefsir, hadîs, tasavvuf, târih gibi birçok ilim dalındaki seviyesini de müşahede etme imkânı bulabiliriz. PSİKOLOG MEVLÂNÂ Hz. Mevlânâ, kişinin psikolojik özelliklerini çok iyi tanıyan, zaaflarını ve hırslarını tesbitte emsâlsiz bir konuma sâhip -günümüz ifadesiyle- bir psikologtur. İnsanlar arasında bu kadar etkili bir yer işgâl etmesinin ardında yatan en önemli etmenlerden bir tânesi de budur. Ömrünü insanların bu zaaflarını tedâvi için geçiren Mevlânâ, kendisine gelen herkese iyilik anlamında bir şeyler sunabilen bir gönül insanıdır. O, gönüllere hitâb eden, eksik ve zaafların ilaçlarını sâhiplerine usûlünce bildiren bir psikiyatrdır. SÛFÎ MEVLÂNÂ Bu tespit ve tedâvi yöntemlerini Hz. Mevlânâ tasavvufun ince sırlarına vâkıf bir sûfî olarak gerçekleştirmiştir. Devletin zirvesinden dağdaki çobana kadar halkın her kesimine hitâb eden Mevlânâ, bütün insanların ortak derdi olan nefsin ıslâhı için çaba ve gayret gösteren, ‘Nefsini bilen Rabbini bilir’5 felsefesi ile hareket eden harâretli bir derviştir. O öyle bir derviştir ki, aynı zamanda hem mürîd hem de mürşid olmuştur.6 Şems-i Tebrizî (ö.?) onun hem mürşidi hem mürîdi, Hz. Mevlânâ da Hz. Şems’in hem mürîdi hem mürşidi olmuştur.7 Daha önce Seyyid Burhâneddin’in (ö. 638/1241) mânevî terbiyesi altında başladığı manevî eğitimini öyle bir noktaya getirmiştir ki artık aşk çağlayanı olmuştur Mevlânâ… Artık, târihte olduğu kadar günümüzde de bütün dünyâyı kasıp kavuran Mevlevîliğin pîridir Hz. Mevlânâ… SOSYOLOG MEVLÂNÂ O, topluma yön veren, toplumun her kesimini kucaklayan, kapısını ümitsizlik kapısı olarak görmeyen, bütün insanlığın kurtuluşu için uğraşan bir toplum bilimci/sosyologdur. Devrinin süper gücü Selçuklu Devleti’nin birçok yöneticisini tesiri altına alan, vefât ettiği zaman cenâzesini farklı din mensuplarının dahi paylaşamadığı, toplumu birleştirici bir unsurdur Mevlânâ… Bu tesirine çok büyük bir katkı sağlayan özelliklerinden birisi de şüphesiz ki onun olayları aktarışındaki üslûbudur. Vermek istediği mesajı öyle bir betimlemeyle okuyucusuna veya dinleyicisine sunmaktadır ki bu tasvir, muhatabını hayâtı boyunca etkileyen bir mesaj olarak hâfızadaki yerini almaktadır. Herkes hikâye, menkıbe ve birçok târihî olay anlatmaktadır ama onunki gibi bir anlatıma ulaşmak mümkün olmamaktadır. O öyle bir anlatmış ki, yirmi binden fazla beyti olan Mesnevî’sini ezberleyen nice Mesnevîhanlar çıkmıştır. Bu da tarihte çok az kitaba nasîb olan bir durumdur.8 HOŞGÖRÜLÜ MEVLÂNÂ Hz. Mevlânâ, İslâm’ın hoşgörüsünü gerçek anlamıyla anlayan ve anlatan büyük bir tebliğcidir de… O, dünyâda müslümanların hepsinin yerine getirmesi gereken uyarı ve irşâd görevlerini eksiksiz yerine getiren, gönüllere hitâb eden bir gönül doktorudur. Yoksa ‘Ne olursan ol gel’ diyerek herkesi inanç ve ahlâk konusundaki yanlışlıklarıyla kabûl eden birisi değildir. O bu mesajıyla esas kurtuluş yolunun İslâm dâiresinde olduğunu belirtmek istemiştir. Hatâlardan dönülmesinin bir erdem olduğunu vurgulamak için bu ve benzeri sözleri dile getirmiştir.9 Bu yönüyle Mevlânâ, İslâm’ın mesajını bütün insanlığa ulaştıran, Hz. Peygamber (sav)’in hoşgörü anlayışını bütün dünyâya tanıtan bir isim olmuştur.10 AŞK ÂBİDESİ MEVLÂNÂ Mevlânâ deyince atlanması mümkün olmayan bir konudur, aşk. O, âşıkların pîri olarak anılmayı haketmiş; Allâh’a, Resûlüne, İslâm’a, Kur’ân’a, müslümanlara, bütün insanlara, bitkilere, hayvanlara aşk nazarıyla bakabilen aşk âbidesi bir şahsiyettir. Onun aşk anlayışı temelde Allah aşkına dayandığı için bütün varlık ve kâinat onun aşk anlayışından nasîbini almıştır.11 Çünkü Mevlânâ, ‘Yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi’ kendisine şiar edinen Yûnus Emre (ö.720/1320-1321) gözüyle kâinata bakmaktadır. Seyyid Burhâneddin, Şems-i Tebrizî, Sadreddin Konevî, Yûnus Emre ve daha ismi zikredilmeyen binlercesi onun aşk çemberi içerisinde eriyen kişiler olmuştur.12 Netîce olarak Hz. Mevlânâ, birilerin iddia ettiği gibi, ne bir hümanist ne de sâdece bir filozoftur. O, gönüllere şifâ sunan îman nûrunun kılavuzluğunda İslâm’ın ve tasavvufun özünü iyi kavramış, insanlığın rehberi, aşk âbidesi bir sûfîdir.13 Onun çok yönlü kişiliğini burada sıralananlarla sınırlamamız mümkün değildir. Ama Hz. Mevlânâ’yı anlamaya ve anlatmaya çalışan herkese bir tavsiyemiz olacaktır: ‘Hz. Mevlânâ, bütün yönleriyle anlaşıldığı ve anlatıldığı zaman etkinliğini daha da artıracak bir kimsedir. Bu yüzden o, sâdece hoşgörü fikri ve insanı temel alan yönleri değil asırları aşan îmânı, Kur’ân’a ve sünnete olan bağlılığı, aşk boyutu, ilmî birikimi ve daha birçok yönü düşünülerek değerlendirilmelidir. Bu tür bir değerlendirme hem onu daha iyi anlamamızı sağlayacak hem de onun, kargaşalar içerisinde bocalayan insanların gönüllerini ferahlatacak mesajları daha da etkili olacaktır.‘ Hz. Mevlânâ’yı ve mesajlarını doğru anlamak temennisiyle… Dipnotlar: [1] Emine Yeniterzi, Mevlana Celâleddin Rûmî, TDVY, Ankara 1997, s.1-213; Sahih Ahmed Dede, Mevlevîlerin Tarihi, Haz: Cem Zorlu, İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s.47-349. 2 Bu konudaki farklı değerlendirmeler için bkz; Osman Nûri Küçük, Mevlânâ ve İktidar, Rûmî Yayınları, Konya 2007, s.11-141. 3Mevlana Celâleddin Rûmî, Mesnevî-i Şerif, Terc: Süleyman Nahifî, Hazırlayan: Âmil Çelebioğlu- Timaş Yayınları, İstanbul 2007. 4 Tahirü’l-Mevlevî, Mesnevî Şerhi, İstanbul 1971, c.VI, s.46-47. 5 Bu söz hakkındaki değerlendirmeler için bkz; Ahmet Ögke, Kur’ân’da Nefs Kavramı, İnsan Yayınları, İstanbul 1997, s.72. 6 O. Nuri Küçük, Mevlana’nın Tasavvufî Görüşleri, Rûmî Yayınları, Konya 2007, s.12-175. 7 Bayram Ali Çetinkaya, Şems-Mevlana Dostluğu, İnsan Yayınları, İstanbul 2007, s.63-75. 8 Bu anlamda, son yüzyıldaki Mevlevî tekkeleri ve fonksiyonları için bkz; Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, Vefa Yayınları, İstanbul 2007, s.44-377. 9 Ali Akpınar, Mevlana Gözüyle Kur’ân’a Bakış, Nasihat Yayınları, İstanbul 2007, s.1-219. 10Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, Haz: Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Kitabevi, İstanbul 2006, c.I, s.357–421. 11 Tahir Taner, Mevlana Öldü mü?, Kaynak Yayınları, İstanbul 2004, s.11-12. 12 Safi Arpaguş, Mevlana ve İslâm, Vefa Yayınları, İstanbul 2007, s.73–244. 13 Burhan Yılmaz, Bilinmeyen Mevlana, Kozmik Kitaplar, İstanbul 2005, s.141-151.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak