Ara

Safımız O’ndan Yana

Safımız O’ndan Yana

Bilmediğimiz sözlüklerin harfleri ve kelimeleri, bize bir yol çizmiş ve timsâller oluşturmuş. Mâzîmizin mâhiyeti meçhul çılgınlıklarının limanına demirlerken, gayya kuyuları ideolojik amaçlarımız hâline gelmiş. Yönlendirilmiş ve icbâr edilmiş uzun bir sürecin aveneleri olarak ekseriyetle sızlanma yolunu tercîh etmişiz. Hâlbuki mîrâsımızın şânı, muhîtini korumakla meşhurdur. Bu şânın nişânesi, bāzan ölümüne sebât etmek, bāzan da hicretin rahmetine sığınmak olmuştur. Lâkin her hâlükârda pusulanın istikāmetinden zerre-i miskal sapma yaşanmamıştır. 

İnsanoğlu, en âdil tanımını duruşu, tarafı ve tercîh ettiği safıyla yapar. Bir anlık duruş, karakterin asıl resmidir. Bu resmin en net hâli ise, zor zamanlarda kendini izhâr eder. Müşkül vakitler, kişiyi kendince birtakım kurtuluş yollarına yöneltir. Tam bu aşamada kişinin karakteri mukaddes değerlerden vazgeçmiyorsa, hakīkatin hükümlerine râm olmuştur; fakat menfaatler etrâfında tavâf ediyorsa, aldanmanın ve aldatmanın heyûlâsına kapılmış demektir. Aldananların ahlâkı cıvık, mülâhazaları uydurma ve lisanları argodur. Böylesi kişileri milletimiz omurgasız olarak tanımlamıştır. Bunlar, hiçbir kutsalın ilânihâye bekçiliğini yapamadıkları gibi, hiçbir değerin türbedarlığında da sebât edemezler. 

İslâm-Türk medeniyeti, bütün maskelerden âzâde olarak, süreç içerisinde bāzı anlayış ve îtiyatlarla yekvücut olmuştur. Yāni bu büyük medeniyet, ilâhî nizâmın kāidelerine ve kavramlarına kendini hasretmiş ve bizâtihî onlarla müşahhas hâle gelmiştir. Kendi mefhumlarıyla neşvünemâ ederek, asırlarca dokunduğu her şeyi mâmur kılmıştır. Bununla da kalmayıp bâd-ı sabâ gibi estiği cümle mekânlarda, kararmış ve firavunlaşmış çehreleri şuaların aydınlığına tebdîl eylemiştir. Bu îtibarla İslâm medeniyetine umut, mücâdele ve îman medeniyeti dersek yanılmış olmayız. Çünkü bu mefhumların her birinin nereden geldiği, nerede durduğu ve nereye varmak istediği bellidir. 

Kesif ve korkunç şartlar altında bütün kalpler ye’se düşebilir. Aslında koşullara gösterilen dirençsizlik, kalbin, aklın ve rûhun hangi gıdādan beslendiği ile ilgilidir. Yanlış yerde duranların ve yanlış boyalarla boyananların, keder fırtınasına direnemeyip hayıflanması beyhûdedir. Çünkü felce uğramış zihniyetin çökmesi kaçınılmazdır; buna mukābil duruş sāhibi olanların ise bayraklaşan umutları vardır. Renklerin gizliliğine bürünmeden şahsiyet ve ciddiyetin tüm emârelerini üzerinde taşıyan fertler, meş’um fikirlerin bölücü hezeyanlarına aldırmazlar. Bilirler ki umut diri kaldıkça, hayâtın keskin testeresi aşama aşama törpülenir. Fakat değişmeyen bir gerçek vardır ki, Müslüman yürekler, tüm zamanlarda sevimsiz heveslerin ve cânî hâfızaların saldırısı altındadır. Bu saldırıya direnenler; sokağın dedikodularından beslenenler değil, meydanların manzûmesini yazanlardır. İşte direniş cehâlete karşı ilim, bedliğe karşı iyilik ve ye’se karşı umuttur. Çünkü hangi sûrette olursa olsun umûdu kaybetmeyenlerin safı, secdeden yanadır. 

Kılıcın ihtiyarladığı görülmüştür de, umutla beslenen fikrin ihtiyarladığı vâki değildir. Bāzı çağlar ve zamanlar vardır ki her hâliyle abestir, bunaltıcıdır, kasâvetlidir ancak umut denilen şifâ hepsine dermandır. Umut, sahneye yeni çıkmış bir çaylağın tedirginliğinden uzak, ölçülü, asil ve dengelidir. Duracağı yeri, konuşacağı sözü ve alacağı tavrı gāyet iyi bilir. Dört yandan yağının saldırmasına rağmen, muhkem bir kale gibi usulca ve haysiyetli bir şekilde soluğunun heyecânını biriktirir. Heyecandır düşünceyi diri tutan ve yaşatan. Hezîmetlerden gālibiyetlere yücelten o sonsuz cehdin tohumudur. Umut tohumu yeşerip büyüdükçe mücâdeleye dönüşür, mücâdele ağacın meyvesi, mâneviyat ise lezzetidir. 

Mücâdele, bilinçli seslerin ve eylemlerin arzulu terbiyesidir. Bütün endâmıyla düşmanlarının arasında telâş etmeden yürümektir. Telâş, eksiklerin ve korkakların tedirginliği, yalnız savaşmayı göze alamayanların özrü ve çizgilerini muhâfaza edemeyenlerin âlüfteliğidir. Telâş, bulanık su, puslu hava ve bukalemun renkleridir. Mücâdele ise “güneşi sağ elime ayı sol elime verseler yine de vazgeçmem” diyebilmek ve bu kararlılığı sürdürebilmektir. Bu çizgiden vazgeçenlerin dermansızlığı hangi dâvânın îtimâdına lâyık görülebilir? Suratları nereye kadar ak olup mumları hangi vakte kadar yanabilir? Mücâdelenin ahlâkını fehmedemeyenler korkularını hangi endîşenin makyajıyla gizleyebilirler? Toz bulutu gibi bir var bir yok olan varlıklarını, nasıl sâbitleştirebilirler? Yapamazlar, çünkü mücâdeleyi göze alamayanların göğüslerinde umûdun meşalesi sönmüştür. 

Mücâdelenin ölçülerine göre hareket etmemek, peşînen köleliğin düzenine boyun eğmek anlamına gelir. Peşînen kölelik, yāni vicdânın perîşan bir hâle düşmesi… Zîrâ bāzı hallerin tersi, onun olumsuz hâli ile izah edilemez. Örneğin, hakkın zıddı haksızlık değildir; zulümdür. Haksızlık ile zulüm arasındaki fark, telaffuz farkından kat be kat fazladır. Hâliyle bâtıl ile mücâdele etmiyorsan, bunun net bir tanımı vardır; bedbahtsın, derbedersin, zavallısın… Nâdansın, kurnazsın ve hesâbîsin... Birinin, birilerinin ya da bir şeylerin kölesisin demektir. 

Mücâdelenin sırtlarında kâh büyük sığınak, kâh asāletli nisbet, kâh sıhhatin şifâsı vardır. Kazancın neşîdesinden ziyâde, gayretin dehâlarından süzülen hârikulâde tabloların tatminkâr çehreleri yatar. Müslüman dimağların sayfalarındaki mücâdele, hassas bir konumda ikāmet eder. Bu hassâsiyet neye karşı iltifat, neye karşı sakınma gösterdiğin ile alâkalıdır. Tam bu aşamada eline neyin geçeceğinin hesâbını yapıp yapmama tuzağı ile karşılaşılır. Kişioğlu tavrıyla ya hırsızın hâfızasına, ya da îtimâdın sadâkatine tâbi olur. Aklını ya sis perdeleri gizler, ya da irfânın cilâsı parlatır. Mücâdele sāhipleri, hudut boylarında parlak bir gelecek hayâli kurmazlar. Karargâhta ise zâten meçhul âlemin esâmesi okunmaz. Cihâdın karargâhı, kelime-i tevhid menşelidir. Kabûlden evvel red vardır. Fakat neyi kabûl edeceğinin şuuruyla ifâde edilen bir ret. Her değirmende öğütülmeme ve her mekanizmaya tâbi olmamanın isyânı… Her yemeğe tuz, her kıyâfete dikiş olmamanın îtirâzı… Mücâdelenin rûhunu besleyen kaynaktır îtiraz. Bu îtiraz, lisânın iğdiş edilişine, milli harsın yolunmasına ve îmânın hırpalanmasına karşı konulan irâdedir… Mücâdele, uzun zamandır kaybediyoruz diye vazgeçmemenin adıdır… 

Umûdun ve gayretin iklîminde saflar belirlenir, mâneviyat iklîminde ise saflar sıklaşır. Saflar sıklaşınca manzaralar güzelleşir. Bedir Gazvesi, Nizâmiye Medreseleri, Malazgirt Muharebesi, Enderun, İstiklâl Harbi ve daha nice güzelliğin temelinde safların sık tutulması yatmaktadır. Bu muvaffakiyetin özünde ise mâneviyâtın umûdu ve mücâdelesi yer alır. Mâneviyat, alfabenin rûhundan neşet etmiş söze, sözden tefekküre, tefekkürden teemmüle, teemmülden iştiyâka, iştiyaktan ibâdete ve ibâdetten îmâna uzanan kutlu bir yoldur. Derin bir hassâsiyetin biricik büyüsüdür. Mâneviyat, gücünü ve kuvvetini O’ndan alır ve O’na hasreder. Hâliyle safların belli edilmesinde yegâne âmil, O’dur. 

Geceleri görülen rüyânın reçetesi olmayabilir, lâkin safları sıklaştırmanın bedeli vardır ve ekseriyetle ağır bir bedeldir. Bir olmak, hakīkatten başka bir şeye iltifat etmeyenlerin tadına vardığı sonsuz lezzet ve hazînedir. Mâneviyâtın cesâmeti, ulu pencerelerden sızan ışıkların aydınlığı ile belli olur. Olgun bir kalbin sezgileriyle gün yüzüne çıkar. Çehresinde meçhul ucuzluk bulunmaz, bilakis gizemin tecessüsü yankılanır. Marazî vasıfların iniltili vehimleri, mâneviyâtın kapısından içeri giremez. Zîrâ aklında kanatlı umut ve yüreğinde hudutsuz mücâdele saklıdır. Sükûtu da içinde barındırır, meydanları inleten hitâbeti de…

Safı belli olan umudun ve mücâdelenin îman yükünde, vahim bir son yoktur. Her husus orijinaldir. Bu yiğitlik serüveninde, kopyacı ve hayâlî lakırdıların pespâyeliğine düşülmez. Aksine şuurun dehlizlerinden gün yüzüne çıkan gülistanda güller derilir. Güller… Yāni kalbimizin otağında oturan sevgili… Sevgilinin tarafında kalabilmek için, vakur adımlara her zamankinden daha ziyâde ihtiyaç duyulmaktadır. Binâenaleyh yeniden büyük medeniyeti husûle getirebilmek amacıyla, tam da Bilge Kağan’ın, Atsız Bey’in, Hasan Harakānî’nin ilâ âhir durduğu çizgilere avdet etmeliyiz. Umûd ile… Cihâd ile… Îmân ile…

Temmuz 2022, sayfa no: 15-16-17

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak