Kıymetli kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz buyuruyor: ‘O mü’minler; ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allâh’ı zikrederler.’ (Âl-i İmrân, 3/191.)
Sûfîler bunu zikr-i dâimî olarak anlamışlardır. Yâni her dâim Mevlâmız’ı zikredeceğiz. Yatağa yattığımız zaman dahi Hakk’ın zikriyle meşgûl olacağız. Tabii ki abdestli yatacağız. Böyle ölürsek îmanlı ölmüş oluruz. Kardeşlerim, abdestsiz yatarsak uyku isrâf olur. Altı saattan fazla uyursak yine uyku isrâf olur.
Bu âyet-i celîleye üstadlarımız çeşitli mânâlar veriyor. Meselâ bir kimsenin kalbi zikrederse; rûhu, sırrı, hafîsi, ahfâsı zikrederse yâni zikr-i küll kişiye hâkim olursa bütün vücut zikreder. Bu sâyede ayakta dururken, yolda giderken, her ân beden Allâh’ı (cc) zikreder.
Başka müfessirler, ‘kıyâmen’ kelimesini ayağa kalkarak, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin yolunda olanların yaptığı gibi ‘Allah, Allah’ diyerek zikretmek olarak açıklıyorlar.
Oturduğun zaman da kalbin zikreder. Dil bir şey söylemese de kalb hattâ bütün âzâlar zikreder. Bunlar tasavvuf yolunun sırları kardeşlerim. Üstâdımız (ks) buyuruyorlar ki: ‘Hiç olmazsa kalbiniz zikretsin de kabirde bedeniniz çürümesin.’ Çünkü zikredenler ölmez, bilakis onlar diridirler.
‘Yûnus öldü diye selâ verirler
Ölen hayvân imiş, âşıklar ölmez’
Ehl-i zikir ölmez. Ölüm onlar için, bir yerden diğer bir yere geçiş gibidir. Ölmeden önce ölmeli insan. (Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, c. 2, Hadis No: 2669.)
‘Mûtû kable en temûtû sırrına mazhar olanlar
Onda gördü haşr u neşri nefhâ-yı sûr olmadan’
‘Ölmeden önce ölme’ sırrına erenler, daha sûra üfürülmeden bu dünyâda âhiretin haşrini-neşrini yaşarlar. Ârifler işte bu sırra eren, beşer vasıflarından arınan kâmil insanlardır.
Bakınız, bu mevzûyla alâkalı bir kıssa anlatayım size. Allah dostlarından çok samîmî iki arkadaş varmış; birbirlerine demişler ki: ‘Kim daha önce ölürse, o dünyâdakine âhiretin sırrını haber versin.’
‘Olur’ diyerek ahitleşmişler. Aralarında sözleşmişler. Neyse aradan zaman geçmiş, birisi vefât etmiş. Öteki, onun kabrinin başına varmış, murâkabeye dalmış, görüşmeye başlamışlar: ‘Nasılsın kardeşim, ne âlemdesin?’
‘Elhamdülillah, korktuğumdan kurtuldum; umduğum, cennet bahçelerinden bir bahçeye kavuştum. Cennetten pencereler açıldı, zevk içindeyim. Ne zaman öldüğümü hiç bilmiyorum.’
‘Peki, ölüm nasıl oldu?’
‘Yatıyordum. Tabip getirelim dediler, bir telaş başladı. Demek ki ağırlaşmışım. Tabib geldi, yanında bir de yardımcısı vardı. ‘Neren ağrıyor?’ dedi. ‘Tepemden tırnağıma kadar her tarafım ağrıyor’ dedim. ‘İyi düşün!’ dedi. ‘Allah Allah! Şu dizimden aşağıda hiç ağrı kalmadı’ dedim. ‘Hele iyi düşün!’ dedi. ‘Allah Allah! Göbeğimden aşağıda hiç ağrı kalmadı.’ ‘İfâden yanlış, iyi düşün!’ dedi. ‘Başımda az bir ağrı kaldı’ dedim. Biraz sonra o da geçti, hiç ağrım kalmadı. ‘Allah Allah!’ Bir rüyâ âlemi. Elimden tuttular. Rasûlullah Efendimiz’in (sav) yanına vardım, O’nu (sav) ziyâret ettim.
Sonra beni uçurdular, bizim evin avlusuna indim. Herkes ağlıyor. Niye ağlıyorlar acabâ diye yanlarına gittim. Onlara, ‘Bakın ben iyileştim’ diyorum. Âileme vardım. ‘Niye ağlıyorsun?’ dedim. Benden tarafa bakmadı bile. Kardeşime sordum, o da cevap vermedi. Ben de bir kenara durdum. Elimi kafama koydum. Ağlayamıyorum da. Ortada birisini yıkayıp duruyorlar. Sonra sardılar, sarmaladılar. Kabristana gittik, kabir yapıldı. Üstü kapatılmadan birisi beni içine itiverdi. Meğerse ölen benmişim. Tabip öyle gülüyor bana. ‘Nasıl iyi oldun mu?’ dedi. ‘Elhamdülillah!’ dedim. ‘Gel buraya!’ dediler, bir perde açıldı. Evliyâlar meclisi toplanmış, sohbet ediyorlar. Sonra bir başka perde açıldı. Baktım, Hz. Muhammed Mustafâ Efendimiz (sav) oturmuş, sağında-solunda bütün peygamberler. Bana da ‘Hoş geldin ey ümmetim!’ dedi.
Bu hâdisenin bir benzeri, pederimin âlem-i bekâya intikâlinde gerçekleşti. Vefâtından üç gün sonra idi, mânâ âleminde Muhterem Pederim Mustafa Hulûsî Efendi ile görüştüm: ‘Nasılsın babacığım, ölüm ânında hiç acı çektin mi?’ dedim. ‘Hiç haberim yok oğlum!’ dedi. ‘Kutbu cihânımız, Hacı Es’ad Efendimiz (ks) başımda oturuyordu. O’nu çok sevdiğim için yüzüne bakarken canımın çıktığını duymadım.’
‘Kabir suâli nasıl oldu?’ dedim. Şöyle cevap verdi: ‘İki melek geldi. “İlmiyle âmil, âlim bir zât imiş. Üç aylarda, Receb-i Şerif’te vefât etmiş. Şeyhi de başında oturuyor. Suâl sormuyoruz” deyip gittiler.’
‘Peki babacığım, birkaç yüz ihvan senin için ağlıyor, sen bizi hiç düşünmez misin?’ dedim. Dedi ki: ‘Oğlum! Sizleri unutturan, Hz. Muhammed Mustafâ’nın (sav) sohbetinde bulunmamızdır. Dünyâ akla gelir mi? Artık biz başka bir âleme daldık.’
Sevgili kardeşlerim!
İşte burada ölürsek, yâni nefsimizi öldürürsek orada ölmeyeceğiz! Hakk Celle ve A’lâ, ‘ölmeden önce ölmek’ sırrına bi-hakkın vâkıf olan kulları zümresine bizleri ilhâk buyursun! Âmîn!
Hamdolsun âlemlerin Rabbi olan Allâh’a!
Kasım 2019, safya no: 34-35
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak