‘Vaslın bana hayat verir firkatin memât
Subhâne hâliki halaka’l-mevti ve’l-hayât’1
Kelime anlamı itibâriyle; ‘ayrılık, hicran ve sıla hasreti’2 gibi anlamlara gelen firkat, tasavvuf terminolojisinde vuslat kavramının zıddı olarak kullanılmıştır. Firkat; ‘zâhiren veya bâtınen Hakk’tan başkasına iltifât etme’ mânâsında âşığın/sâlikin sevgilisinden ayrı ve uzak düşmesini ifâde eden ‘hicran’ ile eş anlamlı kullanılan bir kavramdır.3 Tasavvufta ideal/nihâî hedef sevgiliye kavuşma hâlini ifâde, vuslata erebilmektir. Bu nihâî hedefe ulaşamayan sâlik, Leyla’sı için çöllere düşen Mecnun gibi firkat ateşinin tesiriyle yanıp tutuşur. Sâlikin vuslat hasreti asıl vatanı olan ruhlar âlemindeki yakîn hâline tekrar ulaşabilme kaygısından kaynaklanmaktadır. Sûfî düşünceye göre, her dâim sâlik vuslat hasretiyle kavrulmalıdır ki bu heyecânı dolayısıyla firkat ateşinden kurtulup vuslat sırrına ulaşabilsin.4
‘Tâ ezelden düşdi ol yâr ile bâzârum menüm
Firkatinden arşa çıhdı nâle-i zârum menüm’5
Sûfîler, ‘ulaşmak, erişmek, ermek, olgunlaşmak ve kemâle ermek’6 gibi anlamlara gelen vuslat hedeflerine kilitlenmeyi yaratılış gâyesine uygun bir hareket metodu olarak kabûl etmişlerdir. Onlara göre sâlik, halk perdesiyle perdelenmek ve vahdet/birlik makâmından uzak kalmak mânâsına gelen firkatin tehlikeli girdaplarından bir an önce kurtulmalı ve Hz. İbrâhîm (a.s) gibi ‘Şüphesiz ben sâdece hak dîne (tevhîde) boyun eğip yüzümü gökleri ve yeri yaratmış olan Allâh’a çevirdim’7 ifâdelerinde yer alan vuslat olgunluğuna kavuşmalıdır.8 Hz. Mevlânâ’nın ifâdesiyle sâliki vuslata erdirecek ölüm dahi olsa sâlik bu tecrübeyi sevgilisine kavuşma fırsatı olarak görmelidir: ‘Canı O aldıktan sonra, cana ölüm şeker gibidir. Onunla olduktan sonra, ölmek candan tatlıdır bize.’9
Sûfîlere göre firkat, zulumâtın/derin karanlıkların bireyi kapladığı, mâsivânın kalbi bürüdüğü ve sâlikin nurlara ulaşmasına engel olan bir haldir. Vuslata ulaşıncaya kadar sâlikin firkat ateşinde yanması devâm etmektedir. Ezelde Rabbi’nden ayrılan rûhun ıstırâbıyla başlayan bu ayrılık ateşi ancak vuslatın sâliki teskin edici özelliğiyle sona erebilecektir:
‘Âteş-i firkate sûzân ola cism ü cânı
Sîh-i gamda ciğeri cevr ile biryân olsun’10
Sûfîler, firkat/ayrılık ateşinde yanışlarının vuslata ermek için bir vesîle olduğu kanaatindedirler:
‘Düşdi dil-i garîb-i men firkat-i hicr nârına
Tâ çeke cevr ü firkatin vuslat ola nigârına’11
Sûfîler, Allah Teâlâ’nın sevgisinin dışındaki her şeyden/mâsivâdan yüz çevirip ihlâsa/samîmiyete dayanan Allah sevgisiyle firkat nârından vuslatın nûruna kavuşulabileceğinin altını çizmişlerdir. Onlara göre firkat ateşinin sâliki yakıp kavurması nefsin ilâhî rızâya uymayan ve bitmek tükenmek bilmeyen isteklerinden kaynaklanmaktadır:
‘Nefsin meyine kanmasın
Firkat odına yanmasın
Mâsivâya aldanmasın
Al gönlümi senden yana
Dâim sen ol dilde sözüm
Seni fikreylesün özüm
Gayrıya bakmasun gözüm
Al gönlümi senden yana’12
Firkat ateşinin yüreklere verdiği hasret rüzgârlarının yerini vuslat sükûnetinin alması sûfîlerin temennîsidir:
‘Dosttan haberler getirsin
Deyin sabâ yellerine
Böyle bir firkat ateşi
Hakk vermesin kullarına’13
Sûfî düşüncede firkat hâli vuslatın kıymetini bilmek ve firkat denizinin yakıcı özelliğinin farkında olmak bakımından önemli görülmüştür:
‘Tâ olmaya zehrâbeceş-i firkatün ‘âşık
Derk eyleyemez lezzet-i vuslat neye dirler’14
Âşığın Sevgilisine Kavuşması: Vuslat
Sûfîlerin ifâdelerine göre âşık/sâlik, firkatin ateşinden vuslatın serinliğine hiç vakit kaybetmeden, nefsinin isteklerine dur diyerek ve rûhunun direktiflerine boyun eğerek ulaşmalıdır. Gerçek anlamda vuslat ölümle gelecek bir hal ise sâlik/âşık bunu hiç düşünmeden kabûl etmelidir:
‘Vermeyen cânın sana bulmaz hayât-i câvidan
Zinde-i câvid ana derler ki kurbandır sana’15
‘Cân u dilden tâlib isen dost visâlini eğer
Cismini yandır bu ‘ışkın odına bir pâre gel’16
Sûfîler, vuslata ermenin yolu ve vuslata eren sâlikin/âşığın durumuna da değinmişlerdir:
‘Kâmili bulsa çü kul vuslata buldı o yol
İbn-i Edhem gibi ol soyunup bî-’âr olur
Tahtının terkin uran taht-ı dile şâh olan
Bağ-ı cemâle iren devleti tekrâr olur
Bir kişi Ferhâd ola varı dağını dele
Şîrîn’ine yol bula manzarı dîdâr olur’17
Karabaş Velî’nin oğlu Mustafa Ma’nevî’nin buradaki tespitlerinden anlaşılmaktadır ki sâlik, İbrahim Ethem gibi, vuslata erebilmek için Allah Teâlâ’dan başkasından ar etmeyi unutmalı, varlığından tamâmen sıyrılmalı ve sevgilisinin dîdârına/yüzüne kavuşmak için nefsini adam etmelidir.
Hakîkî vuslata erebilmek için ölümü aşılması gereken bir engel olarak gören sayısız isimden birisi de Hz. Mevlânâ’dır. Ona göre nefsin isteklerine gem vurmamak, rûhu beden zindânına hapsetmek anlamına gelmektedir. Bu, firkatin sâliki yakıp yok etmesine ve anlamsızlığa doğru yelken açmasına sebep olmaktadır. Hz. Mevlânâ’nın ifâdelerinden anlaşıldığı kadarıyla firkat, ‘sevgilinin ayrılık hapsine düşmek’ mânâsına gelmektedir. Bu sebeple ayrılığın acısına dayanamayan sâlik, rûhunun aslî vatanına yaptığı çağrıya kulak vermeli ve insan-ı kâmil olmaya bir yol aramalıdır. Sâlikin arayacağı o yol da nefsini Hakk’ta fânî etmek ve O’nunla bâkî olma hâlini yaşamakta, bir başka ifâdeyle kesret tuzaklarını vahdet bilinciyle geçmekte gizlidir. Mevlânâ, vuslata ermede sâlike, ‘vuslata aklın değil aşkın kılavuzluğunda ulaşabileceği’ noktasında uyarıda da bulunmuştur. Ona göre, aşkın kılavuzluğunda benlik duvarından kerpiç koparabilen ve maddî bağlardan sıyrılıp mâneviyat kapısını açabilen kimseler vuslata ermeye adaydırlar.18 ‘Ölümü özlemeyen aşkı anlayamaz’ fikriyle hareket eden Hz. Mevlânâ’nın, gerçek vuslatın önündeki engelin ölüm olduğu ve bu engele gülümseyerek gidebilmenin gerektiğine dâir şu tespitleri son derece dikkat çekicidir: ‘Allâh’ın mevcûdiyetine iki tane ‘ben’ sığmaz. Hem sen, ben dersin hem de O; ikilik ortadan kalksın diye, ya sen O’nun gözünde ölürsün ya da O senin gözünde değerini yitirir. O’nun ne dışa yansıdığı şekliyle ne de zihinde canlandırıldığı hâliyle ölmesi söz konusudur; çünkü O, ebedî bir hayatla dâimâ diri olandır. O kadar rahmetlidir ki, mümkün olsa ikiliğin kaybolması için, senin için, ölürdü. O’nun ölmesi mümkün olmadığına göre, sen öl ki, O sende ortaya çıksın ve ikilik kaybolsun!’19
Sonuç olarak
Firkat ve vuslat konusu sûfîlerin anlam arayışlarındaki genel tavırlarını göstermesi bakımından önemli kavramlardır. Onlara göre firkat ateşi; nefsin tasallutlarına boyun eğen, mâsivâ veya ağyar şeklinde ifâde edilen Allah Teâlâ’nın dışındaki herşeyin sevgisiyle gönlünü dolduran ve rûhunun yükselişine destek olamayan kimseleri yakıp kavuran bir haldir. Dolayısıyla kişi/sâlik, bu halden bir an önce kurtulup vuslatın serin/engin ve güvenli sularına kendini bırakmalıdır. Sûfîlerin genel kanaatine göre sâlik, aklın değil aşkın kılavuzluğunda vuslat şerbetini içebilmek için ten kafesinden kurtulmalı, kesret deryâlarını bir bir aşıp vahdet sırrına ererek yaratıcısından başka herşeyin geçici/fânî olduğu hakîkatine vâsıl olmalıdır. Sûfîler, sâlikin bu olgunluk hâline ulaşabilmesi için varlığını Allah Teâlâ'nın varlığında yok etmesi gerektiğini yâni fenâ mertebesine ulaşmasını, vecd hâliyle hakîkat perdelerini aralamasını ve ölüm (mecâzî-gerçek) virajını aşmasını zorunlu görmüşlerdir. Onlar, firkat ve vuslat konusu dolayısıyla hayat ile ölüm arasında bireyin/sâlikin kâmil bir insan olabilmesi için takınması gereken tavrı da ifâde imkânı bulmuşlardır. Onlara göre ölümü özlemeyen aşkın ne olduğunu tam mânâsıyla anlayamaz. Onlar bu kanaatleri ile, geçici olanın değil bâkî olanın sevgisini/rızâsını hedeflediklerini gözler önüne sermişlerdir.
Abdullah Sivaslı
Dipnotlar
1 Fuzulî, Divan, Hazırlayanlar: Kenan Akyüz, Süheyl Beken, Sedit Yüksel, Müjgan Cunbur, Akçağ Yay., Ankara 1990, s.149.
2 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.138.
3 Süleyman Uludağ, ‘Fark’, İA, c.XII, s.171; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.168.
4 Osman Hulûsî-i Darendevî, Divan, s.8-9.
5 Muhsin Macit, Karakoyunlu Cihânşâh Hakîkî’nin Türkçe Şiirleri, KB Yay., Ankara 2012, s.47.
6 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.375.
7 Enam 6/79.
8 Erdem Can Öztürk, ‘Seyyid Nizamoğlu’nun Mürşid ve Müridler Hakkındaki Manzumeleri’, Sûfî Araştırmaları, Sayı: VII, s.45.
9 Celâleddin Bâkır Çelebi, Hz. Mevlânâ Okyanusundan, Konya Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yay., Konya 2002, s.112.
10 Abdülkâdir-i Gulâmî, Divan, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1291. s.70.
11 Macit, Karakoyunlu Cihânşâh Hakîkî’nin Türkçe Şiirleri, s.57.
12 Bayram Ali Çetinkaya, ‘Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer’, Elmalı: Şehir ve Değer, Editör: Bilal Kemikli, Antalya 2010, s.58.
13 Cihan Okuyucu, ‘Gümüşhanevî Hakkında Temel Bir Kaynak: Mustafa Fevzi Efendi’nin Menakıb-ı Ziyaiyyesi’, I. Uluslar Arası Ahmed Ziyaeddin-i Gümüşhanevî Sempozyumu Bildirileri Kitabı, Gümüşhane Üniversitesi Yayınları, Gümüşhane 2013, s.105.
14 Mehmet Özdemir, ‘Koca Râgıb Paşa’nın ‘Neye Dirler’ Redifli Gazelinin Düşünce Alanı Merkezli Metin Çözümleme Yöntemi’ne (Dam) Göre Şerhi’, TSA, YIL: XVIII, Sayı: II, s.196.
15 Abdülhakim Kılınç, Fuzulî’nin Türkçe Divanı’nda Zaman, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), ADANA 2007, s.143.
16 Kuddûsî, Divan, s.109.
17 Mustafa Tatçı, ‘Üsküdarlı Bir Mutasavvıf Şair: Mustafa Ma’nevî’, Üsküdar Sempozyumu I Bildiriler, Seçil Ofset, İstanbul 2004, c.II, s.310-311.
18 Hz. Mevlânâ’nın firkat ve vuslata bakışı konusunda geniş bir değerlendirme için bkz., Kadir Özköse, ‘Mevlânâ Düşüncesinde Firkat ve Vuslat’, Tasavvuf: İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2003, Sayı: XIV, s.233-250.
19 Michaela Mihriban Özelsel, Kalbe Yolculuk -Alman Psikoloğun Hac Günlüğü ve Bir Manevi Uyanmışın Hikâyesi, Tercüme: Seda Çiftçi, İstanbul 2003, s.151.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak