Ara

Şehir ve Din

Şehir ve Din

Dünyânın en büyük imparatorluklarına başkentlik yapmış, târihin her döneminde hatırı sayılır bir önemi hâiz nâdîde şehir; İstanbul. İstanbul iki defa din değiştirmiş olmasına rağmen hâl-i hazırda seküler bir şehir gibi. Şehrin dîni olur mu demeyiniz hemen, 100 sene evvelki İstanbul taş gibi Müslümanmış meselâ. Veya 700 sene evvelki İstanbul Ortodoks imiş. Daha da eskiden Paganmış bu şehir. 

Şehirler dinlerini mîmârîleriyle beyân ederler. Evlerin, sarayların, mâbedlerin mîmârîsiyle. Şehrin sâkinleri dinlerini, bugünün aksine, yalnızca özel hayat bağlamında yaşamadıkları için şehir de meskûnlarının dînine göre şekillenir, o dînin zihniyetini yaşatır sokaklarında. Fetihten sonra İstanbul’un yaşadığı dönüşüm izlendiğinde hem siyâsî otorite hem de halk tarafından Müslümanlaştırılan bir şehir görmek mümkündür. Yükselen minâreler bu dönüşümün mîmârî alâmetiyken dünyâ hayâtının fânîliğini temsîlen, evlerin ahşaptan yapılması zihniyet dönüşümünü yansıtır. Nitekim Osmanlı toplumunda taş ev yaptıranlar “dünyâya kazık çakmak” ile ithâm edilip kınanırmış. Şehrin içine hattâ evlerin bahçesine kadar giren mezarlıklar da zihniyet dönüşümünün bir örneğidir. Sultan Fatih, orduları şehre girince surların içinde şehit olanların derhal oraya defnedilmesini emretmiş. Bu hâdise de hem mîmârî hem zihnî dönüşüme örnek verilebilir.

Şehrin dîni, siyâsî otorite ve sâkinlerinin dîni olsa da şehir planlamasında her din için ortak olan ve değişmeden süregelen bâzı müşterek özellikler vardır. Bunların en başında tabiatla mîmârînin uyumu gelir. Şehrin dîni ne olursa olsun tabiatı tahrip etmek târihte pek rastlanan bir durum değildir. Nüfûsun mâkûl seviyesi, teknolojinin kıtlığı gibi faktörlerle berâber insanların kendilerini doğanın bir parçası olarak görmeleri de zihniyet dünyâsı bağlamında tabiat-şehir uyumunun önemli bir sebebidir. 

Her dînin şehir planlamasında ortak olan noktalardan biri de büyük ölçüde gelir adâletinin sağlandığı ve komşuların birbirinin hakkına tecâvüz etmediği sokaklardır. Elitler sınıfı müstesnâ, her ev birbirine yakın büyüklükte ve aynı yüksekliktedir. Ortada faydalanılacak bir manzara varsa evler birbirlerini bu güzellikten mahrum bırakamaz. Geleneksel şehirde güneş, her eve eşit muamele eder. Modern kent, semtlerini iktisâdî sınıflara göre ayrıştırırken Müslüman şehirde, örneğin eski İstanbul’da, her katmandan âile aynı mahallede yaşar. Paşa konağına giren kuzu etinden komşular da ve hattâ sokak hayvanları da nasîbini alır. 

Müslüman İstanbul’un kültürü, medeniyetler târihinin en yüksek seviyelerinde bir yer işgâl eder. Zîrâ bu şehrin kendine has bir müziği, yazı stili, mîmârîsi, dili, dînî kültürü vardır. Günde beş defa İstanbul’un minârelerinden yükselen ezanları düşünelim. Hakîkî bir İstanbullu, hangi vakitte olduğunu unutmuş olsa dahi okunan ezanın makâmından içinde bulunduğu saati anlar. 

Müslüman İstanbul’un en önemli tezyînat vâsıtası hem görüntüsüyle hem mânâsıyla insan rûhuna hitâb eden hüsn-ü hat levhalarıdır. Câmilerin kubbesinde, medreselerin kapısında, kütüphânelerin duvarında, çeşmelerin başında rastlayabileceğimiz bu güzel yazıların birbirlerini tekrarlamadığını görürüz. Her defasında farklı bir manzûmenin, âyetin veya hadîsin farklı bir yazı stiliyle meşk edildiği vâkîdir. Tekrârın olmayışı bu kültürün diri olduğuna delâlet ediyor olsa gerek. Aynı hocanın iki talebesi dahi birbirini kopya etmiyor, her defasında orijinal eserler ortaya koyuyorlar. 

Eski İstanbul’a dâir sayılan bu hasletler şehirde zengin bir ruh dünyâsının hâkim olduğunu gösteriyor. Modern dünyânın makineleşmeye zorladığı insan ve sanâyileşmenin, iktisâdî kalkınmanın mekânı hâline gelen kentin yitirdiği zengin bir ruh. Kültürü ve medeniyeti oluşturan da bu ruhtur. Bedenin sonu gelmeyen iştihalarına teslîm olmamış insanların inşâ ettiği bir şehri kendisini bedenden ibâret zanneden torunlarının ne hâle getirdiği ortadadır.

Kasım 2022, sayfa no: 54-55

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak